Röportajlarda ve sohbetlerde sıklıkla bu konuları konuşup neler yapılabileceğini tartıştık. Onlar kendi cephelerinden, ben kendi cephemden...
İngiltere’de geçtiğimiz günlerde müzisyenlerin üretim sürecindeki sancılı anlarını anlatan bir kitap yayınlandı.
Sally Anne Gross ve Dr. George Musgrave’in yazdığı kitabın adı “Can Music Make You Sick?: Measuring the Price of Musical Ambition (Müzik Sizi Hasta Edebilir mi?: Müzikal Hırsın Bedelini Ölçmek).
“Help Musicians UK” ile ortaklaşa 2017 yılında hazırlanmaya başlayan çalışma, geçtiğimiz 29 Eylül’de ise okuyucularıyla buluştu. Kitaptan bir bölüm ise “10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü” kapsamında sosyal medyada paylaşıldı.
Kitabın dördüncü bölümünde yer alan “Değerin Durumu” adlı ana konu ilgi çekici. “Müzisyenler için müzik eseri ne anlama geliyor?” ve “Başarı nedir?” sorularına dair cevap arayışları detaylarıyla anlatılıyor. Bu soruların, duygu durumlarına etkilerinden bahsediliyor.
Sosyal medyada yazılanlar ve geri dönüşlerin sanatçıların yaratıcılık ve içsel huzurlarına nasıl etki ettiği detaylıca anlatılıyor.
Bir müzisyenin sosyal medya hesabı kullanırken, kendisine gelen iyi ve kötü yorumları müziğine nasıl yansıttığını kitapta görebiliyoruz...
Mesajı güçlü, müzikseverler üzerinde etkili ama esas ulaşmak istenilen yöneticiler için belli ki yetersiz.
Son olarak da 400 müzisyen Londra’daki parlamento binasının önünde Müzik Birliği’nin çağrısıyla #WeMakeEvents ve #LetMusicLive kampanyaları kapsamında toplandı.
Müzik direktörü David Hill’in yönetimindeki profesyonel müzisyenler Gustav Holst’un “The Planets” operasındaki “Mars” bölümünü çaldı ve iki dakika yaşananları sessizce protesto etti.
Şarkının yüzde 20’sinin çalınmasının nedeni bağımsız müzisyenlerin İngiliz hükümeti tarafından kazançlarının yüzde 20’sine destek vermesiydi.
Bu etkinliğin hedefi, müzik endüstrisinin bileşenlerinin bu sıra dışı günlerde ciddi bir yardıma ihtiyacı olduğunun altının çizilmesi ve gereken desteğin artırılması.
Tüm bu destek isteğinin tek nedeni müziğin özellikle de canlı müziğin devam edebilmesi, bu dönemin hasarsız atlatılması, mekanların kapatılmaması, bağımsız olan ve sosyal güvencelerini kendileri karşılayan bireylerin herkes gibi hayatını idame ettirebilmesi.
Gün geçmiyor ki bir başka ülkede müzisyenler, teknisyenler, organizatörler protestolara katılmasın. Hatta bazı kesimlerden “Varken yemeseydiniz de biraz biriktirseydiniz” lafını işitmesin.
Listelere girmek belirli bir oranda dinlemeye kaynak sağlıyor olabilir.
Ama iyi müziğin kendi kendine yolunu bulmasının on binlerce örneği de yaşanıyor.
Yazının ilhamını Peyk grubundan İrfan Alış ve Tweet’leri verdi. Alış, “Neredeyse her ay müzisyenler malum sisteme ayak uydurmak için içerik yüklüyor. Dinleyiciler, şarkı kalitesinde artış bekliyorsunuz. Ama maalesef bu mümkün değil. İyi şarkılar zaman ister. Yıllarca müzik yapmış iyi çalan, söyleyen onlarca insan sistemden uzak oldukları için size ulaşamayacak ve güzel kayıtlar uzayda kaybolacak.
Çözümü de yok çünkü TikTok gençliğinin iyi müzik aramak gibi derdi de yok” diyor ve ekliyor “Peki, niye biz vazgeçmiyoruz? Çünkü müziği her şeyden önce kendimiz için yapıyoruz. Üretmek bizi iyi yapıyor. Umarız dinlemek de sizleri yapsın.”
Niyet iyi, bazı fikirlerine de sonsuz hak veriyorum. Ama yıl artık 2020. Peyk’in yeni şarkısını da aynı dijital müzik dinleme platformlarına dağıttıklarını Alış’ın kendisi de söylüyor zaten. Sanatçılar dilediği sıklıkla üretim paylaşmakta özgür. Ama yüksek sürat onları sıkıştırıyor. Çünkü devir, hız devri. Belki 10 yılı aşkın süredir kariyeri olan Türkiye’deki birçok isim hız furyasına dahil olmak istemeyebilir ama dinlenmeye ve sevilmeye de devam edeceklerdir.
İyi şarkı yolunu bulur
Bir şarkının ömrünün 45 gün olduğunu daha önce de yazmıştım. Yani belirli aralıklarla kendini hatırlatmak isteyen herkes ayda bir, haftada bir şarkı çıkarabilir; bunun da hiçbir yanlışı yok. Bir yılda üç albüm çıkaran isimler var. Beğeniriz beğenmeyiz, kendilerini bir şekilde ortaya koyuyorlar.
Müzik-Sen, 1989’dan bu yana var ve söylenen o ki 4 bine yakın üyesinin de emekli olmasını sağlanmış. Peki, bu haberi neden pandeminin 6’ncı ayında aldık?
Mail kutuma geçtiğimiz günlerde Müzik- Sen’den “Tüm müzisyen arkadaşlarımıza açık çağrımızdır. Dağınıklığımıza ve örgütsüzlüğümüze son verip haklarımız için birleşelim, bütünleşelim” diye bir çağrı geldi. Ağustos ayında basın toplantısı yapılmış ama geniş çaplı bir haber olmamıştı. Sanki her şey kağıt üzerinde olmuş bitmiş gibiydi...
Metnin içinde tabii ki neden örgütlenmek gerektiğini bir nebze anlatmışlardı ama yeterli değildi.
Dönüp sendikanın web sayfasına bakıyorsunuz, eğlence sektöründe yer alan her kim varsa sendikaya üye olabiliyor. Hatta üye olabilecekler şöyle sıralanmış: “15 yaşını bitirmiş enstrüman sanatçıları, aranjör, solist (ses sanatçısı), vokalist, koro sanatçısı, besteci, söz yazarı, enstrüman yapımcısı, nota yazım elemanı, sanatçı yetiştirici (öğretmen), elektronik müzik yapımcısı, uygulayıcı, akortçu, dansör, dansöz, takdimci, showman, kayıt stüdyosu teknisyeni, seslendirme teknisyeni ve yardımcısı, konser organizatörü, efekt yapımcıları, ışıkçı, animatör ve benzeri müzik ve sahne alanında çalışan tüm diğer sanatçılar.”
Sonra birkaç gün önce Müzik-Sen’in yeni genel başkanı İpek Koçyiğit’in yaptığı bir açıklamasına denk geldim.
Koçyiğit, verdiği bir röportajda “Sendikalaşalım, öncülüğünü de Ceylan Ertem çeksin. Bu dönem bireysellik dönemi değil. Haklarımızı sendika sayesinde elde edeceğiz” dedi.
Ceylan Ertem’in adının anılmasının nedeni maddi sıkıntılardan dolayı “Şu an vokal pedalım ve bilgisayarım satılık. Satacak başka bir şeyim de yokmuş bunu anladım” tweetini atmasıydı.
Ertem, bu dönem enstrümanını, pedalını, yani iş ekipmanı olarak nesi varsa satmak zorunda kalan isimlerden sadece biri. Tabii, “Genel başkan kimdir?” diye de merak ettim.
Feriye’ye kurulan açık hava sahneleri yarı kapasiteyle izleyici aldı. Maskeler yüzümüzde, oturduğumuz yerden kalkmadan, sosyal mesafeye uyarak... Normal konserden tek farkı hijyen konusunda aşırı hassas olmamızdı.
Sanatçılar açısından değişen tek şey sahne önüne yığılmayan ve sakin kalabalığın karşılarında olmasıydı. Aslında o konserlerdeki anlar çok değerliymiş çünkü birçok müzikseverin bu yılki son açık hava konseriymiş...
İstanbul Valiliği’nce alınan kararla mart ayının başındaki bazı yönetmeliklere geri dönüldü. Pandemi nedeniyle alınan ilk önlemler yine “eğlence” sektörünü kapsamıştı.
Ben bu yazıyı kaleme alırken ise Kültür Bakanlığı’nca yayınlanan yeni kararla tiyatro ve opera temsilleri bu kapsam dışına çıkarılarak açık ya da kapalı alan fark etmeksizin yapılmaya devam edileceği bilgisi geldi.
Ancak ne hüzünlüdür ki müzik etkinlikleri hâlâ kapsam dışı kaldı.
Çok değil, yakın zamanda olacaklar sanki öngörülmüştü.
Müzik sektöründekiler sıkıntılı bir döneme gireceklerini düşünerek gerekli adımları atmak için organize olmaya çalışmıştı. İrili ufaklı toplaşmalar oldu ama egolara yenik düşüldü.
Modaretörlüğü The Orchard Başkan Yardımcısı Metin Uzelli üstlenirken MSG Başkan Yardımcısı ve müzisyen Harun Tekin, bağımsız müzisyen Nilipek, Sony Müzik Türkiye Genel Müdürü Özden Bora ve StageArt Kurucu Direktörü Rıza Okcu dijital gelir modelleri kadar müzikte başarı için de neler gerektiğini kendi perspektiflerinden anlattı. Müzikle ilgilenen ya da profesyonel olarak ilgilenmeyi düşünenler kesinlikle bu panelin kaydını bulup izlemeli.
Metin Uzelli, katılımcılara muhteşem birkaç soru yöneltti.
Bunlardan biri “Fenomenler şarkıcı olurken şarkıcılar fenomen olmalılar mı” oldu. Özden Bora bu soruyu şöyle yanıtladı:
“Fenomenler şarkıcı olmak istedi, müzisyenler de YouTube’da aktif olmak istedi. Sanatçılardan birçoğu başarısız oldu. YouTuberların şarkı söyleyebileceklerine de inanıyorum, yapmaları gerektiğine de... Aksi, insan haklarına saygısızlık olur.”
Panelde tabii ki ünlü kişilerin sosyal medya kullanımının en iyi pazarlama yöntemlerinden biri olduğunun da üstünde duruldu.
Dijital dinleme platformlarının playlist editörlerinden şikayetlerin ayyuka çıktığı şu günlerde bir başka güzel soru da “Şarkınız çok dinlenen listelere girmediğinde başarılı olamaz mısınız”dı.
Harun Tekin, şu cevabı verdi:
“Şansın olmadığı bir başarı hikayesi hiç görmedim müzik endüstrisinde. ‘Playlistte yokum, tanınmıyorum’ diye bir şey yok. Olup da tanınmayan onlarca kişi var.”
Amerikan merkezli Bandistown, geçtiğimiz günlerde bir araştırma yayınladı. Turne tarihleri, canlı müzik etkinlikleri ve son olarak canlı yayın konser bilgilerinin yer aldığı çok ayaklı bu müzik sitesinin, 530 bin üyesi bulunmakta.
Üyeler arasında yapılan canlı yayın araştırmasına 5 bin 500 hayran ve 450 sanatçı oylarıyla katıldı.
Ankete göre, canlı yayınların etkisi sandığımın aksine kaldığı yerden devam ediyor.
5-10 Ağustos tarihleri arasında yapılan ankete göre insanlar sevdiği sanatçıları doğal halleriyle izleme fırsatı bulduğundan canlı yayınları seviyor.
Dünya üzerindeki sınırları kaldırdığı için bu canlı yayınlara ilgi her geçen gün artıyor. İnsanlar maddi sıkıntı, zaman engeli ve yaşadıkları yer sorun teşkil etmeden sevdikleri sanatçıları canlı izleyebiliyor.
Hatta nisan ve ağustos aylarını kıyasladıklarında canlı yayınlara para ödeme konusunda gönüllülük de artmış durumda.
İki ayı kıyasladıklarında ağustos ayında en az bir canlı yayın konser izleyenlerin oranı ise yüzde 23 artıyor.
Geçenlerde sosyal medyada bir ressama atılan mesaja rastladım.
İçerik ise Türkiye’de sanata verilen önemi özetler gibiydi...
Ressam, kendisine gelen mesajları paylaşmış ve diyecek söz bulamamıştı. Sevgilisiyle kendisinin çizimini isteyen bir kişi, bu çalışma için 40 TL ücret isteyen çizeri şikâyet ederek “Kalem, kâğıt ne kadar para ki... Kargoyu da ben ödeyeceğim zaten” diyerek tutarın mantıksızlığını açıklıyordu.
Ressamın inatla “Çizerin harcadığı vakit ve enerjinin karşılığını vermeyi düşünmüyor musunuz” diye sormasına rağmen “Gözünüz doysun” yanıtını veriyordu.
Müzikte de şu an yaşanılan farklı bir durum değil.
Yüzde 50 kapasiteyle çalışan açık hava sahnelerine, bunun da yarısı rağbet gösteriliyor.
Arabalı konserlerde bin 400 araç kapasiteli alana, 400-500 araçtan fazlası gelmiyor.