Müzik ve organizasyon dünyasının yakından tanıdığı isimlerden olan Uluğ, bu yıl Portekiz’in Porto kentinde düzenlenen müzik fuarındaki deneyimini kişisel sosyal medya hesabından kaleme aldı.
Notları arasında Türkiye müzik standının yetersizliği, Türk sanatçıların konserinin bile duyurulmaması, bütün ülkeler arasında tanıtım konusunda Türkiye’nin geride kaldığı vardı.
Hem de sadece WOMEX’te değil, MİDEM’de ve diğer birçok etkinliklerde de...
Uluğ, Twitter hesabında paylaşımlarında bireysel çabalarıyla ülkemizi, Türk müziğini ve kataloglarındaki isimleri tanıtma çabasında olan isimlere de yer verdi.
Detaylı bilgi için kendisini takip eder, yazdıklarını okursunuz.
Bu yalnızlık ve organizasyonsuzluk konusunda ne ilk isyan değil ne de ilk tespit.
Konuya yabancıysanız, basitçe şöyle özetleyeyim...
20 yılı aşkın süredir üretim yapan bir sanatçı ya da grubun şarkı hakları, ya anlaşmalı olduğu şirkette ya da kendisinde bulunuyor. Bu kişinin/grubun hakları sektöre yeni giren bir sanatçıya göre daha pahalı, çünkü yüzlerce hatta binlerce şarkıdan bahsediyoruz.
Financial Times’da yer alan habere göre; David Bowie’nin şarkı kataloğu, teklif yöntemiyle yapılan satışında 200 milyon dolar civarında bir değere gelmiş durumda.
Kataloğun içinde yılların birikimi ve “The Rise and Fall of Ziggy Stardust and the Spiders from Mars”, “Let’s Dance”, “Heroes” gibi birçok albümü yer alıyor.
Yakın dönemde Tina Turner’ın tüm hakları BMG tarafından 50 milyon dolara satın alınmıştı.
Michael Jackson da 1985’te The Beatles kataloğunu 47.5 milyon dolara almıştı.
Garanti formülcülük artık işe yaramıyor, cepteki şarkılar bitti mi dersiniz?
Formül açık: Bilinç akışındaki sözler, öyle ki sosyal medyanıza yazacağınız türden... Müzikte ise elektro gitarlar, biraz synth, belki güzel bir davul vuruşu.
Diyeceksiniz ki “2000’ler başından beri bu böyle.” Size kötü bir haberim var; hayır değil.
Öykünülen birçok yabancı grup yeni şeyler denemekten korkmuyor ve yaptığı şarkılarda kendilerine güveniyor.
Binlerce üretim arasından sıyrılmanın zor olduğu bu günlerde aynı şarkının lacivertini bestelemek ise sizi bir adım öteye götürmüyor.
Beğendiğiniz grupların durumu da farklı değil.
Turkcell VadiAçıkhava’daki Pentagram konseri bunlardan sadece biriydi.Pandemi nedeniyle geçtiğimiz bir buçuk yılı evde oturarak geçirdik. Sokağa çıkıp konserlere gitmeye başlayınca da bu durumun önünü sonbahar yağmurları bile kesemedi. Turkcell VadiAçıkhava’daki Pentagram konseri bunlardan sadece biriydi.
Cumartesi gecesi İstanbul için yoğun yağış veren hava durumuna inat yüzlerce kişi soluğu Pentagram konserinde almıştı.
Türk heavy metal müzik sahnesinin en köklü gruplarından biri olan ekip, sağanak yağmur altında kendilerine eşlik eden yüzlerce hayranının hakkını müzikle ödedi.
Ekip, iki saat sahnede kaldı ve seyircileri yüksek enerjileriyle yağmura rağmen alanı terk etmedi.
Geçtiğimiz hafta birçok konser sağanak altında gerçekleşti. Bu da gösterdi ki canlı müziğin enerjisi çok başka... Ruh sağlığımız için olmazsa olmazımız müzik. Dinleyiciye de kötü hava şartları bile engel değil.
Farkına varılan isim Tan Taşçı
Tan Taşçı, Harbiye Açıkhava’da bu yıl tam tamına 11 konser verecek. Onu bar programlarından bilip şarkılarına aşina olanlar bu ilgiyi yadırgamadı. Çünkü bu olanlar aslında tesadüf değil.
Bunda sosyal medyanın getirdiği hızlı hayatın ve tahammülsüzlüğün etkisi fazla.
Eskiler bilir, rock şarkılarında standart 6 dakika gibi bir süreydi.
Uzun introlar, uzun bridge’ler ve tematik sözler. Sizin anlayacağınız bir şarkı eşittir bir hikâye demekti.
Uzun şarkılarsa resmen bir romandı. Son iki yıldır 2.5-3 dakika arası şarkıları görünce “Sabrımız nerede kaldı” diye düşünmeden edemiyorum.
Binlerce müzik üretimine anında sahip olduğumuzdan beri hem bir şeyleri kaçırma korkusu hem hepsine yetişme hissiyle şarkıyı ilk 30 saniyede, dinleyip dinlemeyeceğimize karar veriyoruz.
Bu uluslararası araştırmaların da sonuçlarından biri.
Çok değil 3 sene önceki Music Week araştırmasında 10 yıl öncesine göre sürelerin ortalama 38 saniye azaldığına ve müzik dinleyicisinin “sadede gel” yaklaşımının hakim olduğu şarkıları dinledikleri sonucu çıkmıştı.
Matematikçilerin yaptığı araştırma sonucunda ‘elektronika’nın, dile dolanan pop müzikten daha bulaşıcı olduğu da ortaya çıktı. The Guardian’da yayınlanan makaleye göre McMaster Üniversitesi’nden matematikçi Dora Rosati, şarkıların nasıl popüler olduğu konusunda yaptığı araştırmada bulaşıcı hastalıkların yayılım hızını bulmak için kullanılan formülleri uyguladı.
Rosati ve ekibi, “MixRadio” adında şu an kullanılmayan bir dijital müzik sağlayıcıda yer alan 1.4 milyar şarkılık veriyle araştırmayı yürüttü.
2007 ve 2014 yılları arasında Birleşik Krallık’ta en fazla indirilen bin şarkıya odaklanarak epidemik hastalıklar için uygulanan modelle, trend şarkıların zamanla nasıl değiştiğini inceledi. Araştırmanın en ilginç yanı ise en çok yayılan türün elektronik müzik olmasıydı.
Hatta net konuşmak gerekirse “elektronika”. Araştırmada elektronikanın kızamıktan 190 kat daha bulaşıcı bir müzik türü olduğu söylendi. Pop müzik ise rock ve hip hop’ın gerisinde kaldı.
Çalışmaya göre elektronik müziğe karşı toplumun bağışıklık sistemi sıfır yani en hızlı yayılan tür. Araştırmanın altını çizdiği konu ise açık: “Müzik ve bulaşıcı hastalıklar toplumsal bağlar üzerinden kitlelere yayılıyor”. Türkiye’de bu araştırma yapılsa bu sonuçlar çıkar mıydı, emin değilim.
Hâlâ Covid-19 pandemi haberlerinin tırmandığı şu günlerde böyle hızlı yayılan bir müzik türü daha görmedik diyebilirim.
Mini bir yolculuk
Grup, EPIC Games ile anlaştı ve şarkılarının dünyasını PlayStation 5’te bir oyun haline getirdi.
Amaç orijinal sanat eserleri ve kayıtlardan oluşturulan dijital ve analog evrenle yeni bir dinleyici deneyimi yaşatmak.
Kasım ayında albümle eş zamanlı yayınlanacak olan bu ‘Radiohead deneyimi’, çok özel de bir pazarlama taktiği sayılıyor. Son yıllarda birçok plak şirketi ve sanatçı, oyun dünyasıyla bir bağ kurma gayreti içinde.
Bu yüzden Radiohead, yenilikçi ve merak uyandıran bir hamleyle çok farklı mecrada hayranlarıyla bir araya geliyor.
Daha önce birçok sanatçı “Fortnite” adındaki oyunda sanal konserler verdi.
Birçok büyük plak şirketi “oyun departmanları” açarak müzik pazarlamasını oyunlara entegre etmeye başladı.
Genç şarkıcı, hip hop, elektropop, trap yani dokunmadık tür bırakmadı. Lil Nas, sözleri ve işbirlikleriyle yeni nesil kadar bizleri de nasıl mı yakaladı?
Lil Nas’ın 15 şarkılık albümünde Jack Harlow, Doja Cat, Elton John, Megan Thee Stallion, Miley Cyrus düetlerinin yanı sıra her kitleyi kucaklayan şarkı sözleri ve samimi bir tavır var.
Bu albümden alınması gereken bazı derslere dikkatinizi çekmek isterim. Lil Nas, listelerde rakibi olacağını bildiği ünlü isimleri bir araya getiriyor ve başarılı prodüktörleri topluyor. Bu, lokal müzik piyasamızda nadir görünen bir şey. Özellikle de rap türü dışındakilerde.
Dürbünü Türkiye’ye çevirdiğimizde müzisyenlerimiz kendisiyle aynı şirketin sanatçısı ya da arkadaş çevresinden tanıdık biri değilse işbirliği yapmaz, başkasının şarkısını beğendiğini bile söylemez.
Sektörün “piyasa” seviyesinde kalmasının nedeni de biraz bu tavır.
Lil Nas, en iyinin peşinde koşanlardan. Endüstirinin “tek hitlik şarkıcı” sözlerine kulak kapatıp ödül avcısı olanlardan. Albümünde de ters köşe düetler var.