Paylaş
ULUABAT Gölü’nün kıyısında, doğanın tam göbeğinde başka bir yaşam enerjisi ile karşıladı Gülin Kayhan bizi. Attığımız her adımda, dinlediğimiz her anı da köklerinden yeşeren bir hikâye duruyordu. Röportajımızda sosyoloji kariyerinden de beslenerek otuz yıllık aile çiftliğini başka bir yaşam mekanına nasıl dönüştürdüğünü konuştuk.
- Hikâye sizin çocukluğunuz ile başlıyor aslında. Bize biraz çiftliğin doğuşunu ve sizdeki yerini anlatır mısınız?
Aslında geriye dönüp bakınca anlıyor insan bazı şeyleri, yaşarken doğal kabul ediyor. Annem çocuk doktoru Günseli Kayhan, babam kadın doğum uzmanı Dr. Bülent Kayhan, ikisi de çok çalışan doktorlardı. Bu yüzden çocukluğum anneannem ve dedemle geçti. 1994 senesinde kardeşim Suay doğduğunda aynı hafta içerisinde babamın Uluabat Gölü kıyısındaki bu araziyi alışını hatırlıyorum. Yani bir nevi iki kardeş edinmişim. Çünkü burası da bizim ailenin yetiştirdiği bir can. Babamın botanik ve zoolojik çeşit merakı ile doğayı hep arabanın içinde bahçeye taşıdık. Fidanlar, saksıdaki çiçekler ailenin bir parçası oldu. Öte yandan 1996 yılında konaklamak için binalar yapıldığında, babam ve annemin bizi hafta sonu çiftlik evine getirmesinin, hazırlığının bile büyük olay olduğu pazar kahvaltılarının, aile buluşmalarının bir değeri varmış. Leylek Köy Göl Evi’nin her güne kahvaltıyla başlamasının da böyle bir anlamı var aslında. Burası hafta sonu ailemiz ile nitelikli zaman geçirdiğimiz, çok akılda kalan anılarımızın olduğu bir yer. O zaman normal kabul ettiğimiz ağaçları tanımak, yeşilin farklı tonlarını görmek bile zihinsel gelişim için çok şey ifade ediyor. Bunu bilinçli bir şekilde yaptıkları için anne ve babama ayrıca minnet duyuyorum.
Fotoğraflar: Duygu ÖZBEKÇİ MİLLİ
SOSYAL ANTROPOLOJİYİ SEÇTİM
- Çocukluktan gençliğe geçtiğinizde yaptığınız üniversite tercihinin bugüne yansıması nasıl oldu?
Önce ODTÜ ekonomi bölümünü kazandım ancak ikinci yıl iştahımın sosyolojiye kaydığını fark ettim. Sanırım bunda bir öğrenci topluluğundayken Avrupa Konsey’inden ve Avrupa Komisyonu’ndan fonlar alarak organize ettiğimiz gençlik konferansı, oradaki tartışma ortamlarının doğması gibi unsurlar da rol oynadı. Bölümden 2008’de mezun oldum ve akademisyen olmak istediğim için İngiltere’de yüksek lisans yaptım. Bir coğrafyaya derinlemesine bakmak için ve oradaki insanların yaşantısını; detaylarına girerek, derinlemesine mülakatla, orada yaşayarak hatta katılımcı gözlemci olarak anlayabileceğine dair bir bakış açısı gelişince sosyal antropoloji bölümünü seçtim. İşte Leylek Köy Göl Evi sadece çocukluğumun mekânı olmaktan çıkıp, yavaş yavaş geleceğimde kurduğum hayallerin mekânı olmaya geçiş yaptıysa, o yüksek lisansla oldu.
LEYLEK ŞENLİĞİ’Nİ İNCELEDİM
- Bölümünüz ile bu mekân arasında nasıl bir bağ kurdunuz?
Yüksek lisans için Londra’daydım ama konu olarak Eskikaraağaç Köyü’nde düzenlenen Leylek Şenliği’ni seçtim. 2009 yılında düzenlenen şenlikte katılımcı gözlemci olarak yer aldım. O zaman Leylek Şenliği’nin düzenleyicilerinden Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmet Arıcı ve eşi Franziska Arıcı, yine o dönem aktif olan Nilüfer Yerel Gündem 21’den Mehmet Kartal ile tanıştım. Yine aktif çalışan Ekader yani Eskikaraağaç Kadınları Derneği’nin başkanı aynı zamanda karşı komşumuz olan Güllü Abla da yardımcı oldu. O zamana dair gözlemlerimi yüksek lisans tezine yansıttım.
LEYLEK DOSTU BİR KÖY OLDU
Ben o zamanlar çevreci hareketlere ve toplumun daha çevreci olması için bir şeyler nasıl yeniden örgütlenir sorusuna ilgi duyuyordum. Daha sosyolojik daha felsefi bir yerden yaklaşıyordum konuya. O dönemdeki tespitlerim şenliğin yapılırken daha doğacı ve çevreci çözümleri de dikkate alması yönündeydi. 20 yıl içerisinde gelinen noktaya baktığımızda tüm çabalar Eskikaraağaç Köyü’nü leylek dostu bir köye dönüştürdü tabii ve de hiç leylek lafını etmeyecek insanlar bile en azından Âdem Amca ile Yaren’in dostluğunu konuşuyor artık. Tezimde geliştirdiğim bir iki eleştirel nokta da oldu tabii, korunması gereken leyleklerin tüketim nesnelerine indirgenmesi gibi. Ama bu noktalarında ekoturizme daha özenli ve derinlikli bir bakış açısıyla olumluya dönüştürülebileceğine inanıyorum.
TOKYO’DA YABANCI OLMAYI SEVDİM
- Sonrasında on yıllık bir Tokyo yaşamınız var. Bu kararı nasıl aldınız?
Doktora için yurtdışına başvurular yaparken bir yandan da Türkiye’de de araştırma görevlisi kadrolarına başvurmuştum. Sürpriz bir şekilde Mimar Sinan Sosyoloji Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak başladım. Bu arada bir arkadaşım Japonya’daki burslar hakkında bir broşür getirmişti. O zamana kadar hiç ilgim yokken başvuru sürecinde oldukça ilgimi çekti Japonya’da eğitim fikri. Şöyle de bir bağlam vardı, Türkiye’de sosyal bilimlerde doktora için gidilen ülkelere bakıldığında Asya’ya ilgi daha azdı ve o anlamda da katkı sunabilmek adına elverişli bir alandı. Ücretsiz izin alarak gittim Japonya’ya, üç ay sonunda Mimar Sinan’dan istifa ederek Tokyo’da kalmaya karar verdim. Gittiğim bölüm uluslararası ilişkiler üzerine kurulu bir enstitü olduğu için uluslararası ilişkiler üzerine yüksek lisans yaptıktan sonra uluslararası çalışmalar doktorasına başladım.
HER ŞEY ÇOK FARKLIYDI
- Kolay adapte olabildiniz mi neler yaşadınız?
Kesinlikle her şey çok farklıydı ama en çok da farklı bir ülkede yabancı olmak hoşuma gitti. Japonlar da zaten yabancı olduğunuzu hissettiren bir millet. Türklere karşı ise bir küçük kardeş gibi sempatileri var. Yine de o topluma ait olmadığımın bana sürekli küçük detaylarla hatırlatılması durumu aslında benim için büyük bir olumsuzluk değildi Demek ki o zaman bireysel gelişim anlamında kök salma, daha benim yerim burası deme vaktim gelmemiş ki dünyanın bir yerinde ait olmadan havada asılı kalma hissi cazip geliyordu. Yabancı olma duygusu tam 10 yıl sürdü.
BENİ BEKLEYEN BİR DEĞER VARDI
- Bursa’ya geri dönmeye nasıl karar verdiniz?
Japonya deneyiminin şöyle bir çarpıcı yanı oldu. Küresel bir ekonomi içerisinde akademisyen olarak tutunmam gerekiyor gerçekliğiyle karşı karşıya kaldım. Bir rekabet vardı ancak dezavantajlıydım, Japon ya da anadili İngilizce olan biri değildim! Kalabilirdim ama 10 yılın sonunda aile kucağına dönmeyi tercih ettim. Son zamanlarda moda olmuş bir tabir var “precariat”. Yani belirsizliğin içinde çabalayan birey. Çok nitelikli olabilirsin, çok iyi maaşa bir iş bulabilirsin ama o iş iki ay sonra olmayabilir de. Bu sadece proleter olmak değil, yeni bir durum. Belki bir 10 yıl daha baş edecektim ve sonra Japonya’da kök salacak kadar bir yer edinecektim. İkisini tarttığımız zaman burada biriktirilmiş bir değer vardı. Bu değeri benden başka kimse bu kadar içten gelerek işleyemezdi. Böyle bir hayat mı tercih etmeliyim yoksa nedenini tam da bilmediğim bir şekilde illa küresel çapta bir akademisyen olacağım demek için orada mı kalacaktım? Benim için aileye geri dönmek bana bahşedilmiş bir zenginlikten vazgeçmemek anlamına geliyordu. Bu toprağın üzerinde köklerim salınmışken neden o bitkiyi yeşertmeyeyim dedim.
DÖNÜŞMEM LAZIMDI
- Dönerken bir girişimci olma fikri var mıydı aklınızda?
Aslında tam da eve dönmeyi bu bahçedeyken düşünmeye başlamıştım. Babam 2017’de evimizi işletmeye çevirmeye karar vermişti ancak bütün çevresi onu bu fikirden vazgeçirmeye çalışıyordu. Çünkü işletmecilik bildiği bir şey değil ve olması gerekenin keyfini süreceği bir emeklilik hayatı olduğu söyleniyordu. Ama babamın dinlenme anlayışında ayaklarını uzatıp kitap okumak değil, toprak kazarak, ağaç dikerek, sohbet ederek, insanları ağırlayarak dinlenmek vardı. O yüzden kardeşimle bana da bu fikri teklif ediyordu; ama biz hem buranın işletme olmasını hem de kendimizi bu işletmenin içinde hiç hayal edemiyorduk. Çünkü memur ailesiydik ve esnaflık kodları bizde yok diye düşünüyorduk. Haziran 2020’de pandemi döneminde köye geri döndüğümde hayallerimde sadece bahçeden meyvemi sebzemi toplayıp daha çok okuyup yazmak vardı. Erken yaşta kendimi emekli etmişim aslında hayalimde! Mandıra filozofu stili. Sonra bir baktım ortada bir işletme yok, babam kendini zor bir işin içine sokmuş. Çok uzun süre direndim, zaman zaman suçlayıcı da oldum belki. Sonra ‘demek ki benim dönüşmem lazım, işinsanı olmam lazım’ dedim.
HEM DÜŞÜN HEM İŞİNSANI OLDUM
- Hem bir girişimcilik hem de bir dönüşüm hikayesi dinliyoruz aslında. Nasıl bir işinsanı olma hayaliyle yola çıktınız?
İnsan aklı bölük bir şey, yani her zaman fark etmiyorsunuz. Geriye dönük hikâyeyi söyleyince sanki baştan beri öyle düşünmüştüm gibi pazarlanabilir. Ama iki sene içerisinde kendimle de mücadele ettim bir yandan. İşinsanı olmanın fazla tüccarlık içeren benim üzerime yakışmayacak bir şey olduğu yönünde de ön yargılarım vardı. Leylek Köy Göl Evi’ni açtığımız Haziran 2021’i milat olarak kabul edersek eğer, iki sene içinde “istediğim gibi bir işinsanı olabilirim aslında” noktasına geldim. Nasıl derseniz? Burada babamın 30 yıllık birikimini insanlara açması söz konusuydu. O yüzden de aslında akademisyen olarak yapmak istediğim şey; toplumsal ilişkileri daha farklı örgütlemek, herkes için daha iyi bir sonuç doğurabilir noktasıydı. Ben bunu sadece düşünsel olarak aktarmayı düşünürken birden fark ettim ki bir kahvaltı sunarak, bir bahçeyi açarak ve bunların organizasyonunu yaparak da bunu gerçekleştirebilirim. Bu aktarımın finansal olarak sürdürülebilir olması ise işinsanı olmak demekti zaten. Yani sosyolojiyi bana seçtiren şeyi harmanlayabilirim hem bir işinsanı olup hem bir düşün insanı olabilirimin ayrımına vardım (gülerek).
YAŞAM DENEYİMİ SUNULUYOR
- İşletmenize gelen kişilerle neleri paylaşıyorsunuz?
Biz bir deneyimi; çiftlikten sofraya, doğa içinde, taze, yalın ve samimi paylaşımı sunuyoruz aslında. Otuz dönüm olan çiftliğimizde neler yok ki! Jersey inekleri, Kamerun koyunları, cüce keçiler, sakız koyunları, sultan tavukları; güz zeytini, murt meyvesi, Japon elması, Amerikan sumağı, ada çayı, mavi ladin derken saymakla bitmez. Öte yandan da sofraya koyduğumuz her şey, zeytininden peynirine, sütünden yumurtasına kadar bahçemizin ürünü. Biz burada gıdayı da farklı bir şekilde örgütleyerek aslında bir alternatif de sunmuş oluyoruz. Sıcacık göl evi odaları, seyir terası, ağaç ev, dalından meyve koparmak siz hayal edin, ‘hepsi burada var’ diyoruz. Biz de hayal kurmaya, öğrenmeye, geliştirmeye devam ediyoruz hâlâ. Evimizin kendi ayakları üzerinde durması için süreç içerisinde gelen taleplerle iş toplantılarını, etkinliklerini, aktivitelerini burada yapmak, konaklamak isteyenler için hizmet yelpazemizi genişletiyoruz. Kapılarımız başka türlü yaşamak isteyen herkese açık.
Paylaş