Murat Yalçın - Sibel Bağcı Uzun
Editör-yazar Murat Yalçın ile jürisi olduğu, Osmangazi Belediyesi tarafından bu yıl 19’uncusu düzenlenen Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Yarışması basın toplantısı sonrasında bir araya geldik. Edebiyatta yarışmalardan dergilerin önemine, editörlükten kendi yazın hayatına kadar uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Hayatı da düşle gerçeklik arasında bir sayfanın içerisindeymiş gibi yaşadığını anlatan Yalçın, sayfaları güzel doldurmak gerektiğinin altını çizdi.
- Edebiyatta dergilerin önemi ve yeri nedir?
Edebiyat dergileri edebiyatın taşıyıcı kolonlarıdır. Genç yazarlar da günümüz edebiyatçıları da her zaman dergilerde kendini bulur. Dergiler yaşayan edebiyatın nabzıdır. Sanatın kitleyle buluşma aşamasında çeşitli güçlükler belirir. Edebiyat dergisini de bu anlamda yürütmek zordur. Çünkü bir yandan edebiyatımızda yer etmiş usta yazarlarla ilişkileri sürdürmek bir yandan da edebiyat dünyasının usulünü adabını bilmeyen gençlere yol göstermek gerekir. Bu anlamda gürültünün fazla çıktığı ama çok keyifli, heyecanlı edebiyat ortamlarıdır. Kitap-lık 27’inci yılında, uzun soluklu sayılı dergilerden biri artık. Ama dergiler eskisi gibi edebiyat mahfili değil tabii. Eski usul yüz yüze edebiyat ortamları kalmadı çünkü. Daha çok yazışarak, maillerle iletişim kuruluyor.
ÖNCE SABIR ÖĞRENİLMELİDİR
- Kitap-lık’a gelen yazıları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyanın teknolojik altyapısını değiştirecek bir devrim olarak görülen Blockchain teknolojisi ve kripto para birimleri hakkında merak edilen tüm soruların yanıtlarını Kripto Para ve Blockchain Uzmanı Bilal Yağcı’ya sorduk. Yağcı, söyleşimizde artık paranın yeniden yapılandığını ve şeklinin değiştiğini anlatırken, internet kullanılan her alan için değişimin kaçınılmaz olduğunun altını çizdi. Uludağ Üniversitesi İşletme Topluluğu tarafından organize edilen 8. Girişimcilik ve İnovasyon Zirvesi’nde bir araya geldiğimiz Bilal Yağcı, kripto para tuzaklarına karşı da uyarılarda bulundu.
Öncelikle Blockchain, kripto para ve bitcoin kavramlarına açıklık getirelim mi?
İçerisinde yapay zeka ve kriptoloji (şifreleme bilimi) bulunan Blockchain, bilinen adıyla blok zincir kayıt defteri; dünyanın teknolojik altyapısını değiştirecek olan bir devrim olarak görülüyor. Blockchain de ise her bir blok bir merkezdir ve hiçbir veri değiştirilemez. Bu teknolojisinin para birimi de kripto paralardır. Bitcoin (BTC) ise, Satoshi Nakamoto takma adlı kişi veya kişiler tarafından kriptografi teknolojisiyle yazılmış olan dünyanın en güvenli bilgisayar yazılımıdır. Hayatımıza, dünyadaki ekonomik krizin en üst seviyede yaşandığı 2008 yılında Blockchain teknolojisinin deneysel bir ürünü olarak girdi. Dünya ekonomisini ve geleceğini değiştiren Satoshi Nakamoto da bana göre dahi ve geleceğe yön veren kişi veya kişilerdir.
BEŞ BİNİN ÜZERİNDE KRİPTO PARA VAR
Şu anda işlem gören ne kadar kripto para var, en değerlileri hangileri?
Şu anda www.coinmarketcap.com verilerine göre uluslararası kripto para borsalarında 5 binin üzerinde kripto para var ve bunlar 20 binin üzerinde uluslararası borsada anında o ülkelerin para birimlerine çevrilebiliyor. Mevcut kripto paraların market değeri yaklaşık 250 milyar dolardır. Bu değer insanların kripto paralara gösterdiği ilgiyi ortaya koymaktadır. İşlem değer sıralaması ilk 10 kripto paraya bakarsak Bitcoin, Ethereum, Ripple, Bitcoin Cash, Bitcoin SV, Tether, Litecoin, EOS, Binance Coin ve Stellar’dır. Bu kadar değerli olmalarının sebeplerini kısaca özetlersek teknolojik alt yapıları, kullanım alanları, whitepaper (yol haritaları) şeklinde sayabiliriz.
Sistemi farklı kılan ve Bitcoin’i diğer kripto paralardan ayıran en önemli özellik nedir?
Fotoğraf: Emel Oğuz
Aydın ve Şenol çiftinin hayatları, hepimizin dâhil olduğu tüketim krizine dair ironik bir kara komedi olan oyunun hikâyesiyle değişti. Önce yaşadıkları yeri değiştirerek fazla tüketime “Dur” dediler, sonra hayallerindeki Fafa Tiyatro’yu kurdular.
Füruzan Aydın ve Aşkın Şenol ile oyunlarının Bursa gösterimi öncesi bir araya gelerek, aşklarını, şehirden kaçışla başlayıp tiyatro kurma serüvenine uzanan hikâyelerini konuştuk. Bol kahkahalı ve oldukça keyifli geçen sohbetimizde, oyuncu çiftin kendileri kadar samimi cevaplarını da bulacaksınız.
Füruzan Hanım Bursalısınız, memleketinize hoş geldiniz. Tiyatroya ilginizi, oyunculuğa ne zaman başladığınızı sorayım öncelikle?
Füruzan Aydın: Çekirge semtinde büyüdüm. Eğitim hayatım boyunca tiyatroya ilgim hep vardı. Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda amatör tiyatro kurslarına da gidiyordum. Haliç Üniversitesi Konservatuvar Tiyatro Bölümü’nü kazandım. Son sınıftayken de hocam, rahmetli Müşfik Kenter, Bakırköy Belediye Tiyatrolarına aldı beni ve yaklaşık on bir sene orda oynadım. Daha sonra tiyatrodan atılma sürecim oldu. Baya bir yere saldırdım ama olmayası varmış! O sırada Aşkın da, Tiyatroadam’da çalışıyordu.
Aşkın Bey ile nasıl tanıştınız?
Fotoğraflar: Recai Güler
Her şey oğlunun bağışıklığını artırmak için başladı. Aslı Elif Tanuğur Samancı, ülkemizde neden propolis üretilemediğinin peşine düşerek önce oğlunu iyileştirdi ardından girişimci oldu. 10 arıcı ile başladığı üretimini 7 yılda 2 bin 500 sözleşmeli arıcıya çıkardı. 13 ülkeye ihracat yapmayı başaran Aslı Elif Tanuğur Samancı şimdi de kadınları arıcı yapmak için yola çıktı. Ülkemizde 7 milyon arı kovanı olduğunu anlatan Samancı, “Tüm kovanların yarısından propolis üretimi yapsak bütün dünyaya yeteriz. Eğitim, malzeme ve alım garantisi de veriyoruz. Yeter ki kadınlar sürdürülebilir üretim yapmak için gönüllü olsunlar,” dedi.
“Yapabilirsin” belgeselinin kahramanlarından, Beeo propolis markasının kurucusu Aslı Elif Tanuğur Samancı ile Yüzde Yüz Gönüllüyüz etkinliğinde bir araya geldik. Girişimcilik yolundaki başarını hikayesini ve yolculuğunu sizler için dinledik.
‘HİÇ AKLIMDA YOKTU’
Girişimciliğiniz, kimsenin üretmeye cesaret edemediği bir ürünü oğlunuz için üretmeye karar verdiğinizde başlamış aslında?
Girişimci olmak hiç aklımda yoktu. Oğlumun ayda birkaç kere 40 dereceye varan ateşi oluyordu. Antibiyotikler vücutta iç kanamaya neden olduğu için ilaç da veremiyorduk. Üstelik annem ve babam da doktor olmasına rağmen çaresiz bir duruma girmiştik. Piyasadaki tüm ürünleri hatta anneanne tariflerini bile denemiştik. Tek çare bağışıklığı artırmaktı. Her şey doktorumuzun “Neden propolis arı sütü vermiyorsunuz?” diye sormasıyla başladı. “Hepsi yurtdışından geliyor ve içinde ne olduğu bile belli değil,” cevabını verdiğimde de, “Sen ve eşin de arıcı değil misiniz, o zaman kendin üret” dedi. Oğlumun bağışıklığının zayıf olması nedeniyle yaşadığımız travmatik vaka, beni “Ülkemizde neden propolis üretilmiyor?” diye düşünmeye sevk etti.
KİME SÖYLEDİYSEM ZOR GELDİ
Cesaret veren hikâyesiyle “Yapabilirsin” belgeselinde yer alan Özyılmaz ile Bursa’da katıldığı Yüzde Yüz Gönüllüyüz etkinliğinin gösteriminde bir araya geldik. Büyük bir hayranlık ve umutla dinlediğim Nuran Özyılmaz, değişimin hikâyesini, “Kars’ta ‘kızını ez, kazını ezme’ diye bir söz vardır. Çok şükür emeğimizle kızı kaza ezdirmedik, kazı da paraya çevirdik. En büyük destekçim ise kızlarım oldu” sözleriyle özetledi.
Daha önce hiç çalışmayan biri olarak, girişimci olmaya nasıl karar verdiniz?
Dört kız çocuğu annesiyim. Girişimci olmaya karar vermeden önce kızlarım için çok üzülüyordum. Çünkü babaları sorumsuzdu. Zaruri ihtiyaçlarımızı istediğimizde ya geç geliyordu ya da azarlanıyorduk. Bu durum üzücü ve yıpratıcıydı. Tüm bunlara karşın kızlarımın geleceği için endişeleniyordum. Tek sermayem ise birkaç bilezikti. Önce onları bozdurarak evde tuhafiye malzemeleri satmaya başladım. Arkasından biraz daha para biriktirerek örgü makineleri aldım ve örgü atölyesi açtım. 1990 yılında gerçekleştirdiğim girişimim de şehrimde ilkti. Bu süreçte etrafımı da çok gözlemledim. Anladım ki beni takip eden, cesaretimi örnek alan çok kişi oldu. 18 yılın sonunda yaptığım işin modasının geçtiğini ve örgü kıyafetlerin siparişinin azaldığını görünce yeni bir arayış içerisine girdim. Kızım, “Anne sen zaten yemek yapmayı ve ikram etmeyi çok seviyorsun. Neden ufak bir yer açıp denemiyoruz,” dedi. 2007 yılında önce dört masalık bir yerde yöresel yemeklerle başladık. Bir süre sonra kapıda bekleyenler artmaya başlayınca, “Bu işte ekmek var,” dedim ve daha büyük bir yere geçtim.
Kaz geleneksel bir yemek aslında ama daha önce neden bu kadar ünlenmemişti?
Kars Kaz Evi’ni 2008 yılında açana kadar yöresel bir yemek restoranı yoktu. Sadece evlerde yiyebiliyorduk. Bu nedenle bu işe başladığımda ürüne ulaşmakta da zorluk yaşadığım için, Kaz Yetiştiriciliği ve Irkını Devam Ettirme Derneğini de kurdum. Derneğe üye yaptığım kadınlardan kaz almaya başlayınca herkes kaz temizleyip getirmeye başladı. Derneğim adına Birleşmiş Milletlere sunduğum “Sürdürülebilir Kars Kazı” projem sahada çok başarılı oldu. Kadınlara eğitimler verdirdim. Birleşmiş Milletler ve Turizm Bakanlığından ödüller almaya başladım. Ekonomide yarattığım farkındalık sayesinde kazcılık ikinci büyük üretim alanı oldu.
TABULARI YIKTIM
Şehrinizde ilk olduğunuza göre, kadınlar adına girişimciliğin önünü açmak için hangi zorlukları aştınız?
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi MİLLİ
Ayşe Alagöz ile sohbetimizde, New York-İstanbul-Bursa hattından doğan; aşkın traji komik hallerini edebiyat, tiyatro, müzik ve dansla buluşturan kabarenin arka perdesini konuştuk.Üç kadın yazarın bir araya gelmesini sağlayan, kitaplarından bir oyun sahneye koyma fikri nasıl ortaya çıktı?
Gurbet eldeki dost meclisinin bir ürünüdür diyebilirim. Her şey New York’ta yağmurlu bir nisan akşamında bir heykeltıraş arkadaşımızın atölyesindeki toplantı ile başladı.
Ertesi sabah da, Buket Şahin’in Manhattan’a bakan evinde, Sunay Akın’ın isim babalığını yaptığı “New York Hayal Kumpanyası” ve “3 Elma” kabare projesi doğdu. Aynı zamanda Türk kültür ve edebiyatını Amerikalı seyircilerle buluşturmayı hedefleyen TARTE (Turkish American Repertory of Theater & Entertainment) desteğini aldık. TARTE kurucusu Ayşe Eldek Richardson ve kabarenin müzik direktörlüğünü ve sunuculuğunu da gerçekleştiren Handan Hizmetli ile güzel bir ekip olduk. Sonunda edebiyat, tiyatro, müzik ve tangonun buluştuğu bir kabare ortaya çıktı.
YAŞANMIŞLIKLARIN DIŞA VURUMU
Sizi bir araya getiren şey, özünde vermek istediğiniz mesaj neydi?
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli
Prof.Dr. Şevki Sözen ile Uluslararası Lions Kulübü Dernekleri 118-K Federasyonu ev sahipliğinde düzenlenen “Mutlu Aile Mutlu Çocuk” konferansında bir araya geldik. Toplumsal ve Bireysel İstismarı Önleme Komitesi’nin organizasyonu vesilesiyle, mutlu çocuklar yetiştirmek için bilinmesi gereken öncelikli konular hakkında cevabı merak edilen tüm soruları yönelttik. Mutlu bireylerin mutlu aileleri, mutlu ailelerin de mutlu toplumları oluşturacağını anlatan Prof. Dr. Sözen, “Suçlu insan yoktur, yanlış eğitilen insan vardır,” dedi.
Şiddet ve istismar vakalarının medya kanallarında görünürlüğünün artmasının, benzer vakaların çoğalmasına neden olduğu görüşlerine katılıyor musunuz?
Hiç yokmuş gibi kabul edip, hepsini halının altına süpürürsek o zaman da gözümüzü kapamış, kulağımızı tıkamış oluruz. Bu doğru bir davranış olmaz. Ne yazık ki tüm bunlar toplumumuzda yaşanıyor ve var olduğunu kabul etmek, yüzleşmek zorundayız. Ancak doğru medya okuryazarlığı nosyonu içerisinde, en doğru ve objektif şekilde yansıtmalıyız. Kadına yönelik şiddet ya da çocuğa yönelik istismar olgusunda, mağdurun kim olduğunu bilerek, mağdur üzerinden rating getirecek şekilde değil de; eylemde bulunan kişilerin gerçekten suç işledikleri ve hak ettikleri cezanın çarpıcılığını vurgularsak ancak o zaman caydırıcı olur. Aksi takdirde evet çok haklısınız, mağduru zavallı gösterirseniz, o zaman bu eylemde bulunma potansiyeli olan kişilere prim vermiş oluruz.
KONTROLLÜ OLMALIYIZ
Teknolojinin hızı ile birlikte tehlikeler de boyut değiştirdi mi? Doğru bilgiye sahip olmak daha mı zor artık?
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli
Dernek Başkanı Sertaç Şipka, gönüllülüğün demokrasinin en üstün göstergesi olduğuna olan inancıyla 10 yıl önce Gönüllü Hareketi Derneğini kurdu. Gençlere eğitimde imkân yaratmak hayaliyle başladığı gönüllülük yolunda, ‘Emekli olunca yaparsın,’ sözlerine kulak tıkadı, gönüllülerle yürüttüğü faaliyetlerle 10 binden fazla insana dokunmayı başardı. Türkiye’nin her yerinden 6 bine yakın gönüllü başvurusu aldıklarını anlatan Şipka, çok yakında gönüllülerle gönüllü arayan kuruluşları buluşturacakları dijital bir platformu hayata geçireceklerini açıkladı. Başkan Sertaç Şipka ile gönüllüğün önemi ve her yaş grubuna dokunan projeleri üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Gönüllü olarak çalışmalarınız ilk ne zaman başladı?
Üniversitedeyken topluluklarda, bazı derneklerde üye ve gönüllü olarak aktif çalışıyordum. Tekstil Mühendisliği Bölümünde okurken Avrupa Birliği programlarıyla tanıştım ve mezun olduktan sonra Almanya’da bir gençlik bilgi merkezinde gönüllü programa katıldım. Aynı zamanda iki gençlik merkezi ve izci kuruluşunda da çalıştım. Dört farklı kuruluştan edindiğim deneyimle Bursa’ya döndüğümde, bu tarz çalışmalar yapan kuruluşlar var mı diye araştırmaya başladım. Çünkü ben imkânı kısıtlı bir genç olarak, AB hibesi alarak bu programdan faydalanmıştım. 2009 yılında yurtdışından döndükten bir ay sonra Gönüllü Hareketi Derneğini kurdum ve de 10 yıldır aktif bir şekilde çalışmalar sürdürüyorum.
DERNEĞİ KURARKEN GOOOGLE’A SORDUM
Bu süreçte ne yapıyorsun diyen olmuştur muhakkak. Destek veren oldu mu?