Hatice Doğan Sevinç, Sevilay Çınar, Özlem Doğuş Varlı, Sibel Bağcı Uzun, Burcu Karadağ, Mercan Erzincan.
Fotoğraflar: Recai Güler
Geçtiğimiz hafta Etnomüzikoloji Derneği’nin ev sahipliğinde gerçekleşen bu özel konser sonrası Dernek Kurucu Başkanı Özlem Doğuş Varlı ile bir araya geldik. Doğuş Varlı’dan projenin amaç ve hedeflerini dinlerken, konser için Bursa’da bulunan kadın enstrümanistler Burcu Karadağ (Ney), Hatice Doğan Sevinç (Üç telli Klasik Kemençe), Mercan Erzincan (Bağlama) ve Sevilay Çınar (Bağlama) ile sanat alanlarındaki var oluş hikâyelerini konuştuk. Sanatçılar röportajımızda toplumdaki ön yargıları yıkabilecek en büyük gücün yine kadınlarda olduğunu belirttiler.
Projenin fikir sahibi olarak, “Kadınlar Dünyayı Çalıp/Söylüyor” adıyla neye dikkat çekmeyi amaçladınız?
Özlem Doğuş Varlı: (Uludağ Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Müziği Ana Sanat Dalı Başkanı ve Etnomüzikoloji Derneği Kurucu Başkanı)
Fotoğraflar: Recai Güler
Türkiye-Almanya arasında yarı zamanlı mesleğini sürdürmeye devam eden Müzisyen Anne ile Bursa’da katıldığı bir etkinlik vesilesiyle bir araya geldik. Pozitif enerjisi ile sohbetimize ayrı bir renk katan Ahu Kahraman Yıldırım ile röportajımızda hem hayata karşı duruşunu hem de organ bağışı konusunda edindiği farkındalığı konuştuk.
Sizden bahsedilirken güçlü, mücadeleci gibi unvanlar da arkadan geliyor. Genel karakteriniz hep böyle miydi?
Vallahi çok samimi itiraflarda bulunayım size. Örneğin konservatuara yıllar şarkı söyleyerek, eğlenerek geçer gider diye girmiştim. Anadolu Lisesi’ni de kazanmıştım ama konservatuarın daha kolay bir okul olduğunu düşünmüştüm. Ailem de yeteneğim olduğunu öngörmüştü. İlkokulundan sonra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Piyano bölümüne girdim. Hayalimdeki gibi olmadı tabii. Çok zor bir okuldu ve ben güçlü olmayı, hayata tutunmayı konservatuarda öğrendim. Oradaki rekabet beni büyüttü ve geliştirdi.
Üniversitede nasıl bir öğrenciydiniz?
Epey zor mezun olduğumu söylemeliyim. Bunu da pek kimse bilmez aslında. Birinci sınıfta kaldım, ikinci sınıfta da kalınca okuldan atıldım. Onca yılın emeğinin karşılığında babam bu duruma çok üzüldü. Babama çok düşkünümdür, onun kalbi kırılınca ben hayatta yeniden atağa geçtim. Aftan yararlanarak, çalışıp okula geri girdim ve hiç kalmadan 2005 yılında mezun oldum. Kaldığım yılların telafisi de olsun diye anaokullarında müzik öğretmenliğine başladım. Aslında çocuk ve müziği o öğretmenliğe ne kadar yeteneğim olduğunu o zaman keşfettim.
Kadına yönelik şiddete karşı mücadele için yazılan projeyi Heinrich-Böll-Stiftung desteğiyle hibelendiren dernek, Bursa Şoförler ve Otomobilciler Esnaf Odası işbirliği ile ilk protokolünü imzaladı. Proje kapsamında 21 taksi durağına bağlı 500 taksi şoförüne, ayrımcılık, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet temelli şiddet, kadına ve çocuğa yönelik şiddetle mücadelede yasal süreçler ve mekanizmalar hakkında bilgiler ile şiddetsiz iletişim eğitimleri verilmeye başlandı.
Geniş bir katılımla Almira Otel’de gerçekleştirilen proje lansmanı sonrası, Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği’nin proje ekibini oluşturan üyelerinden projenin doğuş hikâyesini, amacını ve hedeflerini dinledik. Proje sonunda ‘Şiddetle Mücadele Manifestosu’ hazırlanarak tüm eğitim alan duraklara ‘Güvenli Taksi’ unvanı verilmesi amaçlandığı belirtilirken, Türkiye’nin her yerinden eğitimlere büyük ilgi olduğu açıklandı. Hürriyet Bursa, bu önemli projenin tarafları ile hem süreci hem hedefleri konuştu.
ŞOFÖRÜN YAŞADIĞI OLAY ETKİLEDİ
Projenin başlamasında etkili olan çok özel bir hikâye de var. Bizimle paylaşır mısınız?
Dilek Üzümcüler (Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği Kurucusu ve Başkanı): Bu yola çıkışımız bir kadının yaşam mücadele hikâyesi ile başladı. Taksi şoförünün şiddetle mücadele alanında çalışmalarımızı bildiği için bizimle paylaştığı olaydan çok etkilendik. Gece yarısı kocası tarafından uğradığı şiddetten kaçan, ayaklarında terlikleri ile kendini sokağa atan kadın, imdat çığlıkları atarken taksi şoförü ile karşı karşıya kalıyor. Elindeki bileziğini uzatarak, “Param yok, hiçbir şeyim yok sadece bu bileziğim var, al ve beni buradan götür,” diyen kadının sesi halen taksi şoförünün kulaklarında çınlıyordu. Eşi tarafından ağır darp edilen kadının tek istediği; terminale ulaşmak ve nereye gideceğini bilsin ya da bilmesin oradan bir otobüse binip şehrin sınırlarından ayrılmaktı. O gece şoför yardımcı olmak istemesine rağmen ne yapacağını bilememiş, sadece para almadan terminale götürebilmiş. Daha fazla bilgiye sahip olsaydı, belki göstereceği yol kadının hayati tehlikesini bir nebze olsa da azaltacak, devlete sığınmasını sağlayacak ve yasal süreçlerin başlamasına adım atmasını sağlayacaktı.
ŞİDDETE SIFIR TOLERANS
Fotoğraflar: Recai Güler
İki yıldır Türkiye’deki ekmek envanteri çalışmasını sürdüren Doğan ile 42 çeşit ekmeğin üretildiği aile fırını Pasto’da buluşarak, 1800’lü yıllarda dedesiyle başlayan ekmek serüveninin, farkındalık sonucu mesleğinde nasıl bir kültür zenginliğine dönüştüğünü konuştuk. Dünyanın en iyi ustalarına sahip olmamıza rağmen bu mesleğe yeterince sahip çıkamadığımızı söyleyen Hakan Doğan, ekmekçiliğin nesilden nesile aktarılması gereken bir kültür olduğuna ve de üniversitelerde ekmekçilik bölümünün mutlaka açılması gerektiğine dikkat çekti.
Ekmekçilik sizin dede mesleğiniz, sonra babanız devralmış. 1890 yılında nerede başlıyor hikâyeniz?
Erzurum İspirlilerin 1890 yılında Rusya’ya fırınlara çalışmak için gitmesiyle başlıyor. Dedem de içlerinde tabii. Çarlık yıkılınca geri döndüklerinde ülkenin ekmekçileri oluyorlar. Dedem aslında babamın bu mesleği yapmasını hiç istememiş. Vefat ettiğinde zaten babam 9 yaşındaymış ve çalışmak için gurbete çıkmak zorunda kalmış. Zonguldak’ta madenlerde, Adana’da taş ocaklarında çalışmış. Yaşadıklarını anlatınca çok üzülürdük.
Babanız Adil Usta olmaktan kaçamamış, eşeğiyle de markanızın simgesi olmuş?
Babam askerden dönünce, amcasının oğlunun Aydın Kemer’de Süleyman Demirel’in baraj gölünü yaptığı yerde bir fırını varmış. Çağırdıklarında önce bu işi yapmak istemiyorum dese de, sonra karşı koyamayarak başlamış. Babam bazen bize kızdığında “Şu eşek kadar iş yapamadınız,” derdi (gülerek). Çünkü 1955’te ekmekleri o eşeğe yüklerlermiş ve başında biri olmadan lojmanlara gönderirlermiş. Her kapıda anırırmış ve sesini duyanlar inip ekmeğini alırmış. Ekmeğini dağıtınca da geri gelirmiş. Boynunda bir kravatı varmış hatta bayağı espirisi varmış eşeğin.
FIRINDA DOĞDUM
Fotoğraflar: Recai Güler
Akovalıgil, sohbetimizde erkek hegemonyası ile bilinen stand up camiasında kadınlığıyla gurur duyan bir komedyen olma kararını, “Duruşum ve özgünlüğümle ilklere imza attığımın farkındayım. Temeline bakınca aslında kendi kadınlığımla 37 yıl sonra sahnede barıştığım gerçeğini buldum,” sözleriyle açıklıyor.
Bursa sahnesi sonrası bir araya geldiğimiz Miray Akovalıgil ile ilk röportajımızın üzerinden iki yıl geçtiğine inanamayarak koyu bir sohbete daldık. Bu kez avukatlıktan kadın komedyen olmaya uzanan yolculuğunda zorlu ancak kazanım dolu hikâyesinin perde arkasını konuşurken, samimi itiraflarının da bulunduğu bir söyleşi gerçekleştirdik.
Lüks hukuk bürolarından evinizin salonuna transfer olurken verdiğiniz kararın cesurca olduğunu kabul ediyordunuz. Zaman içerisinde yeni sıfatlar da eklendi mi?
Eklenmez mi! İlk röportajım seninleydi ve nasıl da heyecanla verdiğim kararın cesurca bir hamle olduğunu anlatmıştım (gülerek). O zamanlar daha işten ayrılıp hayallerinden koşma trendi yoktu, benim kararım da iddialı bir hamleydi. Avukatlık işinden kurtularak, sadece komedyen olarak anılmayı kafaya takmıştım. Ama hayat işte! Önce maddi olarak komedyenlikten bereketli bir kazanç bulamayınca, zorunlu olarak bir yandan avukatlık ve hukuki tercümanlık yaparken buldum kendimi. Ancak daha sonra bunun bana sadece maddi değil manevi olarak da nasıl destek olduğunu fark ettim. Şimdi tüm sıfatlarıma sahip çıkıyorum; ben bir komedyenim, aynı zamanda bir sosyal medya fenomeni, bir yandan da avukat ve mütercim tercüman ve en önemlisi hayallerine ulaşırken sahip olduğun diğer titrleri bırakman gerekmediğine örnek olan bir insanım. Ne mutlu bana!
Meslek değiştirme kararınızda nasıl köklü değişimler oldu?
Fotoğraflar: Recai Güler
Yoklukla başlayıp iflaslarla devam eden, yerin iki kat altından şehrin en güzel caddelerine taşan ve en güzeli de kitap kokusuyla yayılan bir mücadeleyi okuyacaksınız bu hafta. Sohbetimizde, BKM Kitabevi Yönetim Kurulu Başkanı Kutbettin Bingölbalı başarısının sırrını, “Girdiğimiz çıkmaz sokaklardan geri geri gelirken, aslında ileri gittiğimizi anlayarak büyüdük. 16 metrekareden başlayıp bugün 5 bin metrekare ile Avrupa’nın en büyük kitabevi olmamızı sağlayan en büyük sermayemiz musibetlerden aldığımız nasihatlardır,” diyerek özetledi.
Defter ve kitapla tanıştığınız ilk anı nasıl hatırlıyorsunuz?
Muş’ta ilkokul ikinci sınıftaydım, birleştirilmiş sınıflarda okuyorduk. O zamana kadar kendime ait bir defterim yoktu. Bir arkadaşımıza Libya’da çalışan babası, defter, kalem kutusu, pastel ve kuru boya göndermişti. Bütün sınıf başına üşüşmüştük. Hepsini ilk defa görüyorduk. O gün bana bembeyaz görünen o defterin kokusu hala burnumda... İlk kitabımı ise ortaokulda yatılı olarak Van Alpaslan Öğretmen Lisesinde okurken almıştım. Bir okul gezisi sonrası Erciş ilçesinde bir kitabevine uğramıştık. Ömer Seyfettin’in Kaşağı kitabını almıştım ve hala başucumda kokusuyla birlikte duruyor. Anadolu’da büyüyen, kalemi silgisi olmayan o saf ve temiz çocuğu asla unutmadım. İçimde hala yaşatıyorum.
OKURKEN KİTABEVİNDE ÇALIŞTIM
Bir kitapevi açma hayali ne zaman başladı?
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli
Sevilay ve Umut Oğuz çiftiyle, ön yargılarla başlayan tanışma hikâyelerinden sıra dışı evliliklerine, oğulları Dora’yı büyütürken nasıl “ezber bozan” bir aile olduklarına uzanan bir söyleşi yaptık. Babalığı kendi adına olgunlaşma yolunda bitirme tezi olarak gördüğünü anlatan Umut Oğuz, bu süreçte öğrendiklerini “Şunu anladım ki; dünya ne çekiyorsa sevgisiz yetişmiş insanların nefretinden çekiyor. Çoğumuz bazı şeyleri öne koyup yaşayacağımız mutlulukları erteliyoruz. Kırkında keşfetmiş bir adam olarak diyebilirim ki insanlar mutluluğa giden yolculuğu layıkıyla yapamıyor,” sözleriyle özetledi. 14 Şubat Sevgililer Günü’nde doğum günü de olan Sevilay Oğuz’un yeni yaşını kutluyor, Oğuz ailesine sevgilerinin daim olmasını diliyoruz…
İki yıl içinde âşık oldun, önce evlendin sonra gittin istedin ve baba oldun. Ben de sıralamada senin gibi sondan başlayacağım. Kendin de inanabiliyor musun?
Umut Oğuz: Ben hayatımda sıralamayı hiç tutturamadım zaten. Sevilay’la da her şey tersinden ama çok hızlı oldu gerçekten (gülerek). Ben de bazen Dora’ya uyurken bakıyorum, hala geldiğine inanamıyorum. Bir ailemin olmasını yıllardır çok istiyordum. Doğru zamanda doğru insanla karşılaşmam gerekiyormuş. 2017 senesi benim için ağır bir seneydi. Travmalar atlattım çok zordu. Sonra evrene doğru nasıl bir derin nefes alıp, “tamam teslim oluyorum” dediysem, devamında bir olgunluk sürecine girdim. İşleri serbest bıraktıktan sonra Sevilay çıktı karşıma ve iki yıl içinde yuvam oluşuverdi.
Dora ile nasıl bir ilişkin var?
Umut O. : Gebelik haberini almamızdan itibaren onunla konuşmaya başlamalarım, sohbetlerim, doğduktan sonra bana mucizelerle döndü. İlk kez beni tiyatro sahnesinde yedi aylıkken Bandırma oyunumuzda izlemişti. Annesiyle salonda arkada oturuyorlarmış, uyuması lazımken, hiç odağını kaybetmeden izlemiş. Oyun bitti, kulise geldiler. O anı çekmeyi çok isterdim, asla unutmayacağım. Beni görünce bir güldü… Çok hayran bakışına maruz kaldım ama hayatımda gördüğüm en samimi, en büyük hayran bakışıydı. Ellerini açtı ve sarıldı. O kadar mutlu oldum ki cümlelerde karşılığı yok…
DORA BENİM BİTİRME TEZİM
Tanfer Dinler
Tanfer Dinler’in hızına köy ziyaretleri arasında gerçekleştirdiği Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu söyleşisinde tanık oldum. Büro Yönetimi ve Yönetici Asistanlığı Bölümü öğrencilerine sosyal girişimciliği anlatan Dinler ile yaratmaya çalıştığı kolektif bilinç üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Eğitimci ve çiftçi Dinler, söyleşimizde tarımın sadece çiftçilerin işi olmadığının altını çizerken, tüketicilere de “tarıma ve gıdanıza sahip çıkın” çağrısında bulunmayı ihmal etmedi.
Kırk yıldır hiçbir karşılık beklemeden üniversite öğrencilerine mentörlük yaparak girişimciler yetiştiriyorsunuz. Nereden geliyor enerjiniz?Gençlere dokunduğumda güçlerinin farkına varmaları, neler yapabileceklerini görerek birçok projede inanılmaz başarılar elde etmeleri büyük bir keyif veriyor. Örnek ve rol model olması açısından isimler verirsem; güzel sanatlar mezunu Nilüfer Erdin önce kaynatmadan sanat eseri doğal zeytinyağı sabunları yaptı. Sonra arılar için bal ormanları ve yabanda meyvecilik projesi. Tarım Girişimcileri Dünya Şampiyonasında dereceye girdi. Bir diğer girişimci yine uluslararası ödüllü Hasibe Akın. Paris, Londra gibi kentlerin çatılarından sonra Akmerkez’in çatısında çiftlik kurdu. Kentte permakültür alanlarında projeler üretiyor. Yine herkesin çok yakından tanıdığı bir öğrencim ise Tülin Akın, tarım ile çevre dostu teknolojiyi bir araya getirerek 1,5 milyon çiftçiye ulaşan TABİT’i kurdu. İlk birlikte çalışmaya başladığımızda ona sosyal girişiminden dolayı dünya şampiyonu olacağını ve hatta ileride Nobel’e aday gösterileceğini söylemiştim. Şaka yaptığımı düşünmüştü ama tam yedi yıl sonra 2014 yılında Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Aydın’da dünyada bir örneği olmayan Akıllı Köy’ü kurdu ve 2018 yılında Davos’ta dünyanın en başarılı sosyal girişimcisi seçildi.
Özellikle gençlere, girişimcilere ilk tavsiyeniz ne oluyor?
Seçimlerinize dikkat edin ve ne istediğinizi iyi bilin! Bu hayatta iki şeyi doğru seçmek lazım; iş ve eş! Ben ODTÜ’de bilgisayar mühendisliği okurken bölümü bırakıp Ziraat’a geçtim. Çünkü çiftçi olmak istiyordum. Çinli Düşünür Lao Tzu, “Bir yıl sonrayı düşünüyorsan tohum ek; on yıl sonrası ise düşündüğün ağaç dik; eğer yüzyıllarsa düşlediğin insanları eğit o zaman.” demiş. Ben üçünü de yapıyorum. Tohum ekiyorum, her yıl bin ağaç dikiyorum. Düşlediğim yüzyıllar için; toprağa tohum eker gibi bilgi ekiyorum ve kırk yıldır insanları eğitiyorum. Sadece gençlere değil profesyonel olarak şirketlere de danışmanlık yapıyorum. Aslında ben buna eğitim değil de bilgi paylaşımı diyorum. Çünkü eğitirken eğitiliyorum.
GENÇLERDEN ÖZÜR DİLİYORUM
Peki, daha iyi bir gelecek için bize engel olan ne?