20. yüzyılın en büyük film yıldızı ve bugün biz hanımların giydiği pantolon modasının başlatıcısı olan Katharine Hepburn, 96 yaşında bu dünyadan ayrıldı. Katharine, Cebelitarıklılığı ile sportif erkeksi giyimi birleştirince bugüne kadar kimsenin aklına gelmeyen bir şıklık ortaya çıkarmıştı.
Annesi ve babası, her ikisi de iyi tahsil görmüşlerdi. Dr. Hepburn meşhur bir cerrahtı, sekste hijyen uzmanıydı ve zührevi hastalıklarla savaşın öncülerindendi. Annesi ise Bryn Mawr Üniversitesi mezunuydu. Çok az kızın eğitim gördüğü bir devirde kadın hakları ve aile planlaması üzerine master derecesi olan bir avukattı. Bu akıllı ve zeki çift Katharine'i ve beş kardeşini o devrin tam tersi bir felsefeyle ve çocukların karakterlerinin ilk beş senede geliştiğine inanarak yetiştirmişlerdi. Bu, 1907'de Hartford'ta yani Connecticut'ta doğan bir çocuk için oldukça ileri görüşlü bir düşünce tarzıydı. Rahat bir ortamda yetiştirildi. Korkusuz ve hayata güzel bir bakış açısı ile yönlendirilerek büyütüldü. O tarihlerde Hartford'lu ailelerin tam aksine evlerinde seks üzerine serbestçe tartışmalar yapılmaktaydı, anneleri doğum yaparken çocuklar seyretmişti, babaları ise soyunma odasında çıplak olarak çocuklarıyla bazı konuları konuşabilmekteydi.
O tarihlerde kızlar bol dantelli iç eteklikler giyerlerken, erkek gibi giyinip saçlarını kısa kestiren Katharine'i öğretmeni giyiminden dolayı eve yolladığı zaman annesi öğretmeni çağırarak ‘‘Kızımın nasıl giyinmesi gerektiğine ben karar veririm, siz değil’’ demişti. Hepburn'lerin evinde erkek ve kadın ayrımı yapmadan ‘‘sertlik’’, ‘‘bağımsızlık’’ ve ‘‘özgüven’’ öğretilmekteydi.
Bir artist için en büyük yaşam hazinesi aşk ve acıydı. Katharine bu duyguların her ikisinin de bol bol tadına bakmıştı. On dört yaşında acıyı ilk defa, en sevdiği onaltı yaşındaki erkek kardeşi Tom kendini asarak intihar ettiğinde tatmıştı. Çünkü bu ailede duygular ve hayatın acı tarafları hiç bir zaman öğretilmemişti. En sevdiği kardeşinin ölümünden sonra içine kapanan Katharine okula gitmeyi reddetmiş ve liseyi evde çalışarak bitirmişti.
1924'te Philadelphia'da Bryn Mawr Koleji'ne yazılan Katharine sınıfında sevilmeyen bir öğrenciydi ve okul bitimine bir sene kala eve gelerek artık okula gitmek istemediğini, artist olmaya karar verdiğini söyledi. Liberal düşünceli Dr. Hepburn, yönetmenlerle yatıp kalkmadıkça artist olunamayacağı iddiasıyla kızını koleje geri gönderdi. Katharine, dersleri iyi olduğu takdirde sahneye çıkabileceğini anlayınca iyi çalışarak sahne hayatına daha okuldayken başlamış oldu.
Sahneye çıkmanın verdiği sarhoşlukla birdenbire ayçiçeği gibi açıldı. Okulun önündeki havuza çıplak girmek, yatakhanede sigara içerken yakalanmak, bir arkadaşıyla birlikte erkek kılığına girerek geceleri Philadelphia sokaklarında dolaşmak gibi pek çok haşarılıklar yaptı. Hatta Philadelphia sosyetesine mensup ve daha sonra yegáne kocası olan zengin Lugdow Ogden Smith'in evini ziyaret edip ona çıplak pozlar vererek fotoğraflarını çektirmişti.
New York'ta sahne dışındaki ortamda bohem stiliyle ve şahsiyetiyle dikkat çekmişti. Gayet aleláde bol pantolonlardan oluşan erkeksi giyimi, solmuş bir erkek kazağı ve yassılaşmış fötr şapka kullanmaktaydı. Makyaj yerine alkolle yüzünü parlayıncaya kadar ovuşturmakta ve hiç mücevher takmamaktaydı. Bütün derdi meşhur olmaktı, birçok rol bulduğu halde tiyatro eğitimi almadığı için hepsinden kovuldu.
‘‘Luddy adında bir melekle 1928'de evlendim ve 1934'te boşandım. Artist olmak gayretimi çok desteklediği halde kalbini kırdım ve parasını yedim’’ diyordu Katharine Hepburn yegáne kocası için.
Katharine 4 Temmuz 1932’de Pasadena, California'da trenden indiğinde artist ajanı Myron Selznick ‘‘Bu kadın için 1500 dolar alırız’’ demişti ortağına. Halbuki RKO stüdyolarıyla üç misli daha pahalı bir fiyata anlaştı ama verilen paranın her kuruşunu da hak etti. Kameralar Katharine'i sevmişti ve halk yuvarlaktan ziyade köşeli olan yüzünü çok tutmuştu. Onu seksi bulmayan film yapımcısı David Selznick, istemediği halde yönetmeni George Cukor'un ısrarlarını kabul ederek kontratını yenilemişti.
RKO stüdyosu patronları zamanla Crawford veya Dietrich'e benzeyeceğini ümit ediyorlardı ama Katharine Hepburn kendi station vagon'unu kullanmakta, gayet sakin bir hayat sürmekte, işe gelirken makinist tulumları giymekte ısrarlıydı. Bir gün RKO'da çalışanlar jeanlerini alıp sakladılar ama stüdyonun dışına çıplak olarak çıkacağı tehditlerini savurarak pantolonunu geri almıştı.
Katharine artık bir stardı ve Spencer Tracy'yle ‘‘Senenin Kadını’’ (Woman of the Year) isimli filmin başrollerini paylaşacaktı.
Tracy, ‘‘Tırnaklarının içi kirli, sadece pantolon giyen ve cinsiyeti belli olmayan bir kadınla nasıl film yapıp rol paylaşacağım’’ demişti ama birlikte tam dokuz film çevirdiler.
Tracy, Katolik bir İrlandalıydı ve karısını iki çocuğuyla terk etmişti. Biri kız olan çocuklardan ikincisi erkekti, duyma özürlüydü ve Spencer karısını terk ettiği halde oğluna bağlı olduğunu hissederek devamlı suçluluk duygusuyla yaşamaktaydı. Bedbahtlık, özgüvensizlik ve suçluluk duygusu kendini içkiye vermesine neden olmuştu. Film setine çıktığı zaman tırnağına kadar sanatını icra etmekle birlikte setten inince gene içkiyle avunmaktaydı.
Katharine onu dayanılmaz bulmaktaydı ve körkütük áşık olmuştu. Bu patates çuvalına benzeyen adamın nesine áşık olduğunu dostları bir türlü anlayamamaktaydı. Sapına kadar İrlandalı olan Tracy'nin gülmesine ve güldürmeyi bilmesine hayrandı.
Katharine'nin Tracy'ye aşkı ona daha evvel hiçbir zaman yapmayı düşünmediği işleri yaptırmıştı. Onun için şahsiyetini bastırmıştı, inatçılıktan vazgeçmişti. Arkadaşları ve meslektaşları için onun bu hali kabul edilemez ve acı vericiydi, zira kendinden çok emin bu kadına bu adam ne teşekkür ediyor ne de sevgi gösteriyordu. Herkesin içinde durmadan tenkit ediyor ve aşağılamaktan adeta zevk alıyordu. Kimseye boyun eğmeyen Katharine, her şeye rağmen ona körkütük áşıktı; her türlü ihtiyacını yerine getiriyor, bütün hayatını onun programı etrafında ayarlayarak kulu-kölesi oluyordu.
Her ne kadar biz hanımların hayatına pantolonu sokmasına, kendinden emin, kimseye boyun eğmeyen ve prensiplerinden taviz vermeyen bir kadın olmasına rağmen, áşık olunduğunda her şeyden vazgeçilebildiğini göstermişti.
İyi ki áşık olmuşsun, aşkını doya doya yaşamışsın. İnsanın yaşadığı yanına kár kalıyor... Toprağın bol olsun, Katharine Hepburn...