İki şekilde rahim eksikliği yaşanır. Rahmin hiç olmaması ya da 3/1’lik bölümünün olmamasıdır. Kadının rahminin hiç olmaması, diğer duruma göre daha nadir görülür. Her iki durumda da kadınlarda yumurtalıkların fonksiyonları normal çalışır. Sadece vajinaları normalden daha kısadır. Doğuştan rahmin olmamasının sebebi ise tam olarak bilinmez.
Doğumsal rahim anomalileri, doğal yollarla gebe kalamayan kadınların karşılaştığı sorunlardan biridir. Rahim anomalilerinin hafif derecede olanları, kişinin herhangi bir şikâyette bulunmasına sebebiyet vermediğinden ve gebeliğe engel olmadığından genellikle fark edilmez; fakat orta ve ileri derecede olanları sorun çıkarabilir.
Özellikle hastanın ergenlik döneminde adet olmaması ve bu durumdan şikayetle doktora başvurması sırasında anlaşılabilir. Sadece adet kanamaları değil, cinsel ilişki sırasında yaşanan ağrı ve zorlamalar da, rahmin olmamasının habercisi olabilir.
Kısırlığa sebep olan rahim problemlerine yapılan cerrahi müdahaleler sonucunda, başarılı bir gebelik elde edilebilir. Ancak rahim olmaması durumunda tek çözüm kadavradan rahim naklidir.
TÜRKİYE’DE RAHİM NAKLİ
2011 yılında 7 saat süren bir ameliyat sonucunda, dünyada ilk kez 23 yaşındaki Derya Sert’e, Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Plastik Cerrahi ve Estetik Rekonstrüktif Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Özkan kadavradan rahim nakli yapmıştı.
Daha sonrasında Özkan ve ekibi, hastanın hamile kaldığını açıklamış; ancak 8. hafta sonunda gebelik sonlandırılmıştı.
Hastalık zamanla retinanın ışığı yakaladığı hücrelerle alt katman arasındaki iletişimi koparıyor ve hastada körlüğe yol açıyor. RPE65 isimli bir genin de dahil olduğu 19 farklı genin bir kısmının veya hepsinin mutasyona uğraması sonucu oluştuğu fark edilen hastalık nadir ortaya çıkıyor olsa da her 80 bin kişiden birini etkiliyor. Bu hastalığa sahip çocuklar bir nesneye odaklanmakta ve bakışlarını sabitlemekte ciddi sıkıntılar yaşıyor. Ancak bulguların erken fark edilmesi dahi hastalığı durdurmak için yeterli gelmiyordu.
2 HAFTA İÇİNDE GÖRME YETİSİ KAZANILABİLİYOR
Amerika’da uzun süredir yürütülen araştırmalarda değişikliğe uğratılan adenovirüs taşıyıcı olarak kullanılarak, retinaya sağlıklı RPE65 geninden milyonlarcası enjekte edildi. Varotigen neparvovek ismi verilen bu tedavi yönteminde virüsün bozuk genin sağlıklı olanını taşıması ve retinaya ulaşması ile retinada iyileşmeler gözlenebiliyor. Kontrollü deneylerde tedavi edilen 29 hastadan 27’sinde görü yetilerinin yüzde 93 oranlarına ulaştığı ifade ediliyor. Her hastanın tedaviye verdiği yanıt değişse de yüksek oranlarda görme kaybı giderilebiliyor. 2 hafta gibi bir süre içinde uygulanan tedavi ile mutasyona uğramış genlerde ciddi oranlarda başarı sağlanabiliyor.
***
LCA ile yola çıkılan araştırmada 225 farklı genin körlüğe sebep olduğu ortaya konuldu. Yaşa bağlı göz deformasyonları gibi farklı nedenlerle de ortaya çıkan ve göz sağlığını tehlikeye atan durumlarda bu gen tedavisi farklı versiyonlarıyla kullanılabilecek. Şimdilik sadece LCA hastaları odaklı yürütülen gen tedavisi ile hastalar labirentte yollarını bulabildikleri, ışığa duyarlılık ve çevre algısı gibi yetilerinde gelişmelerin önemli ölçüde olduğu görülüyor.
Vücudun belki de en önemli duyusu olan görme yetisinin yeniden kazanılması için geliştirilen bir ilaç yakın bir zamanda FDA onayını aldı. Görmeyle ilgili çoğu hastalığın tedavisi için de umut kaynağı olan araştırmalar bu alanda yeni bir kapı aralamışa benziyor.
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN BU İŞTE BİR YAMUKLUK VAR
Çocuğunuzun bir omzu eğik duruyor veya yürürken zorluklar yaşıyorsa sebebi skolyoz olabilir. Küçük yaşlarda ortaya çıkan skolyoz fark edilmediği takdirde ciddi problemlere yol açabiliyor. Bu sebeple özellikle gelişim çağındaki çocuklarda dikkatli olmak gerekli. Çünkü bu çağda hastalık hızla ilerleyebiliyor ve yaş ilerledikçe iyileşme daha uzun ve zor bir sürece dönüşüyor. Çoğu skolyozun sebebi bilinmiyor. Ancak doğuştan olan gelişimsel problemleri, sinir-kas hastalıkları, travmalar, omurga tümörleri ve duruş bozuklukları da skolyoza sebep olabiliyor. Tedavi aşaması için öncelikle bu eğriliklerin çekilen röntgen filmleriyle cobb açısı denen ölçü birimiyle eğrilik derecesi belirleniyor. Eğer cobb açısı küçükse fizik tedavi veya korse ile bu eğrilik düzeltilebiliyor. Eğer bu açı 50’den fazlaysa cerrahi müdahale gerekebiliyor.
Şiddetli ağrılarda kişi, yüzünü eli ile tutup o tarafa bu tarafa dönebilir. Ağrı sıklıkla ‘elektrik çarpması’ veya ‘elektrikli bir çivi ile o bölgeye giriliyormuş’ gibi tarif edilmektedir. Birkaç saniye kadar sürer ve arka arkaya devam edebilir.
***
Trigeminal nevraljiye yönelik tedavi alternatifleri konusunda Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Ersin Erdoğan’ın görüşlerine başvurduk. Klasik trigeminal nevraljide başlangıç tedavisinin ilaç ile yapılması gerektiğini belirten Erdoğan, şu bilgileri verdi:
“Hastanın zamanla şikâyetlerinin artması, ilaca cevap vermemesi ve nihayetinde ağrıyı kontrol edememesi durumunda cerrahi yani girişimsel yöntemlere başvurulmalıdır. Özellikle ilaca dirençli olgularda mutlaka trigeminal nevralji protokolüne uygun MR yaptırılıp belirgin vasküler temas varsa, ilk yapılacak müdahale mikrovasküler dekompresyon ameliyatı olmalıdır, bu ameliyatın başarı oranı diğer yöntemlere göre oldukça yüksek olup hastalığın tekrarlama olasılığı da oldukça azdır. Bunun dışında radyofrekans termokoagülasyon, mekanik balon kompresyon, gliserol, radyocerrahi, periferal nörektomiler ve sinir blokları gibi ablatif cerrahi prosedürler de uygulanmaktadır.”
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN
TOPRAĞIN TADI BİR BAŞKA
Pika sendromu, özellikle küçük çocuklarda görülen toprak, kağıt, kum, kurşun kalem gibi maddelere karşı oluşan yeme isteği olarak bilinir. Çoğunlukla vücuttaki demir, çinko, bakır eksikliğinden kaynaklanan bu sendrom ileri yaşlarda da görülebiliyor. Çocuğunuz bulduğu her şeyi ağzına atıyorsa bu sadece basit bir refleks olmayabilir. Genellikle demir ve çinko eksikliği ile ortaya çıkan pika sendromuna dikkat etmekte fayda var. Ancak çocukların yenmemesi gereken nesneleri ayırt edemeyecek durumda olması bu durumu zorlaştırıyor. Ayakkabının altındaki toprağı yalama, kalem arkalarını ısırma, pilleri ağzına sokma gibi durumlarla en çok belli eden sendrom sindirim sistemine zarar veriyor ve dikkat edilmezse bağırsak delinmesine kadar gidebiliyor.
Tam da bu noktada, 3 boyutlu (3B) bioyazıcı devreye giriyor. Doku ve organ üretebilecek bir teknolojiye sahip olmak çok büyük önem arz ediyor.
3B yazıcıyla hastaların kendi hücreleri ya da kök hücreleri kullanılarak doku ve organ üretimi gerçekleştiriliyor. Yazıcının kartuş materyali ise hücre ve benzeri biomateryallerin biyo-mürekkep olarak kullanılması olarak karşımıza çıkıyor.
NASIL GERÇEKLEŞİYOR?
İlk olarak hücre üretimine, ardından da damar üretme çalışmalarına başlanıyor. Bir organın üretimini sağlayabilmek için en temel bileşenden (hücre) başlanıyor. İlk aşamada üretilen hücrelerin de, damarlar olmadan canlı kalmaya devam edemeyecekleri gözlendiğinden yazıcı, insandaki tek ve en büyük olan aort damarına benzer bir üretim gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu konudaki çalışmalar halen devam ediyor. Normalde, bu damarla aynı işlevi görmesi için sentetik damarlar kullanılıyor, fakat bunlar maalesef gerçeğine uygun olmadığı için aort damarı doku örneğinin hücreleri ve destek yapıları kat kat 3B basım gerçekleştirilerek oluşturuluyor.
CANLI HÜCRELERDEN YAPAY DOKU ÜRETTİLER
Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde (SUNUM), Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Üretim Sistemleri Programı Öğretim Üyesi Bahattin Koç ve öğrencileri; Can Küçükgül, Saime Burçe Özler, Forough Hafezi canlı hücreler kullanarak 3B boyutlu biyo-basım yöntemi ile yapay doku üretmeyi başardı.
Bahattin Koç liderliğindeki 3B Doku Ve Organ Basımı Proje Grubu’nun nihai hedefi, laboratuvar ortamında bir doku veya organının bir bölümünü, anatomik yapısına uygun olarak 3B biyo-yazıcı ile canlı hücreler kullanarak basmak. Projenin ileriye dönük en önemli hedefi, 3B biyo-yazıcı ile hastanın kendi normal hücrelerini veya kök hücrelerini kullanarak, gereken doku hatta organının bire bir kopyasını üretebilmek. Böylece hastanın kendi hücreleri ile üretilen yapay doku veya organı hastanın vücudunun reddetmesi gibi bir durumu ortadan kaldırmak.
Konuyla ilgili Acıbadem Hastanesi Radyoloji Uzmanı Dr. Mehmet Yörübulut’tan anne adaylarını ilgilendirecek çok önemli bilgiler aldık. Yörübulut, anne ve bebek sağlığını ilgilendiren durumlarda MR çektirmenin bir sakıncası olmayacağını hatta, “Aksine anne ve bebek sağlığı için yaptırılması gerekli durumlar olabilir” diyor. Dr. Mehmet Yörübulut, bu zamana kadar yapılan bilimsel araştırmalarda da MR’ın anne ve fetüs sağlığı üzerinde olumsuz bir etkisinin olmadığını da dile getiriyor.
RADYASYON İÇERİYOR MU?
Yörübulut “Gerekli bilgilendirme ve hazırlıklar yapıldıktan sonra doktor eşliğinde anne adayına çekim yapılabilir. MR, ayrıca radyasyon içermediğinden ve hastalıkları teşhis başarısı yüksek olduğundan güvenilir bir tetkik” ifadesini kullanıyor. Sonuçta; hamilelikte de aksi giden bir durumun teşhis edilmesi veya şüphesinin giderilmesi için MR’a ihtiyaç duyuluyor.
Hamileliğin ilk üç ayında bile MR çekiminin yapılmasının hiçbir yan etki oluşturmadığını açıklayan Yörübulut, “Ancak biz hekimler tedbir olarak ilk üç ayda acil bir durum yoksa, MR çekimin bir sonraki trimestere bırakılmasını tercih ediyoruz. Ancak acil ve gerekli durumlar için bu süreyi beklemeye gerek duyulmuyor. Anne karnındaki bebeğin sağlıklı olup olmadığını anlamak için, zaman kaybetmeden ‘fetal MR’ görüntüleme yapılması gerekebiliyor. Hamileliğin 24. haftasından itibaren uygulanabilen fetal MR, fetüsün ve plasentanın değerlendirilmesi açısından ultrasonografiden daha güvenilir sonuçlar veriyor” bilgisini veriyor.
İLAÇSIZ OLMALI
Yörübulut, MR çekimlerinde damar yolu ile verilen ‘kontrast madde’ denilen ilaçların hamilelere verilmediğini söylüyor. Her ne kadar kontrast madde üzerine yapılan çalışmalarda, hayvanlar üzerinde teratojenik bir etki gözlenmediğini söylese de, insanlar üzerinde yeterince çalışma yapılmadığından tavsiye edilmediğini dile getiriyor. Bu sebepten MR çekimleri, anne adaylarına kontrast madde verilmeden yapılıyor.
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN
PREMATURİTE VEYA PREMATUR BEBEK NEDİR?
Prostat kanseri şu anda erkeklerde en sık görülen kanser olup ölüm sıralamasında akciğer kanserinin arkasından ikinci sırada geliyor.
***
Prostat kanseri tanısında parmakla prostat muayenesi ve kanda PSA ölçülmesi önemli klinik bilgi veriyor. Şüpheli olgularda kesin tanı koymak için prostat biopsisi yapmak gerekiyor. Prostat biopsisi ile ilgili TOBB ETU Hastanesi Üroloji Anabilimdalı Başkanı Prof Dr. Öztuğ Adsan şu bilgileri verdi:
KÖRLEME BİOPSİ YAPILIYOR
“Şu anda prostat biopsisi standart olarak makat yolundan yapılmaktadır. Makattan yerleştirilen ultasonografi cihazıyla prostat dokusundan 12 adet körleme biopsi yapılıyor. Şüpheli vakalarda eğer kanser yakalanamazsa biopsiler en az 3 kez tekrarlanıyor. Dolayısıyla bu işleme ait komplikasyonlar artıyor. Kanser tanısındaki yetersizliğin yanında makat yolu kullanıldığı için hastalarda ciddi enfeksiyon riski, kanama ve ağrı şikâyetleri oluyor. Standart yolla prostat biopsisi yapılan hastalara “Tekrar biopsi olur musunuz?” diye sorulduğu zaman hastaların yarısından fazlası bu yüzden biopsi olmak istemiyor.
3D GÖRÜNTÜLENİYOR
Prostat kanseri için en iyi görüntüleme ve tedavi yöntemleri artık füzyon sistemlerle sağlanıyor. Hedefe yönelik füzyon prostat biopsilerinde ise hastanın prostat yapısı detaylı MR ile ortaya çıkartılıyor. Prostat içindeki şüpheli alanlar net olarak görülüyor. Daha sonra özel bir yazılımla bu görüntüler 3 boyutlu(3D) ultrasonografi cihazına aktarılıyor. Şüpheli alanların işaretlenmesini takiben özel tasarlanmış biopsi aparatlarıyla gerçek zamanlı hedefe yönelik biopsiler alınıyor. Şüpheli alanların işaretlenmesi hata payını en aza indiriyor. Böylece gereksiz alanlardan alınacak biopsiler engellenmiş oluyor. Hedeflenen alanlardan alınacak biopsiler ise varsa tümörün kesin tanısını konulmasını sağlıyor.
Saç ekimi uygulamaları başladığından bu yana sürekli yeni yöntemlerle karşı karşıyayız. Bugünkü konumuz olan mikrocerrahi(biyomikroskopi) ile saç ekimiyle ilgili tripaestetik doktorlarından Dr. Muhammed Özgehan’dan konuyla ilgili bilgi aldık.
ÇİM ADAM GÖRÜNTÜSÜNE SON
“Bu yöntemin en büyük avantajı daha sık bir saç ekimi sağladığı için halk arasında çim adam görüntüsü denen görseli engellemesi. Yine bu yöntemde mikrocerrahi kullanıldığı için tek seferde 12 bin saç kökü ekilebiliyor diğer yöntemlerde en fazla 8 bin saç kökü alınabiliyor. Ayrıca 1 santimetrekaredeki saç kökü 40 köke kadar ulaşabiliyor.
***
Alım alanında saç çok az ise, sakal ve vücut bölgesinden de kök hasatı alınabildiği için, ileri derece saç dökülmesi olan bireylerde çok iyi sonuçlar alabiliyoruz. Ayrıca alım alanında mikrocerrahi yöntemde kullanılan küçük punch çapları çok küçük olduğu icin, genellikle kafanın arka bölgesinde alım izlerini engeller hatta alınan bölgede hemen hemen hiç iz olmaz ve yaralar çok hızlı iyileşir.
Mikrocerrahi FUE saç ekiminde devrim niteliğinde sonuçlar göstermektedir. 1.5 yıldır uyguladığımız bu yöntemde geri dönüşlerimiz çok memnuniyet verici.”
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN YÜZÜM DONDU
Medicana International Ankara Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Kurt, epilepsi rahatsızlığında ilaca dirençli hastalarda tedavide, büyük önemi olan cerrahiyi tercih edebildiklerini söylerken, “Uygun olan hastaların yüzde 95’i cerrahi sonrası nöbetsiz hale gelir. Bu, büyük bir avantajdır ve hastanın hayatında beyaz bir sayfanın açılması anlamına gelir. Kalan yüzde 5’lik kısımda da aslında bir pozitif değişimden bahsediyoruz; nöbet sayıları ve sürelerinin azaldığını gözlüyoruz” dedi. Kurt şunları söyledi:
TETKİKLER SONUCU KONSEY KARARI ALINIR
“Epilepsinin asıl tedavisi açık cerrahidir. Ancak öncelikle medikal/ilaç tedavisiyle epilepsiye çözüm bulunmaya çalışılır. Eğer bu tedaviye dirençli bir vaka söz konusu ise bir takım ilaç değişiklikleri ve kombinasyonlar uygulanır. Ne yazık ki hastaların önemli kısmında, ilaca direnç söz konusudur. Ortalama 2 yıllık böyle bir mücadelenin ardından ilaca rağmen nöbetleri devam eden hastanın, artık cerrahi yönden değerlendirmesini yapmak gerekir. Epilepsi cerrahisine karar vermek ise bir ekip işidir. Cerrahi müdahale kararı, gerek radyolojik olsun gerekse hastanın davranışlarını ve nöbet şeklini gösteren bir takım tetkikler sonucu konsey tarafından alınır.
***
Beyin-sinir cerrahlarının yanı sıra çocuk yaştaki hastalar için çocuk nöroloğu, yetişkinler için erişkin nöroloğu, psikiyatrist ve psikolog ile nükleer tıpçı ve radyoloğun oluşturduğu bir konseyde hastanın tüm verileri masaya yatırılarak cerrahiye uygunluğu değerlendirilir. Epilepsi tedavisinde radyocerrahi uygulama da mümkün olmakla birlikte sınırlı bir alana sahiptir. Uygun hastalarda yani cerrahiye elverişli olmayan beyin tümörlerinde, damarsal bozukluğu olan kişilerde, bu seçenek tercih edilebilir.”
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN
ANKSİYETEM TUTTU GALİBA