Şenol Kalyoncu

Hipertansiyon tedavisinde yeni ufuklar

5 Ocak 2020
Hipertansiyon, tüm dünyada yaygın olarak görülen kronik rahatsızlıkların başında gelir.

Ülkemizde neredeyse 15 milyon kişi, yani her 3 kişiden biri yüksek tansiyon belirtileri taşır. Bu hastaların yaklaşık yüzde 5-6’sı etkili bir tedavi ile sağlığına kavuşabilir. Hipertansiyon birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkan kan basıncı yüksekliğidir. Hipertansiyonun ortaya çıkış nedenleri arasında genetik yatkınlık ve aşırı tuz tüketimi ilk sıralarda yer alır. Ancak hastaların yüzde 95’inde yüksek tansiyon nedeni belli değildir. Mutlaka kontrol altına alınması gereken hipertansiyon, ani tansiyon yükselmelerinde beyin kanaması ve felce neden olabilmektedir. Yüksek tansiyon nedeniyle organları besleyen damarlarda tıkanma, genişleme veya yırtılma meydana gelebilir. Hipertansiyon organlara giden kan akışını bozarak organ yetmezliklerine neden olabilir. Yüksek kan basıncı adıyla da bilinen hipertansiyon, uzun süre belirti vermeden böbrek, beyin, kalp ve damar sistemine verebileceği hasar nedeniyle ‘sessiz düşman’ olarak da anılmaktadır. Kan dolaşımı için gereken basıncın normalden fazla olması anlamına gelen ‘yüksek tansiyon’, mutlaka uzman kontrolünde takip edilmelidir. En belirgin hipertansiyon belirtileri arasında aşırı yüksek kan basıncına bağlı olarak baş ağrısı, baş dönmesi, nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı, görmede bozukluk oluşabilir. Ayrıca hipertansiyon belirtileri arasında; halsizlik, yorgunluk, burun kanaması, kulaklarda çınlama, yürüme ve merdiven çıkmada zorlanma, bazen çok sık idrara çıkma, gece uykudan uyanıp idrar yapma ve bacaklarda şişlik olabilir.

ÇOKLU ÇALIŞMA YAPABİLİYOR

Avustralya’daki New South Wales Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen çalışmalarda kardiyovasküler sistem ile boğazdaki kasları eş zamanlı olarak kontrol eden bir grup beyin hücresi bulundu. Bu hücre grubunun oluşturduğu bağlantı da bütün hayatı etkileyen hipertansiyon ve böbrek yetmezliği gibi hastalıklarda çalışmaz halde duruyor. Uzun süredir yapılan çalışmalar bu etkileşimin sinir sisteminin tam olarak neresinde gerçekleştiğini gösterdi. Aynı hücre grubunun yutma hareketi için de rol alıyor olması; bir hücre grubunun aynı anda birden fazla hayati fonksiyonu kontrol etmek için çoklu çalışma yapabildiğini gösteriyor. Bu da beynin, vücudun o anki ihtiyaçlarına göre adapte olabildiğini gösteriyor. Araştırmacılar bu bulguları ilaçlara direnç gösteren ve dünya çapında kardiyovasküler ölümlere neden olan hipertansiyon hastalarının tedavisinde yeni bir yöntem geliştirilmesine imkân sağlayacağı görüşünde.

ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN

CİLT ÇATLAKLARI

Kadınların çoğunun yaşadığı ve çözüm aradığı bir durum olan cilt çatlaklarındaki en önemli faktör hormonlardır. Normal cilt yüzde 80 kolajen ve yüzde 4 elastinden oluşan lif gözenekli bir ağ yapısına sahip. Cilt yapısında bulunan elastin cilde esnekliğini veren ve gerilmesini mümkün kılan bir protein. Elastin lifleri hasar gördüğünde ise cilt çatlakları ortaya çıkıyor. Bu lifleri en çok etkileyen de bilinenin aksine cilt gerilmesi değil hormonlar. Kadınlarda özellikle regl dönemleri, hamilelik gibi dönemlerde hormonların sık değişiklik göstermesi de erkeklere oranlara daha çok görülmesinin en büyük sebebi. Ergenlik çağında, hamilelik döneminde, hızlı kilo alıp verme gibi durumlarda değişen hormonlar sebebiyle de ciltte çatlaklar görülebilir. Bazı insanlarda çok bazılarında ise az görülme sebebi bu hormonal değişikliğin kişiden kişiye değişmesine ve genetiğe bağlı. Genetik yapı farklılıkları yüzünden çatlakların oranları ve ortaya çıkma olasılıkları kişiden kişiye göre değişir. Derisi esnek olan insanlarda deri çatlakları çok daha az görülür. Bu nedenler dışında, kortizon tedavisi gören kişilerde, hızlı hormonal değişimlerde, hamilelik zamanlarında, kolajen lif eksikliği görülen kişilerde, belirli ilaçlar kullananlar kişilerde, vücut geliştirme yapan kişilerde görülebilir. Çatlakları önlemek için alınabilecek en güzel önlem bol su tüketmek. Cilt elastikiyetini artırdığı için çatlakların önüne büyük oranda geçebiliyor. Aynı zamanda E vitamini içeren gıdaların tüketimi, omega 3 almaya dikkat etmek cilt çatlaklarının oluşumunu büyük oranda önleyebiliyor. Cildi devamlı nemlendirmek de içeriden bakım kadar önemli.

Yazının Devamını Oku

Eksik dişlere anında implant

29 Aralık 2019
Çeşitli nedenlerle kaybedilen dişlerin en güncel ve sağlıklı onarım yolu artık hepimizin bildiği üzere dental yani diş implantlarıdır.

Geleneksel yöntemlerde diş çekildikten 3-6 ay sonra diş implantı yapılmaktaydı şimdilerde ise anında implant, eksik dişlerin yerine hemen yapılabiliyor. Konuyla ilgili TOBB ETÜ Hastanesi Ağız Diş ve Çene Cerrahisi bölümünden Doç. Dr. Ezher Dayısoylu şu bilgileri paylaştı:

ÇENE KEMİĞİ ERİME RİSKİ KALKIYOR

“Diş implantları eksik dişlerin onarımında, sağlıklı dişlerin en sert kısmı olan mine tabakasının küçültülmesine gerek kalmadan fonksiyonun, konuşma ve gülüş estetiğinin sağlanmasında başarılı olarak kullanılıyor.
Geleneksel köprü protezlerinde zaman içinde doku uyumunun bozulması ile sağlıklı dişlerde çürüme ve diş kaybı gibi riskler bulunmasına karşın implantlar ile artık böyle bir risk bulunmuyor. Ayrıca yine geleneksel hareketli protezlerin özellikle kadınlarda hızlı çene kemiği erimesine neden olabileceği biliniyor. Dental implantlar ile bu risk de azaltılabiliyor.

AYNI GÜNDE UYGULANABİLİYOR

Yazının Devamını Oku

Hastane enfeksiyonu tanısında yeni biosensor

21 Aralık 2019
Hastane mikrobu, ‘hastanede yatan hastaya bulaşan mikroplar’ olarak düşünülmektedir. Halbuki gerçek farklıdır. Hastane mikrobu, hastanede özel olarak bulunan ve hastayı gördüğünde ona bulaşan bir mikrop değildir. O mikrop zaten her yerde vardır ve hastanede enfeksiyon yapmasının sebebi, hastanede yatan hastada kendi hastalığına bağlı bağışıklık sistemi düşerse normalde kendisini hasta yapmayacak o mikrobun bu sefer kendisini hasta yapması durumudur.

Yani hastanede yatan her hasta ‘hastane mikrobu’ ile enfeksiyon kapmaz. Hastane mikrobuna bağlı gelişen hastalıklar zaten bağışıklık sistemi bozuk, uzun süre hastanede yatan, kronik hastalıkları olan hastalardır.
Hastane enfeksiyonu tüm dünyada önemli bir sağlık sorunudur. Hastaların yaklaşık yüzde 8’i, az veya çok hastalık yapma potansiyeline sahiptir.
Bu enfeksiyonlar, hastanın hastaneye yattıktan 48-72 saat sonra veya hasta taburcu olduktan sonra 10 gün içerisinde ortaya çıkan mikroplu hastalıklardır.

BİRKAÇ DAKİKADA TANI KONULABİLECEK

Hastane enfeksiyonlarının tanısı zor konur ve testler genelde 2-3 günde çıkar. Ancak son yıllarda bu konuyla ilgili çalışan araştırmacılar yeni yöntemler geliştirmeye başladılar. Ülkemizde de İTÜ’nün Teknoloji Geliştirme Bölgesi’nde, sağlık sektörünün en önemli sorunları arasında gösterilen ‘hastanelerde kapılan enfeksiyonların hızlı tanısı’ üzerine bir buluş geliştirildi. Girişimci Dr. Asiye Karakullukçu, enfeksiyon hastalıklarının tanısı için biyosensör teknolojisiyle geliştirilmiş hızlı tanı cihazı tasarladı. Dr. Karakullukçu’nun buluşu ile birkaç dakika içerisinde hastaya enfeksiyonunun tanısı konulabilecek.

Yazının Devamını Oku

Kadınlarda kalp-damar hastalıkları her geçen gün artıyor

15 Aralık 2019
Koroner kalp hastalıkları (KAH), kalp krizleri ve kalpten ölme, öteden beri bir erkek hastalığı olarak bilinirdi. Gerçekte; 50 yaşından sonra koroner arter hastalığından ölme oranı kadınlarda erkeklere göre daha yüksek.

Kadınlarda tüm ölüm nedenleri içinde kalp-damar hastalıkları ilk sıradadır. Her 3 kadından biri kalp-damar hastalıklarından ölmektedir. İşin kötü yanı; kadınlarda kalp-damar hastalıkları her geçen gün artmaktadır. Konuyla ilgili Prof. Dr. Yavuz Yörükoğlu şu bilgileri paylaştı:

KADIN VE ERKEKTE BELİRTİLERİ FARKLI

“Yıllar boyu KAH üzerine yapılan bilimsel araştırmalar, bu hastalığın erkeklerde daha yaygın olduğu varsayımından hareketle, hep erkekler üzerinde yapıldı. Şimdi anlıyoruz ki durum öyle değil ve erkekler üzerinden elde ettiğimiz bilgiler çoğunlukla kadınlar için geçerli değil. Baştan beri tıbbı yanıltan en önemli faktör; kadınlarda KAH belirtilerinin erkeklerden farklı olmasıdır.
KAH’ın klasik belirtisi yol yürümek, merdiven çıkmak gibi yorucu bir faaliyet sırasında gelen göğüs ağrısı, yani ‘Angina Pektoris’tir.
Kadınlarda KAH belirtileri, çabuk yorulma ve halsizlik, çarpıntı, nefes darlığı, boyun, sırt ve karın ağrısı olabiliyor.
İşte bu nedenle kadınlarda KAH teşhisi çok zaman atlanabiliyor. Teşhis gecikince de kadınlarda kalp hastalıklarından ölüm oranı da erkeklere göre daha yüksek oluyor.

60’LI YAŞLARDA FARK KAPANIYOR

Yazının Devamını Oku

Kornea hastalığına bağlı görme kaybında tedavi

7 Aralık 2019
Kornea hastalığına bağlı görme kaybı, körlüğün en yaygın dördüncü nedenidir ve dünya genelinde 10 milyondan fazla insanı etkiler. Kornea dokusunda hasar ve hastalık olması, bulanık görmeye neden olarak görmeyi etkiler.

Fonksiyonel görüntünüzü eski haline getirmek için bu gibi durumlarda kornea nakli gerekebilmektedir. Konuyla alakalı TOBB ETU Tıp Fakültesi’nden Göz Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Kemal Özülken şu bilgileri paylaştı:

ZARAR GÖRÜRSE GÖRÜŞÜ BOZABİLİR

“Kornea nakli, hastalıklı veya yaralı kornea dokusunu bir organ vericiden alınan sağlıklı doku ile değiştirmektir. Geleneksel, tam kalınlıkta kornea nakli ve arka tabaka kornea nakli olmak üzere başlıca 2 çeşit kornea nakli türü vardır.
İyi görüş için sağlıklı ve net bir kornea gereklidir. Korneanız göz hastalığı veya göz yaralanmasından dolayı zarar görürse, şişebilir, yaralanabilir veya ciddi şekilde şekil değiştirebilir ve görüşünüzü bozabilir. Gözlük veya kontakt lensler yeteri kadar görmenizi iyileştiremiyorsa kornea nakli gerekebilir.
Göz uçuğu veya mantar keratiti gibi enfeksiyonlardan kaynaklanan korneada yara izleri, kirpiklerin içe doğru büyümesi ve korneaya sürtmesi sonucu oluşan kornea yara izleri, kalıtsal kornea hastalıkları, ilerlemiş keratokonus gibi kornea ektazileri kornea yetmezliği riskini artırır.
Korneası uygun olmayan hastalara yapılan lazer cerrahisi sonrası kornea ektazileri, korneanın kimyasal yanıkları veya göz hasarından kaynaklanan hasarlar, korneanın aşırı şişmesi, önceki bir kornea nakli sonrası greft reddi,

Yazının Devamını Oku

Tüp bebek tedavisinde yeni yöntemler

30 Kasım 2019
Ülkemizde her 10 çiftten biri, çocuk sahibi olmakta problem yaşıyor. Tıp alanındaki gelişmelere paralel olarak da tüp bebek tedavilerinde her geçen gün yeni umutlar doğuyor. Tüm bu yöntemler tüp bebek tedavilerinde gebelik şansını oldukça artırabilen yenilikler olarak karşımıza çıkıyor.

IMSI YÖNTEMİ

Tüp bebek tedavilerinde mikroenjeksiyon yöntemiyle spermler özel bir mikroskop altında seçilip yumurtanın içine enjekte edilmektedir. Bu işlem sırasında kaliteli embriyo elde edebilmek için spermin hareketli kuyruk ve baş şeklinin düzgün olmasına özen gösterilir. IMSI yöntemi ile morfolojik olarak düzgün sperm elde etme şansı daha fazla çünkü klasik olarak mikroenjeksiyon için kullanılan mikroskoplar spermi 400 kat kadar büyüterek sperm seçiminde yardımcı olmaktadır. Intra ctoplasmic magnified sperm injection (IMSI) denilen yöntemde özel bir mercek ve bilgisayar programı kullanılarak sperm 6600 kat kadar büyütülmektedir. Bu sayede spermin morfolojisi daha iyi değerlendirilmekte ve en iyi sperm seçilmektedir.

EMBRİYOSKOP

Tüp bebek tedavisi sırasında elde edilen embriyoların laboratuvar koşullarında saklanması ve takip edilmesi en hassas kısımdır. Bununla beraber sabit sıcaklığı sağlayan ve anne batınında olan oksijen ve karbondioksit gibi gazları oranını taklit eden inkübatör denilen cihazlar vardır. Bu cihazların çok hassas olması gerekmektedir. Embriyolar bu cihazlar içersinde yaklaşık 2 ile 5 gün bekletilmekte ve bu dönem içersinde zarar görmemeleri gerekir. Burada önemli olan konu; hangi embriyonun transfer edileceğinin karar verilmesi için embriyoların gelişimin incelenmesidir. Bunun için bazı aralıklarla embriyolar inkübatör cihazından çıkartılır ve mikroskop altında incelenir ve büyüme oranları değerlendirilir. Kısa bir sürede olsa oda sıcaklığına çıkan embriyolar dış dünya koşullarına maruz kalırlar. İnkübatör içersine yerleştirilmiş kameralar ile embriyolar dışarı çıkarılmadan izlenmekte ve dış ortam koşullarına maruz kalmamaktadırlar. ‘Embriyoskop’ dediğimiz ‘Dinamik Embriyo Takip Sistemi’ ile hem en iyi koşullarda embriyolar saklanırken hem de devamlı gözlem altında oldukları için hangi embriyonun büyüme potansiyelinin daha fazla olduğu anlaşılmış olmaktadır. Embriyoskop bize daha önceleri fark edemediğimiz bir çok gelişimsel problemleri tespit etmemizde yardımcı olmaktadır.

KROMOZOMAL TARAMA

Tüp bebek tedavilerinde son gelişmelerden bir tanesi, kromozom taraması olarak karşımıza çıkıyor ve PGT testi adı verilen yeni yöntem ile oluşan embriyoların genetik rahatsızlıklara ve kromozom bozukluklarına karşı taranması mümkün hale geliyor.
Gebe anne adaylarındaki düşük sebeplerinin en başında kromozom bozukluklarının geldiği düşünülürse, doğru genetik dizilime sahip olan embriyoların rahme aktarılmasının düşük riskini ne kadar azaltacağını siz de tahmin edebilirsiniz. Fakat bu yeni tarama süreci sayesinde genetik bozukluklara sahip olan bebeklerin oluşumu riski de oldukça düşüyor. Bilhassa aile geçmişinde genetik hastalıklardan muzdarip olan bireyler bulunan anne ve baba adayları, PGT taraması sayesinde bu riskleri bertaraf edebiliyor, sağlıklı bebekler dünyaya getirebiliyorlar.

ERA TESTİ

Yazının Devamını Oku

Bağırsak görüntülemesinde endoskopi kapsülleri

23 Kasım 2019
Gelişen tıp, her gün yeni bir teknikle karşımıza çıkıyor. Mide ve bağırsak sistemleri endoskopi yöntemiyle görüntülenmekte ve bu yöntemler hasta için oldukça zor ve ağrılı süreçlerdir. Son yıllarda hastaların kolaylığı için sedasyon yöntemiyle hastalar uyutulmaktadır.

Endoskopi kapsülleri bu zor teşhis yöntemlerine bir alternatif ve yenilik olarak artık hayatımıza girdi. Bu yeni yöntemle ilgili Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Cem Cengiz, şu bilgileri paylaştı:

SANİYEDE 2 FOTOĞRAF ÇEKER

“Kapsül endoskopi tüm ince bağırsağı ve bazı durumlarda kalın bağırsağı görüntülememizi sağlayan bir yöntemdir. Yutulan bu kapsül büyükçe bir vitamin hapı boyutlarındadır. Kapsül saniyede en az 2 fotoğraf çekerek, bunları hastanın vücuduna yapıştırılan EKG çekiminde kullanılan alıcılara benzer alıcılar vasıtasıyla bele takılan bir kemer içindeki kayıt cihazına aktarır. Kayıt süresi sonunda bu yapışkan alıcılar ve kayıt cihazı çıkarılır ve cihazdaki görüntüler özel bir bilgisayar programı yardımıyla bir film haline dönüştürülerek bilgisayar monitöründe doktor tarafından incelenir. Kapsül endoskopi hastaya rahatsızlık vermeyen ağrısız bir şekilde ince ve kalın bağırsakların kaliteli görüntülenmesini sağlar.
12 SAATLİK AÇLIK GEREKLİ

Kapsülü yutmadan bir önceki gün hasta sadece çay, kahve, tanesiz, posasız içecek ve meyve suları içmeye başlar. Görüntü kalitesini arttırmak için ishal yapıcı bir ilaçtan bir miktar içerek bağırsağın temizliğinin yapılması tercih edilir. Kapsül yutulmadan önce 12 saatlik bir açlık gereklidir.
1 BARDAK SU İLE YUTULUR

Ertesi sabah hastanede hemşireler tarafından alıcılar ve kayıt cihazları bağlandıktan sonra kapsül bir bardak su ile yutulur. Takiben hasta günlük işlerine devam edebilir. Kapsül içildikten 2 saat sonra az miktarda sıvı alınabilir, 4 saat sonra da hafif gıda alımı olabilir. Kapsül yutulduktan 8-10 saat sonra veya dışkılama ile atılarak kayıt sona erer. Alıcılar ve kayıt cihazı çıkartılarak doktor tarafından bilgisayara görüntü aktarma işlemi yapılır.

Yazının Devamını Oku

Burun estetiğinde koruyucu cerrahi

16 Kasım 2019
Günümüzde burun estetiği ameliyatında hedeflenen, anatomik oluşumlara olabildiğince zarar vermemektir. Hastaların şikâyetlerini giderirken, yenilerine yol açmamaktır.

Bu nedenle çağdaş cerrahiler, minimal invazif girişimlere yönelmiştir. Bu tür yaklaşımlar ile hastaların günlük hayattan uzun süre ayrı kalmalarının önüne geçilir. Bu yaklaşımın burun estetiğine uygulandığı zaman, son yıllarda daha popüler olan ‘dorsum (burun sırtı) koruyucu cerrahi’ tekniğini öne çıkmaktadır.
Burun estetiğinde en güncel yöntem olan, ‘dorsum koruyucu cerrahi’ ile ilgili Kulak, Burun, Baş ve Boyun Hastalıkları Uzmanı Doçent Dr. Tevfik Sözen şu bilgileri paylaştı:

HASTAYA BÜYÜK KATKI SAĞLAR

Dorsum koruyucu burun ameliyatları da günümüzde bu amaçtan hareketle tekrar popülarite kazanmıştır. İlk olarak 1914’de tanımlandıkları düşünülürse yeni bir teknik olmayan bu yöntem, belli burun bozukluklarını düzeltmekte cerraha ve dolaylı olarak hastaya büyük katkı sağlar. Burun kıkırdak ve kemik birleşim yeri olan orta 1/3’lük kesimdeki ilişkiyi bozmaması ve burun iskeletini tabandan hareketlendirmesi ile bu teknik hem burun sırtını korur hem de kemik hareketlendirme işleminin sağlam şekilde olmasına imkân sağlar. Açık ve kapalı yöntemle yapılabilen burun ameliyatlarının her iki tekniğinde de dorsum koruyucu burun ameliyatı kullanılabilir. Kemik hareketlendirme işleminde mikro testereler, milimetrik osteotomlar veya Piezo cihazı kullanılabilir. Bunların ayrı ayrı ameliyat sonrası dönemdeki morluk ve şişliğe etkileri vardır. Burada önemli olan konu, tekniğin doğru hasta grubunda tercih edilmesi ve düzgün şekilde uygulanmasıdır. Şüphesiz ki, bu iki gereklilik her türlü ameliyatın planlanmasında hayati önem taşır.

TOPLANTILARLA ELE ALINDI

Bu tür dorsum koruyucu teknikler, ilki İstanbul’da olmak üzere, Fransa’nın Nice ve İtalya’nın Roma şehrinde düzenlenen ‘PreservationRhinoplasty’ adındaki toplantılar ile ele alındı. Burada amaç, hastalar ve hekimler açısından tekniğin güvenli ve başarılı bir şekilde uygulanmasını sağlamaktı. Ülkemizin böyle bir tekniğin dünya üzerinde tekrar popüler hale getirilmesi ve geliştirilmesi açısından lider rolü oynaması gurur vericidir. Toplantılarda yapılan vaka tartışmalarının vardığı ortak nokta, belirli hasta grubunda uygun şekilde uyguladığında burun, kemik ve kıkırdak çatısına zarar vermemek adına dorsum koruyucu cerrahinin kullanımı oldukça faydalı olduğudur.

Yazının Devamını Oku