Paylaş
Birkaç ay evvel de yine bu köşede birkaç yüz dolarla bir masa başında yazılan iki ayrı sahte haber, yani ‘fake news’ ile bir kişinin dünyanın başka bir yerinde, Teksas’ta, Müslümanlarla İslam düşmanlarını nasıl aynı gün ve saatte birbirinin karşısına eylem için çıkardığını anlatmıştım. Bu iki faktör, yani veri güvenliği ve sahte haber manipülasyonu belli ki içinde bulunduğumuz çağın en büyük sorunu. Gün geçmiyor ki bu iki alanda yeni bir skandal ortaya çıkmasın. Bütün bu yeni tehditlerle başa çıkmanın yolu kulağa pek hoş gelmese de yurttaşların medya okuryazarlığını yükseltmesiyle mümkün. Öyle ki G-20 ülkeleri de önümüzdeki dönemde Arjantin’de yapılacak toplantıda dijital okuryazarlık kavramını tartışacak. Peki medya okuryazarlığında biz ne durumdayız?
AVRUPA’DA SONDAN İKİNCİYİZ!
Bir taraftan veri güvenliğini diğer taraftan ‘fake news’ vebasını araştırırken bu hafta açıklanan 2018 Medya Okuryazarlığı Endeksi’nde Türkiye’yi aradı gözlerim. Toplam 35 Avrupa ülkesi arasında Finlandiya, Danimarka ve Hollanda medya okuryazarlığında zirvede yer alıyor. Listenin sonuna baktığınızda da sırasıyla Arnavutluk, Türkiye ve Makedonya’yı görüyoruz. Türkiye medya okuryazarlığında 35 ülke arasında 34. sırada. Facebook’un en yaygın kullanıldığı, herkesin elinde bir telefonun bulunduğu bir ülke için bu durum
oldukça kaygı verici.
TOPLUMSAL GÜVENİN ZAYIF OLDUĞU ÜLKELER RİSKLİ
Medya okuryazarlığının en yüksek olduğu ülkelerin ortak özelliği toplumsal güvenin de çok yüksek olması. Yurttaşların birbirine güvendiği toplumlarda sahte haberlerin etkisi daha sınırlı oluyor. Yani bir ülkede insanlar birbirine daha çok güvendiği zaman medya okuryazarlığı seviyesi düşük olsa bile sahte haberler üzerinden manipülasyon büyük bir tahribata yol açmıyor. Çünkü ‘fake news’ vebası en çok toplumsal güvenin zayıf, medya okuryazarlığının düşük olduğu yerlerde yaşam buluyor. Örneğin, 2016 ABD seçimlerinde yalan haberlerin bu kadar yaygın ve başarılı bir şekilde kullanılmasının nedeni Amerikan toplumunun neredeyse karpuz gibi ortadan ikiye bölünmüş olması. Medya okuryazarlığını bir de bu boyutuyla, yani toplumsal huzura olan katkısı nedeniyle önemsememiz gerekiyor. Ülkenin huzuru da, demokrasinin geleceği de buradan geçiyor. Bunun için de geleneksel medyaya her zamankinden daha
çok görev düşüyor.
VERİ ÇOK, TEYİT YOK!
İnternet yaygınlaştığı zaman geleneksel medyanın sonu geldi deniyordu. Eski çağın medyası gazeteler, dergiler bir bir yerini dijital platformlara bırakıyordu. Ama şimdi anlaşılıyor ki bilgi paylaşmanın bu kadar kolay olduğu, herkesin elindeki telefonla fotoğraf, video çekip anında yayın yaptığı bir çağda veri çok ama teyit yok. Sorun içerik değil, içeriğin yalan mı doğru mu olduğunun teyit edilmesi. Öyle olduğu için de pek çok ‘fact check’ yani veri doğrulama platformu doğdu. Bu teyit kaynaklarıyla medya okuryazarlığı yüksek yurttaşlar bir haberin gerçek mi sahte mi olduğunu teyit edebiliyor. Ancak bu herkesin yapabileceği pratik bir çözüm değil.
İŞ YİNE GAZETECİLERE DÜŞÜYOR!
O nedenle güvenilir haber kaynaklarına olan ihtiyaç da bir taraftan hızla artıyor. Örneğin Amerika’da New York Times ücretli abonelik sayısında rekor üstüne rekor kırıyor. Washington Post yüzlerce gazeteciyi işe alıyor. Bu güvenli kaynak arayışı gazetelerle de sınırlı değil. Başından beri kendisini bir ‘medya platformu’ olarak konumlandırmak istemeyen Facebook bile eskiden olduğu gibi her şeyi algoritmalara bırakmak yerine binlerce genç gazeteciyi işe alıyor. Çünkü güvenilir haber kaynağına her zamankinden daha fazla ihtiyaç olduğunun onlar da farkında. Bu ihtiyacı ülke olarak ne kadar erken görürsek o kadar iyi olacak. Çünkü içinde bulunduğumuz bu çağda toplumsal huzurun yolu medyayı bilinçli kullanmaktan geçiyor. O nedenle medya okuryazarlığı bir milli mesele.
MATERYAL DEĞİL, DENEYİM!
İNSANLARIN mutluluğu için hangisi daha önemli: Deneyim mi, materyal mi? Bu soruya yanıt vermek için ilginç bir deney yapmış Amit Kumar ve arkadaşları. Bir deneyim içeren alışveriş ile bir materyal satın almayı içeren alışveriş arasındaki farkın insanda bıraktığı etkiyi ölçerek işe başlamış. Deneyim derken bir şeyi ‘yapmak’, yani tatile gitmek, tiyatro ya da konsere gitmekten söz ediyoruz. Materyal derken kastedilen ise bir ürünü ‘satın almak’, yani yeni bir araba ya da yeni bir bilgisayar sahibi olmak. Araştırmacılar bir dizi deneyle bu iki tarz alışveriş arasında mutluluk, heyecan ve keyif bakımlarından nasıl bir fark olduğunu ölçmüş. Grafikte de göreceğiniz gibi, uluslararası bir örneklem üzerinde yapılan bu deneyde bir deneyime yatırım yapanlar bir ürün satın alanlara göre hem kendilerini daha mutlu hissediyor hem daha çok heyecan duyuyor hem de bu alışverişten daha çok keyif alıyor. Ben bu araştırmayı okuyunca işin bir de çocuk yetiştirme boyutunu düşündüm.
PAHALI OYUNCAK DEĞİL!
Çocuk gelişimi üzerine yapılan pek çok araştırma aslında hep aynı şeyi söylüyor: Ebeveynle çocuk arasındaki kaliteli zaman paylaşımının yerini alan başka hiçbir şey yok. O nedenle yukarıdaki çalışmanın ortaya koyduğu temel prensip belki de en çok çocuklar için geçerli. Onlar da sahip olmaktan ziyade yapmakla mutlu oluyorlar. Temel ihtiyaçların ötesinde çocukların en çok ihtiyaç duyduğu şey ebeveynleriyle geçirdikleri kaliteli zaman paylaşımı, yani deneyim paylaşımı. Sadece ebeveynlerle değil elbette. Akranlarıyla, öğretmenleriyle ve diğer yetişkinlerle geçirilen zaman için de aynı kural geçerli.
ÇOCUĞUNUZLA KONUŞUN, OYNAYIN, GEZİN!
O nedenle özellikle ebeveynlere naçizane önerim materyal yerine tecrübeye yatırım yapmaları. Çocuklar büyüyünce kendilerine alınan pahalı oyuncakları değil onlarla geçirdiğiniz kıymetli zamanları hatırlıyor. Para biriktirip yeni bir araba almaktansa o parayla iyi bir tatile gitmek uzun vadede hem aile için hem de çocuklar için daha kıymetli bir yatırım. Bir şey ‘yapmak’ bir şeye ‘sahip olmaktan’ daha çok mutlu ediyor aileleri. Özetle, bu ay MediaCat dergisine verdiğim söyleşide de altını çizdiğim gibi ebeveynlere notum çok basit: Çocuğunuzla konuşun, oynayın, gezin!
Paylaş