Selçuk Şirin

Memleket havası, memleketin havası

8 Mayıs 2017
Bu hafta köşe yazı hakkımı yakın bir dostumla, sevgili Hamdi (Ulukaya) ile sohbete ayırdım.

Hamdi Ulukaya sıfırdan kurduğu ‘Chobani’ markasıyla bugün bütün dünyanın konuştuğu bir girişimci... Emeğinin hakkıyla zirveye ulaşmış bir iş insanı... Dünyanın en etkili insanlardan biri olduğu, Time Dergisi’nin seçkisinde de tescillendi. Fotoğrafları dergi kapaklarını süslüyor; göçmenler için ürettiği iş imkânları, Amerikan rüyasının herkesi kucaklayan yeni tarifi dilden dile anlatılıyor... 

Ama benim için Hamdi’yi özel kılan şey onun bütün bu başarılarını doğduğu topraklara bağlaması. Bence Hamdi’nin hikayesini biricik yapan şey bu. Onun, doğduğu Munzur yaylalarını, o toprakların havasını, suyunu ve tabii ki insanını kültürünü asla unutmayan biri olması... Öyle ki bugün dünyanın en yenilikçi girişimlerinden biri olan Chobani’nin adı da ‘çoban’ kelimesinden geliyor. 

Hamdi ile aynı ‘mehlede’ yaşıyoruz. New York’ta. Tesadüf o ki bu semtin adı ‘Village’, yani ‘Köy’! Ofislerimiz arasındaki mesafe yürüyerek 10 dakika. Sık sık buluşup muhabbet ediyoruz. Son buluşmamıza ortak olmak isterseniz dün Hürriyet Pazar’da yayınlanan sohbete siz de şu linkten ulaşabilirsiniz. İyi okumalar. 

Yazının Devamını Oku

Zor zamanda konuşmak: Hamdi Ulukaya’nın İslamofobi ile mücadelesi!

1 Mayıs 2017
Türkiye’de ne kadar takip ediliyor bilmiyorum ama Amerika şu ara Hamdi Ulakaya’yı konuşuyor.

Geçen ay Fast Company adlı trend dergisi Ulukaya’yı kapağına taşıdı. Ardından ABD’nin en çok izlenen TV programı 60 Minutes Ulukaya’ya prime-time’da geniş bir şekilde tanıttı. Ve geçen hafta Time Dergisi Ulukaya’yı En Etkili 100 İsim arasında gösterdi. Ama Ulukaya bu hafta bütün bu başarılarıyla değil, mülteci düşmanlığına ve İslamofobi’ye açtığı savaşla gündeme geldi. Anlatayım.

SIRADIŞI BİR İŞ İNSANI!

Önce kısaca Hamdi Ulukaya’yı tanıyalım. Bir kere son derece başarılı bir iş insanından sözediyoruz. Ulukaya’nın kurduğu Chobani beş yıl gibi kısa bir sürede sıfırdan 1 milyar doların üzerine satış rakamı yakalayarak en hızlı büyüyen marka kabul ediliyor. Bu başarının temel nedeni inovasyon! Tam da bu nedenle Chobani gıda markalarıyla değil, Google, Apple, Facebook gibi teknoloji markalarıyla beraber anılıyor. Zaten Fast Company tarafından açıklanan "2017 Dünyanın En Yenilikçi Şirketleri" listesinde Chobani, hem "Gıda" hem de "Sosyal Fayda" kategorilerinde ilk sırada yer alıyor ama genel kategoride ilk 10’a giren teknoloji dışı tek marka.

Göçmen. CEO. Milyarder. Hamdi Ulukaya Fast Company’nin kapağında

DEVRİMCİ BİR MİLYARDER!

Ulukaya, ticari başarısı kadar toplumsal sorumluluğu da ciddiye alan bir isim. O nedenle 2015 yılında "The Giving Pledge”i (Bağış Taahhüdü) imzalayarak servetinin büyük bir kısmını küresel mülteci krizine çözüm bulunmasına adaması gayet doğal. Ama Ulukaya’yı o listedeki diğer milyarderlerden farklı kılan başka bir boyut var. O da bu toplumsal sorumluluğu yaptığı işin DNA’sına kodlaması. Nitekim, Ulukaya geçtiğimiz yıl bir ilke imza atarak tüm çalışanları, sadece yöneticileri ya da kurucuları değil, fabrikada çalışan en alt seviyedeki işçiden en üst yöneticiye kadar herkesi, şirketine ortak etti. Aynı şekilde Chobani bugün Amerika’da yeni çocuğu olan anne (ve babalara!) en cömert finansal destek sunan marka. Ancak Chobani’nin son dönemde gündeme gelmesinin nedeni bütün bunlar değil, mültecilere sunduğu iş olanakları.

AMERİKA’DA MÜLTECİLERE KUCAK AÇMANIN MALİYETİ YÜKSEK!

Yazının Devamını Oku

Mutsuz, başarısız ama bilgiye aç!

24 Nisan 2017
Dünyada bizim gençlerden daha mutsuzu yok! OECD Eğitim Bakanlıkları aracılığıyla yaptığı PISA araştırmasının bu hafta açıklanan üçüncü raporuyla durum şu: Başarı bakımından ilk 50 ülke arasında yokuz. Hayattan tatmin noktasında dünyadaki bizden mutsuzu yok! Buna rağmen, öğrenme motivasyonu bakımından bizim gençlerden isteklisi yok.

İşte tam da bu yüzden bizim bu gençlere bir borcumuz var.

Bu veriler bizim vergilerimizle toplanıyor, israf etmeye hakkımız yok!

OECD ilk defa 2015 yılında PISA’ya katılan 70’i aşkın ülkede öğrencilerin ruh halini de ölçtü. Her zaman olduğu gibi kuramsal temeli sağlam bu değerlendirmeye ilişkin 530 sayfalık geniş rapora aşağıdaki linkten ücretsiz olarak ulaşabilirsiniz. Ücretsiz dediğime bakmayın aslında bu raporun faturası yüksek zira bizim de kurucuları arasında yer aldığımız ve vergilerimizle desteklediğimiz OECD tarafından hazırlanıyor bu veriler. Ve yine bizim vergilerimizle desteklenen MEB tarafından toplanan veriler kullanılıyor bu raporda. Yani yarı resmi verilerden sözediyoruz. Madem bedelini ödedik, emek verdik o halde kıymetini bilelim. Bu verileri kullanalım. Bu veriler ışığında gençlerin sorunlarına çare arayalım.

http://www.keepeek.com/Digital-Asset-Management/oecd/education/pisa-2015-results-volume-iii_9789264273856-en - page1

Gençlerimiz mutsuz!

Aşağıdaki tabloda da göreceğiniz gibi dünyada bizim gençlerden daha mutsuz bir grup yok! Tabloya baktığımda bizim kadar olmasa da bize yakın mutsuzluk oranına sahip diğer ülkelerin, yani Kore, Çin, Japonya’nın başarı sıralamasında zirvede olduğunu da not etmek gerekiyor. Oysa bizim gençler malum, başarı sıralamasında ilk 50 arasında da yok. Yani bizim gençler ne başarılı ne de mutlu, özellikle Uzakdoğulu gençler bizim kadar olmasa da ciddi seviyede mutsuz ama çok başarılı. Hedef bu tablonun tepesinde olmak değil, ama en sonunda olmak da değil zira mesela Hollanda’da hayatından hiç memnun olmayan gençlerin oranı %4 iken bizde bu oran %20. Tabii bu tabloda bir başka memleket gerçeği de var: Türkiye’de kız öğrenciler, erkeklerden daha da mutsuz!

Motivasyonu hala çok yüksek!

Yazının Devamını Oku

Hakikatin Hurafelerle İmtihanı

10 Nisan 2017
İyi bir bilim insanı olmak için bilimsel dergilerde makale yayınlayıp kenara çekilmek yetmiyor.

Artık yaptığınız bilimin topluma nasıl ulaştığını da dert etmeniz gerekiyor. Çünkü bunu siz dert etmezseniz doğan boşluğu yalan yanlış hurafelerle başkaları dolduruyor. Adına hakikat-sonrası denen bu dönemde gerçekle yalan arasındaki kalın çizgi yok olmuş durumda. Hakikatin peşinde bir ömür tüketen bilim insanları için zor bir dönem ama çaresiz bir dönem değil. 

Gerçek-sonrası toplumda bilimsel verinin yeri var mı?
İster çocukları hastalıklardan koruyan aşı olsun ister mültecilerin suça katılımı olsun ister global ısınma... Artık tüm dünyada disiplinlerden bağımsız bir gelişme var: Bilimsel veri tek başına insanları ikna etmeye yetmiyor artık. Her alanda bilimsel doğrularla toplumsal kabuller arasında uçurum giderek artıyor. Örneğin tıp alanında yıllardır ısrarla aşı ile otizm arasında bir bağ olmadığı verilerle ortaya konuyor. Onca makale, yüzlerce uzman görüşüne rağmen hala başta Amerika olmak üzere pek çok yerde aileler aşının otizme yol açtığı batıl inancına sahip. Bu inanç maalesef pek çok ebeveyni çocuklarına aşı yaptırmamaya ve başka pek çok hastalığa itiyor.

Olay sadece sosyal bilimlere has değil!
Global ısınmanın insan kaynaklı olduğuna dair bilimsel verilerin haddi var hesabı yok. Yüzlerce araştırmacı her sene yeni verilerle gösteriyor ki insanların bu dünyada yapıp ettikleri dünyanın hızlı bir şekilde ısınmasına yol açıyor. Ama gelin görün ki başta Amerika olmak üzere pek çok ülkede geniş kesimler bu temel bilimsel veriyi duyuyor ama inanmıyor.

Akademi topluma yön veren kurum olmaktan çıkıyor Üniversiteler 20. yüzyıl boyunca toplumsal ve ekonomik hayata ciddi oranda yön verdi. Üniversitede üretilen bilgi, laboratuvardan makalelere oradan da topluma akıyordu. Ama bu zincir hakikat-sonrası toplumda çöktü. Artık bilimsel veriler topluma ulaşmıyor. Üniversiteye hapsolmuş biliminsanları da bu durumun şokunu yaşıyor şimdi. O nedenle bugün bilim dünyasını en çok meşgul eden soru bilimsel verinin topluma nasıl daha etkili ulaştırılacağı sorusu. Artık bilim insanları olarak bizlerin yeni bir uzmanlığa ihtiyacı var. Çünkü bilim, bilimsel dergilere hapsedilemeyecek kadar elzem bir ihtiyaç dünyamız için.

Metafor uzmanlığı! ABD Bilimler Akademisi’nde iki yıldır bir komitede görev alıyorum. Alanlarında seçkin 18 bilim insanıyla çocuk gelişimi üzerine bir rapor hazırlarken fark etmiştim. İlk toplantımıza bizim dışımızda iki uzman da katılmıştı. Daha sonra bizim komitenin tüm etkinliklerinde bizimle olan bu uzmanların işi ne biliyor musunuz? Metafor bulmak! İletişim alanında tecrübeli bu arkadaşlar bizim bilimsel olarak altına imza attığımız verileri daha geniş kesimlerin kolayca anlayabilmesi için metaforlara dönüştürüyor. Sayfalarca uzayan raporlarımızı 140 karakterlik tweetlere, Facebook iletilerine dönüştürüyor. Ama dikkat edin, projenin sonunda değil, taa ilk başında ve bizlerle yola çıkan uzmanlardan sözediyorum.

Twitter, Facebook deyip geçmeyin!

Yazının Devamını Oku

Referandum sonucunu belirleyecek hesap

3 Nisan 2017
Top ve Raket 110 kuruş. Raket toptan 1 lira daha pahalı. Raket kaç kuruş? Bu soruya verilen yanıtlar, referandumun sonucunu da belirleyecek. Anlatayım.

Twitter’da her seçim öncesi bu soruyla bir anket yapıyorum. Eğer bu soruyu daha evvel görmediyseniz lütfen hemen okumayı bırakıp yanıtınızı verin. Ve cevabı not edip okumaya devam edin.

SİSTEM 1’İN MAĞDURUYUZ!

Öncelikle bu sorunun bana ait olmadığını söyleyeyim. Psikolojide Nobel ödülü yok ama Kahneman Ekonomi alanında Nobel alan tek psikolog. Ve yukarıdaki soru onu Nobel’e götüren çalışmaların başlangıcı. Çünkü bu soruyla Kahneman insanların karar verme süreçlerinde kullandığı temel prensipleri açığa çıkartmayı başarıyor ve alanda bir devrim yapıyor. Türkçe’de çıkan, ve muhakkak okumanız gerektiğini daha önce de bu köşede defalarca yazdığım ‘Hızlı ve Yavaş Düşünme’ adlı kitabında Kahneman tercihlerimizi iki farklı sistemle yaptığımızı ortaya koyar: Hızlı çalışan ve duygusal tepkilerle genelde yanlış sonuca ulaşan “Sistem 1” ve yavaş çalışan ama ince eleyip sık dokuyarak doğru sonuca ulaşan “Sistem 2”. İster sevgili, ister araba, ister referandumda oy tercihi yapın, tüm bu karar verme süreçlerinin arkasında bu iki sistem yatıyor. Yüzlerce bilimsel çalışma gösteriyor ki insanlar ekseriyet duygusal tepkilerle karar alıyor. Aklımıza ilk eseni seçip, mantığımızı bu seçimi meşrulaştırmak için duygularımıza hizmetkar yapıyoruz. Yani Sistem 1 karar veriyor, Sistem 2 o kararı meşrulaştırmak için bahane üretiyor, en azından çoğunluk için durum bu.

TOP VE RAKET 110 KURUŞ. RAKET TOPTAN 1 LİRA DAHA PAHALI. RAKET KAÇ KURUŞ?

Benim yaklaşık bir yıl arayla Twitter’da yaptığım ve tamamen gayri bilimsel iki farklı ankete katılan toplam 35 bin kişinin çoğunluğu bu soruya yanlış yanıt verdi. Ve ben bu sonucu paylaşınca gelen yorumların neredeyse tamamı bu sonuca gerekçe olarak iyi matematik öğretemediğimizi ya da kültürümüzden kaynaklı, bize özgü başka faktörleri bu başarısızlığa gerekçe gösterdi. Oysa bu sorunun ne matematik becerisiyle ne kültürle bir alakası var. Zira aynı soruyu çok daha bilimsel yollarla Harvard, Yale ve Princeton gibi dünyanın en seçkin öğrencilerinin okuduğu okullarda da sormuşlar ve bilin bakalım sonuç ne olmuş: Oralarda da çoğunluk doğru yanıtı veremiyor! Dolayısıyla insanların karar verirken maruz kaldığı evrensel bir insani zafiyetten söz ediyoruz. İnsanlar çok temel konularda bile  aklıyla değil, duygularıyla karar veriyor.

SİSTEM 2’Yİ İŞLETEN DOĞRUYU BULUYOR!

Bu arada sorunun yanıtı 105 kuruş! İlk akla geleni söyleyen, yani duygusal bir tepkiyle, eski alışkanlıklara güvenerek karar verenler doğru yanıt yerine ya 100 kuruş dedi, ya da 10 kuruş (veya başka bir rakam) buldular. Yani bu soruya Sistem 1’i işleterek yanıt verenler yanlış bir sonuca vardı. Oysa bir tepkiyle değil biraz akıl ve mantıkla karar veren, eline kağıt kalem alıp minik bir hesap yapanlar, yani Sistem 2’yi işletenler doğru cevap verdi.

EVETÇİLER DE HAYIRCILAR DA AYNI SİSTEMİ KULLANIYOR!

Yazının Devamını Oku

Türkiye neden mutlu değil?

27 Mart 2017
20 Mart Dünya Mutluluk günü idi. Farketmeden geçti, çünkü oturup ince şeyleri düşünmeye vaktimiz yok şu aralar.

Malum gündem ağır meseleler üstünden ilerliyor. Yok korkmayın, nasıl mutlu olunur üzerine ahkam kesen bir yazı değil bu. Bir kalkınma göstergesi olarak mutluluk üzerine bir yazı. Bizim mutsuzluğumuzun sebepleri üzerine bir yazı... Tabii ki verilerle…

Mutluluk bir kalkınma göstergesidir!

2012 yılında Birleşmiş Milletler’in mutluluk kavramını toplumsal gelişme endeksine alma girişimiyle birlikte, başta OECD ve Dünya Bankası olmak üzere pek çok ‘kalkınma’ odaklı kurum artık bir ülkenin gelişmişlik seviyesini sadece ekonomik göstergelerle değil, kişilerin yaşam kalitesi, yani huzur ve mutlulukla da ölçüyor. Bu bağlamda her yıl Mart ayında Dünya Mutluluk Raporu ve Endeksi yayınlanıyor. 2017 raporu geçen hafta çıktı. Oldukça detaylı analizlerle hazırlanmış 188 sayfalık bu rapora şu linkten ulaşabilirsiniz.

155 ülke arasında 69. Sıradayız

Dünya Mutluluk Endeksi, her katılımcı ülkede yaklaşık 3000 kişilik temsili bir örneklemden toplanan verilere dayanıyor. Katılımcılara hayatlarını 10 basamaklı bir merdivende 0 ‘en berbat’ 10 ‘en şahane’ olacak şekilde değerlendirmeleri isteniyor. Veriler 2014-2015 döneminde toplanmış. Merakınızı gidermek için hemen söyleyeyim. Dünyada en mutlu 50 ülke arasında maalesef yokuz! Türkiye 155 ülke arasında mutluluk bakımından 69. sırada yer alıyor. Tabloda bizim etrafımızdaki ülkeleri görebilirsiniz. Norveç, Danimarka, İzlanda, İsviçre, Finlandiya gibi kuzey ülkeleri dünyanın en mutlu insanlarının; Burundi, Tanzanya, Suriye, Rwanda ve Yemen gibi ülkeler de en mutsuz insanların yaşadığı yerler.

Bir ülkedeki mutluluğu belirleyen 6 faktör nedir?

Bu araştırmada benim ilgimi çeken nokta, mutluluğu belirleyen faktörlerin de hesaba katılmış olması. Ülkeler arası mutluluk seviyesi farkını şu 6 faktör açıklıyor: Kişi başı milli gelir, sağlıklı ömür beklentisi, kişisel kararların özgürce alınabilmesi, güven (Devlet ve iş dünyasında yolsuzluğun olmaması şeklinde ölçülmüş), sosyal destek (Sıkıntıya düşünce dayanacak bir kişinin olması şeklinde ölçülmüş), ve yardımseverlik (Son zamanlarda yapılan bağışlarla ölçülmüş). En mutlu 10 ülke bu 6 kategorinin hepsinde en yüksek puanı alıyor. En mutsuz 10 ülke ise her bir kategoride yerlerde sürünüyor.

Yazının Devamını Oku

Ülkenin bekasını dert ediyorsanız, bu 7 öneriyi dikkate alın!

20 Mart 2017
Biliyorum gündem yine yoğun ve kimsenin eğitimi konuşmaya vakti yok ama her gün hatırlamamız gereken bir veri var: Türkiye, şu an okullarda olan 20 milyon öğrenciye iyi bir eğitim veremez ise bu yüzyılı da kaçırmış olacak.

O nedenle kendimi tekrar etmek pahasına eğitimde acil yapmamız gereken reformları dikkatinize sunmak istiyorum. Sorunları sıralamak yerine, çözümleri gündeme getirmek istiyorum. Buyurun en azından tartışmamız gereken 7 çözüm önerisi:

1- Reformları verilerle yapalım!

Hayat değişiyor. Eğitim de buna göre ayak uydurmalı ama nasıl? O nedenle eğitim deyince akla reformun gelmesi gayet doğal. Ama soru şu: Reformları neye göre yapacağız? Bir sabah kalkıp aklına eseni reform diye toplumun önüne mi koyacağız, yoksa bu değişiklikleri sistematik bir şekilde verilerden yola çıkarak mı yapacağız? Bu önemli soruyu nasıl yanıtladığımız eğitim alanında yaptığımız her şeyi belirliyor. O nedenle eğitim alanında yapılması gereken ilk reform bundan sonra eğitimdeki tüm değişikliklerin verilere dayandırılarak yapılması olmalıdır. Bu, şu demek: Önce sorunları bilimsel olarak tespit edeceğiz, sorunların muhatabı olan her kesimden veri toplayacağız. Sonra bu sorunlara çözüm yolları bulmak için ortak aklı harekete geçireceğiz. Yani bizim şura geleneğini. O açık platformda herkes çözüm yollarını masaya yatıracak. Ortaya çıkan paketi pilot uygulamalarla sınayacağız ve başarı gösteren uygulamaları tüm Türkiye’ye yayacağız. Evet biraz meşakkatli bir süreç bu. Ama ya bu yoldan gideceğiz ya da aklına esenin reform yaptığı yap-boza dönmüş ucube bir sistemle çocuklarımızın geleceğini heba edeceğiz. Tercih sizin.

2- Her ile üniversite yerine, her mahalleye iyi bir okul öncesi eğitim kurumu!

Eğitimde geri dönüşü en yüksek yatırım okul öncesi dönemindedir. Hatta oranı da belli: Bu döneme yapılan her 1 liralık yatırım 8 lira olarak geri dönüyor. Ve Türkiye okul öncesi eğitime katılımda kendi klasmanımız olan ülkelerin içinde açık arayla en son sırada yer almakta. O nedenle hiç pilot uygulamaya gerek olmadan ilk elden hemen yapılması gereken reform her mahalleye kaliteli bir okulöncesi eğitim kurumu açmaktır. Bunun için özel sektör-devlet işbirliği ile bir ulusal kampanya ilan edilmeli ve hatta gerekirse her ile üniversite için ayrılan parayı oradan alıp doğrudan okulöncesine vermeli. Evet her ile bir üniversite yerine her mahalleye iyi bir kreş ülke kalkınması için daha kıymetli bir yatırım olacaktır.

3- Teknolojiye ve binaya değil öğretmene yatırım!

Asya ülkeleri ve Finlandiya’nın eğitim mucizelerinin sırrı öğretmene verilen değerde yatmakta. Bu sistemlerde öğretmenlik profesyonel bir meslek olarak tanımlanmış, öğretmen seçimi, eğitimi ve sosyoekonomik statüsü (yani maaşı ve prestiji) buna göre organize edilmiştir. O nedenle eğitime aktaracağımız yatırımların merkezinde teknoloji ve binadan önce öğretmen olmalıdır. İyi bir öğretmen olmadıktan sonra istediğiniz binayı yapın, istediğiniz ‘akıllı’ teknolojiyi okullara sokun, sonuçta her şey o öğretmenin elinden geçerek öğrenciye ulaşacak.  

4- Merkezi idarede esneklik şart!

Yazının Devamını Oku

BM'de gençlerle umut tazeledim

13 Mart 2017
Geçen hafta Birleşmiş Milletler’in o muazzam genel kurul salonunda dünyanın dört bir yanından gelen 800 gence seslenme fırsatı buldum.

Dünyayı yöneten yaşlıların, yurttaşları olanca güçleriyle korkutup ülke sınırlarına hapsettiği bir dönemde gerçekleşen bu devasa toplantıda gençlerin enerjisini görünce umudum arttı. Evet ülkelerin sınırları birbirine kapattığı, öteki düşmanlığının körüklendiği şu günlerde, genç kuşaklar ısrarla birbirine karışıyor. Umut etmek için bundan daha iyi bir gerekçe olamaz. Gelecekte onlar olacak, biz değil.

Süpriz bir davet!

Konuşmamın detayına geçmeden önce size davetin arka planını anlatayım. Birkaç ay evvel benim için de süpriz bir davet mektubu aldım. Birleşmiş Milletler’in 41. Öğrenci Konferansı’nı organize eden genç ekip (15-16 yaşlarında hepsi), eşim Dr. Lauren Rogers-Şirin ile yazdığımız mülteci çocukların ihtiyaçlarını konu alan şu raporumuzu okuyup çok etkilenmiş. Benim birkaç konuşmamın videosunu da izleyince beni ana konuşmacı olarak davet etmeye karar vermişler. Mektupta yer alan bilgilerden anlıyorum ki bu istisnai bir durum, zira aynı toplantıya önceki yıllarda ana konuşmacı olarak davet edilenler arasında yok yok. ABD Başkanı Bill Clinton, efsane BM Genel Sekreteri Koffi Annan, son BM Sekreteri Ban Ki-moon, Hillary Clinton gibi politikacılar ve Danny Glover, Harry Belafonte, Vanesa Redgrave gibi ünlü Hollywood starları önceki yıllardaki konuşmacılar. Bu listeyi görünce insan ister istemez heyecanlanıyor...

Mülteci Çocukların Acil İhtiyaçları: Yemek ve Barınmanın Ötesi

Peki hocam anladık da ne konuştunuz, derseniz özet geçeyim. Aslında yeni çıkan Bir Türkiye Hayali kitabımda yer alan Suriyeli mülteci çocuklar hakkındaki yazılarımın bir özetini sundum. Başlığını The Urgent Needs of Refugee Children: Beyond food and Shelter koyduğum konuşmamda dünyadaki aşırı milliyetçi dalganın en fazla mülteci ve göçmenleri etkilediğini anlattım. Dünyada şu an 65 milyonluk geniş bir nüfusun yersiz yurtsuz bir hayat yaşadığını, her 3 saniyede bir kişinin bu sayıya eklendiğini anlattım. Ve mülteci nüfusun yarısının çocuk olduğunu...  Bir saatlik konuşmamın tamamını şu linkten izleyebilirsiniz (57. Dakikada başlıyor): http://webtv.un.org/watch/migration-crossing-the-lines-41st-annual-unis-un-conference-part-3/5346703047001  Konuşmanın kısa Türkçe özetini de şuradan izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=1fRXOd9p3NE

Sahadaki ilk araştırma

Konuşmamda New York’ta yürüttüğüm göçmen çocuklar araştırmasını, Norveç’te yaptığımız mülteci çocuklar araştırmasını veri olarak kullandım ama konuşmamın omurgasını 2012 yılında New York Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi işbirliğinde yaptığımız Suriyeli mülteci çocuklar araştırması oluşturdu. Meslektaşlarım Dr. Serap Özer ve Dr. Brit Oppedal ile ortaklaşa yaptığımız bu saha araştırmasının Suriyeli mülteci çocukların yarıya yakınının post-travmatik stress bozukluğu (PTSD) yaşadığını ve yüzde 40’a yakınının da deprasyona varan duygusal sorunlar yaşadığını gösterdiğini ve bu verilerin bizleri kaygılandırması gerektiğini ifade ettim. Türkiye’nin dünyada en fazla mülteci ağırlayan ülke olarak örnek bir davranış sergilediğini de vurguladığım konuşmamda özellikle varlıklı ülkelerin temsilcilerinden yöneticilerini uyarmalarını istedim. Eğer önümüzdeki süreçte mülteci ve göçmen çocuıkların dertlerini ihmal edersek bunun bedelinin tüm dünya için çok ağır olacağını bir kere de BM Kürsüsü’nde ifade ettim. 

Yazının Devamını Oku