Paylaş
Ol mahiler ki derya
içredir, deryayı bilmezler
İBNİ Haldun bir gün aklına nereden estiyse “Coğrafya kaderdir” demiş. Çağdaşları veya ardından gelenler bu lafı o kadar beğenmiş ki her fırsatta tekrar etmişler. Sonunda bu güzel lafın beş-altı sahibi birden çıkmış.
TC nüfus kâğıdı taşıyan pek çok okumuş yazmış adam da “Coğrafya kaderdir” tespitini romanlarından birinde kullandığı için sahibi olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ı bilir.
Varsın bilsin. Mahkeme kadıya nasıl mülk değilse “okkalı laflar” da sahibine mülk değil. Hele tweet çağında. Bir lafın altına kimin imzasını atarsan o laf öylece gider.
* * *
“Coğrafya kaderdir” lafıyla en son Zülfü Livaneli’nin “Konstantiniyye Oteli” romanında karşılaştım.
Romanın karakterlerinden biri olan psikiyatr, beş yüz yıl önce bizim coğrafyaya gelen Sefarad Yahudileri ile bizim topraklara hiç uğramayan Aşkenaz Yahudilerini kıyaslıyor.
İkinciler, kuzeyin topraklarında bir Freud, bir Einstein, bir Karl Marks çıkarmışlar. Kırk dokuz Nobel Bilim Ödülü kazanmışlar. Kaderleri bizim topraklardan geçen Sefarad milletinin bir tane Nobel Bilim Ödülü yok.
Gel de bunun mânâsını ver şimdi.
SİZE NOBEL YOK
Bizim Osmanlı’nın tuğrasının hüküm sürdüğü topraklardan elliden fazla devlet çıktı. Ne Rumların, ne Yahudilerin, ne Türkler ile Kürtlerin, ne Sırpların, ne Arapların, ne Ermenilerin, bir tanesinin bile Nobel Bilim Ödülü yok.
Livaneli’nin son romanına serpiştirdiği ve okuru üzerinde düşünmeye zorladığı bu tür kıyaslamalar adamı çarpıyor.
Yazarın, romandaki karakterlerin ağzına verdiği soruyu, sen de kendi kendine soruyorsun.
Zülfü Livaneli’nin romanlarının tamamını, eksiksiz okumuşumdur. Kafamdaki sıralamada “Serenad” birinciydi.
“Konstantiniyye Oteli” geldi, hepsini geçti, birinciliğe oturdu.
Livaneli bu romanında şimdiki İstanbul’un havadan fotoğrafını çekiyor. Ancak yazarın objektifi; tıpkı uzaydan fotoğraf çekip de toprağın altındaki cevherin, fosillerin, fay hatlarının yerini belirleyen kamera gibi bugünkü İstanbul’un ölü toprağı altında yatanları da yakalıyor.
2 bin 672 yıllık şehrin “toprak altı” olmuş hayatı ile bugünkü hayatını kıyaslıyor. Üzerinden bin yıl geçmiş olayların bugünkü tekrarı ile okuru şaşırtıyor.
* * *
Huyumdur, temalı bir kitap açtığım zaman ardından benzer kitaplara saldırırım. Zülfü Livaneli’nin romanını bitirir bitirmez Radi Dikici’nin “Dört İstanbul” çalışmasına saldırdım. Ardından Reşat Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi ile Profesör Dr. Metin Sözen’in “Topkapı” kitaplarına.
Okudukça anlıyorsun ki İstanbul’un dibi bucağı yok.
Bunu bilip de yerin altından bir şey çıkarıldığında heyecanlanan insanların algısı başka oluyor. “Kupon arsa” peşinden koşarken tarihi bahane edip iş makinelerinin önüne çıkanlara “Çanak çömlek meraklısı kaçıklar” diyenlerin algısı başka.
PORNAİ SOKAĞI
Bağımsız mahkemeleri bugün Adalet Bakanı’nın emrine verenler acaba “Roma Hukuku” denen kavramın İstanbul’da doğduğunu bilirler mi?
İmparator Justinyen, kuruluşundan bu yana çıkarılmış üç milyon kanunu tek tek inceletti, ayıklattı, 150 bine indirdi. Yeni yasalar ve düzenlemeler ile “Justinyen Kodeksini” oluşturdu.
Bugün bütün dünyada, hukuk eğitimi veren fakültelerde okutulan “Roma Hukuku”nun tarifi bu çalışmalardan ve İstanbul’dan çıktı.
Yine dünyanın ilk üniversitesi kabul edilen “Konstantinople Üniversitesi” yani “Pandidaktorion” bu coğrafyadan doğdu. Hem de “kupon arsa simsarı” Bilal Oğlan’ın TÜRGEV’ine ihtiyaç duyulmadan.
Haaa! Okuyucu bunu sevecektir.
Gelişmiş veya kendine gelişmiş ülke süsü verenler arasında bilgisayarlı eğitimde sonuncuyuz. Lakin bizi sonuncu yapan bilgisayar yüzdemize rağmen “porno sitelere girişte” Avrupa birincisiyiz.
Porno meraklıların yüzde yüze yakını bu sözcüğün İstanbul’un bir sokağından geldiğini bilmez. Konstantinopolis ismi daha İstanbul olmamışken, kadim şehrin bugün Çemberlitaş diye bilinen meydanından denize doğru inen bir sokağı vardı, Pornei Sokağı.
Ne kadar meyhane, batakhane, eğlence yeri varsa bu sokaktaydı ve “Porno” sözcüğü, cinselliğin eski merkezi sayılan bu sokaktan doğdu. Öğrendiniz işte, haydi kendinizi alkışlayın.
* * *
“Konstantiniyye Oteli” romanına yeniden dönerken bir şeyin altını çizmeden geçemem. O da Zülfü Livaneli’nin dilidir.
Edebiyatımızı didik didik edip, harika sonuçlar çıkaran Selim İleri dostumuz eğer okumuşsa bize hak verecektir. Livaneli bu romanında kendini dil olarak da aşmış. Şiirsel bir tat kazanan yazım diline bu kitapta doyulmuyor.
Bize böyle bir kitap yazdığın için teşekkürler Livaneli.
Paylaş