Paylaş
HAYAT kalitemizi cırtım cırtım yükseltmeye kararlı olan hükümet adamları yeni bir hamle yaptı. Kasap köfteye yasak getirdi.
Yasak nasıl mı işleyecek? Etini dışarıdan alıp, aynı köfteyi evinde yaparsan mesele yok. Kasap yapar da sana elden verirse suç. Veya kasap yaptığı köfteyi markete verdi, markette sana sattı, bu da suç.
Sebep? Ahalinin sağlığı.
Çok şükür, yaratılan ekonomik mucizeler sayesinde hayat seviyemiz öyle yükseldi, öyle yükseldi ki geçmişin beslenme alışkanlıkları yük olmaya başladı. Yeme içme konusunda Avrupalı gibi kapris üretir olduk.
* * *
Bugünün hükümet adamları dünün ev ekonomisinden beslenen çocuklarıdır.
Anaları, pazardan aldığı domateslerden çürük çıkanları bir kavanozda biriktirdi. Yeterli miktara gelince tuzlayıp salça niyetine tenekeye basardı.
O tenekedeki salçanın üzerine milyon tane karasinek konup kalkardı. Çocuk da acıktığında o salçayı ekmeğine sürüp iştahla yerdi.
Aynı çocuk, hükümet adamı olunca meseleye başka türlü bakıyor. Geleneksel gıda maddelerinin içinde şeytan arıyor.
* * *
Geleneksel gıda üretimine düşmanlıkta “Avrupa Birliği Standartları” da bahanemizdir.
Bağımsız mahkemeyi bir kurula bağlıyorsun. Kurulu hükümet adamının emrine veriyorsun. O da kendisini hükümete koyan adamın ağzının içine bakıyor. Bu mekanizma içinde “Avrupa Birliği Standartları” aranmıyor da söz konusu olan “çiğköfte” veya “kasap köftede” ise aranıyor.
Bu “Avrupa Birliği Standartları” her yerde lazım. Tabii eğer fikrimizi bozmayıp, aralarına katılma niyetimiz devam ediyorsa.
Bugün iş dünyasında olan, siyasetle biraz üst düzey ilgilenen kim varsa Ak Saraylı Büyük Usta’nın özel sohbetlerinde “Ne işimiz var bizim Avrupa Birliği’nde” diye muhabbet başlattığını yüz kere duymuştur.
Neyin tiyatrosunu yapıyorsak, hâlâ niyetliyiz gibi davranmaya devam ediyoruz. Bir sürü garip kararı bu standartlara uydurmaya çalışıyoruz.
Stephan Gerlach’tan, İstanbul Seyahatnamesi yazarı Josephus Crelot’a, eli kalem tutan seyyahlardan memleketimizi görmüş olan Knut Hamsun ile ortağı H. Christian Andersen’e kadar kimi sayarsan say.
Bizim tuvalet alışkanlıklarımız üzerine öyle mide bulandırıcı satırlar döktürürler ki bunları okuyan biri “hijyen” adına “kasap köfte muhabbetini” açamaz bile.
* * *
Ayrıca kasap köfteyi marketten alıp, bin derecelik ateş üzerinde kızarttıktan sonra zıkkımlanacak olan benim. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’na ne oluyor? Onun tepesine diktikleri hükümet adamına ne oluyor?
Marketlerdeki tek seçenek “kasap köfte” deseler anlarım. Başka seçenek yoksa elin o köfteyi almaya mahkûm.
Böyle bir durumda “men etmenin” dahi bir mantığı olabilir. Bunun mantığı ne?
ÇİĞKÖFTEMİZ TESLİM OLDU
O güzelim “çiğköfte” bu hassasiyet yüzünden yok oldu gitti. Aynı hassasiyet, etten yapılma “çiğköfteye” hayır derken, aynı temizlikteki ellerin, köfte niyetine bulgur ile salçayı saatlerce mıncıklayıp satmasına ses çıkarmıyor.
Aynı şartlarda yapılıp satılan bulgur ile salça karışımına itiraz yok, içine et katılmış versiyonuna itiraz var.
Aslında “çiğköftenin” başını parlamentomuz yedi. Genel başkan iradesiyle geldikleri Meclis’te el kaldırıp indirmekten başka yapacak iş bulamayan milletvekilleri can sıkıntısından “çiğköfte” partisi yaptılar.
Yaptıkları köfteleri de havaya atıp tavana yapıştırarak test ettiler. Tavanda yapışıp kalan köfte kıvama gelmiş sayıldı.
Kendilerine köfte ikram edilmeyen parlamento muhabirleri de bu olayı “intikam amaçlı” haber haline getirince, olanlar “çiğköfteye” oldu. Üzerine yasak geldi.
Peki, Meclis’e girmeyen, siyasete hiç bulaşmayan “kasap köftenin” kabahati neydi?
* * *
Bir yandan gelenek diyorlar, öte yandan hiç girmeye niyetli olmadıkları Avrupa Birliği’ni bahane edip geleneksel mutfağa bel altı vuruyorlar.
Bunun adına “Oturduğu ahır sekisi, söylediği saray türküsü” derler.
Paylaş