SABİT bir telefon hattından aranıyorsunuz. Karşınızdaki ses kaydı şöyle bir giriş yapıyor: “Sağlık Bakanlığı check-up yaptırmayı destekliyor.” Ardından gelen kısa açıklama sizi check-up yaptırmaya davet ediyor ve kabul etmeniz halinde “1”e basmanızı öğütlüyor. Talebi kabul ettiğinizde kayıt “teşekkür ederiz” sözleriyle son buluyor ve telefon kapanıyor. Ortada ne bir sağlık kurumunun adı var ne de bir şirketin... Siz “İyi de amaç neydi” diye düşüne durun daha bir saat geçmeden bu kez başka bir numaradan aranıyorsunuz. Bu kez karşınızda bir sağlık kuruluşu ve onun yetkilisi var. Sizi check-up talebiniz üzerine aradığını belirtip başlıyor sormaya... “En son ne zaman check-up yaptırdınız”, “Prostatınıza bakıldı mı hiç”, “İçki-sigara kullanıyor musunuz” vs... Her olumsuz cevabınız “Allah korusun şöyle olursunuz, böyle olursunuz” ile bitiyor.
HANGİSİ DOĞRU
Ardından uzun bir liste ile size yapılacak testler, kontroller, ultrasonlar, grafiler vs sıralanıyor. Yok yok... Siz, listenin uzunluğuna geçmiş tecrübelerinize istinaden bu kadar geniş kapsamlı bir sağlık taramasının bedelini tahmin etmeye çalışırken karşıdaki yetkili de fiyat aşamasına geliyor. Efendim, bu sağlık kuruluşunun bilmem kaçıncı kuruluş yıldönümüymüş. O sebeple size öyle bir indirim yapmışlar ki... 1290 TL yerine sadece 319 TL ödeyecekmişsiniz... Yok artık... Hangisi doğru...
319 TL’ye bu kadar test yapılabiliyorsa ve hastane de kâr edebiliyorsa 1290 TL’lik ücret insafsızlık değil mi? Yoksa bu işin içinde de mi bir iş var. Ne bileyim, acaba check-up sırasında bazı hastalıklar icat edilip üstüne ekstra ücretler mi bindiriliyor? Yoksa liste uzun da gerçekte testler yapılmış gibi gösteriliyor, hastalara kopya sonuçlar mı veriliyor?
Konuyla ilgili pek çok uzmanın görüşüne başvurdum. Hep aynı cevabı aldım. “Hiçbir sağlık güvencesi işin içine dahil edilmeden bu kadar test bu fiyata yapılmaz” dediler.
İşin içinde sağlık varsa önce güven şart. 1290 TL’den 319 TL’ye fiyatını çeken bir kuruluşun fiyat politikasına güvenemezken vereceği sağlık hizmetine nasıl güvenebilirsiniz?
PEŞİN 650, KARTLA 2500
OKURUM olan bir teyzemiz, SGK ile anlaşması olan bir hastaneye gidiyor. Bu hastanede daha önce ameliyat olmuş. Muayene hizmeti için 180 TL ödediği doktor kontrol için röntgen ve ultrason istiyor. Teyzemiz o bölüme gidiyor. Kendisinden 650 TL talep ediliyor. Dikkat edin ana yazıda dünyaları içeren check-up 319 TL teyzemiz iki görüntüleme işine 650 TL verecek. Teyze razı, kredi kartını veriyor. Cevap, “gecikmiyor.“ Nasıl geçmiyor? Teyzemizin itirazları fayda etmiyor. Görevli nakit ödeme diye tutturuyor. Teyzenin yanında 450 TL var. O da olmaz. ATM’den çekmeyi de beceremiyor. Çaresiz tekrar görevliye geliyor, çünkü doktoru röntgen ve ultrasonu acil istemiş. Kredi kartında ısrar eden teyzemize bu kez daha ilginç bir cevap geliyor. “Nakit verin, vermezseniz 2500 TL tutuyor:” Nasıl yahu. Teyze isyan ediyor, sonunda 450 TL’sini kabul ettiriyor 200 TL daha getirmek için de söz veriyor. Şimdi buradan soruyorum. Bu işte mantık nerede… Nakit 650 TL olan bir hizmet kredi kartı ile nasıl 2500 TL oluyor. Yoksa kredi kartı ile yapıldığında resmi kayıt oluyor da nakit ücreti bir ya da birileri cebe mi indiriyor?
SON dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da eleştirdiği çarpık yapılaşmaya karşı nefes aldıracak örnek bir proje hayata geçiyor. Mülkiyeti Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na (TOKİ) ait olan Ataköy’deki 60 dönümlük Baruthane arazisi 1991 yılında verilen imar ruhsatına rağmen günübirlik turizm ve rekreasyon alanı olarak kiralanabilir yeşil alana çevriliyor.
70 METRE BLOK OLACAKTI
Tescilli Baruthane yapılarının bulunduğu Ataköy sahilindeki 160 Parsel Emlak Bankası tarafından TOKİ’ye devredilmiş, TOKİ de araziyi 12 Temmuz 2010’da ‘restore et, işlet’ modeliyle ihaleye çıkarmıştı. 59 bin 800 metrekare turizm ve rekreasyon alanı parsel, üzerindeki tarihi yapıların aslına uygun restorasyonu, anıt ağaçların korunması şartıyla yıllık 6 milyon liradan 49 yıllığına, ihaleye tek katılan Çelebican A.Ş.’ye kiralamıştı. Çelebican firmasının söz konusu araziye Ataköy Blumar adı verilen 70 metre yüksekliğinde 7 blok içeren bir proje gerçekleştireceği açıklanmıştı.
İHALE İPTAL EDİLDİ
TOKİ Başkanı Ergün Turan, geçen 7 yıla rağmen inşaata başlanılmadığını, firmanın geçen yıl kira ödemeyi durdurduğunu ve TOKİ’nin de bunu fırsat bilerek mahkeme kararıyla ihaleyi iptal ettirdiklerini açıkladı. Söz konusu arazideki sahil kısmının kullanım hakkının kendilerine ait olduğunu söyleyen Turan, “Ataköy’de Baruthane olarak bilinen bu alan inşaat yapılmayan bir yerdir. Ataköy sahilinde bulunan bu alanın imar çalışması 1991 yılında yapılmıştı. Ticaret ve konut olarak o tarihte alınan imar izni ile mevcut yapılaşmalar gerçekleştirilmiştir. Yani, Ataköy sahillerine inşaat izni 1991 yılında verilmiştir. Tarihi Baruthane binalarının da bulunduğu bu alan 2010 yılındaki imar izniyle ihale edilmişti. Anıtlar Kurulu, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu onaylarına, imar izinlerine rağmen, şu anda mülkiyeti bize ait olan arazinin üzerindeki inşaat planını uygulamaktan vazgeçtik” dedi.
CUMHURBAŞKANI’NDAN DESTEK
İçinde tescilli tarihi binaların da bulunduğu arazinin geleceği ile ilgili düşüncelerini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile de paylaştıklarını da açıklayan Ergün Turan “Sayın Cumhurbaşkanımız arazinin halka açılması projesine tam desteklerini açıkladılar ve ‘yapın’ dediler. Cumhurbaşkanımızın desteklediği projemizi İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile hayata geçireceğiz. Şu anda bu alanda çok önemli mimarlarımız proje çalışmalarına devam ediyor. Mevcut alanın yeşillendirilmesi ile ilgili karar İBB’de kabul edildi. En kısa süre içerisinde Ataköy sahilini vatandaşlarımızın denizle bulaşabildiği bir alan haline getirip hizmete açacağız” dedi. 564 ada 160 parselde park olarak düzenlenecek alandaki çalışmalar için İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile protokol imzaladıklarını söyleyen Turan, alanın “Park ve Rekreasyon Alanı” olacak şekilde imar plan değişikliği yapılacağını belirtti. Turan, “Amacına uygun olarak tasarlanan yeni plan TOKİ tarafından İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’ne teklif edilecek” diye konuştu.
Altepe’nin istifası sonrasında İnegöl Belediye Başkanı iken 4.5 ay önce Meclis’teki oylamayla Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilen Alinur Aktaş’a göreyse çarşamba günü gerçekleştirdiğimiz Ekonomi Zirvesi ve benzerlerinin büyük önemi var. Yeni başkana göre sorunların tartışıldığı, kenti ileriye taşıyacak vizyona katkı sağlayan her etkinlik Bursa’nın geleceğine hizmet anlamına geliyor. Dünyada vizyoner şehirler, ‘iş bitti’ mantığı ile yönetilmiyor. Bir yıl ara ile Bursa’da ne fark gördün diye soranlara verebileceğim ilk cevap belediye başkanlığı koltuğunda daha vizyoner bir ismin oturduğunu söylemek olur.
MESLEK LİSELERİ ELE ALINMALI
Bursa Ekonomi Zirvesi’ni bu kez iş dünyasının yanı sıra meslek lisesi öğrencileri de takip etti. Soru ve konuşmalardan bir kez daha anladık ki eğer ileride sanayide, ticarette çıtayı daha üste koyacaksak, Türkiye’nin acilen meslek liselerindeki eğitimi ele alması, dünya ile rekabet edecek düzeye ulaştırması gerekiyor. İş dünyası ve kamu el ele verip meslek liselerini çağa uygun teçhizatla donatmak için çözümler üretmek zorunda. Bu, Bursa Ticaret ve Sanayi Odası (BTSO) Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Burkay’ın yeni dönemin sloganı olarak ortaya koyduğu insana yatırım hedefine ulaşılmasına da büyük katkı sağlayacaktır.
NİTELİKLİ İŞ GÜCÜ
Burkay’ın belirttiği gibi fiziki yatırımlarının bir çoğunu tamamlayan Bursa ve bölgesinin şu anda en çok ihtiyaç duyduğu şey nitelikli iş gücü. Bir süredir Türkiye’nin her bölgesini il il geziyor sanayicilerle, iş dünyasıyla bir araya geliyoruz. Nereye gitsek Edirne’den Kars’a, Antalya’dan Samsun’a nereye giderseniz gidin aynı serzeniş ile karşılaşıyoruz.
Bugün Türkiye’nin bir biriyle çelişen iki önemli sorunu var. Biri işsizlik diğeri nitelikli iş gücü. Bir tarafta bir grup insan iş bulamamaktan yakınıyor diğer tarafta bir grup insan işçi bulamamaktan. Doğru iş ile doğru işçiyi buluşturamadığımız gerçeğini odağa aldığımızda bugünden yarın için çözüm ürettiğimiz noktada aslında iki sorunu birden çözebileceğiz. Türkiye’nin beyaz yakalı yöneticiye de otomobile kaynak yapan işçiye de, boyacıya da ihtiyacı var ve olacak. İhtiyaçları belirleyip gençleri doğru bir anlayışla doğru alana yönlendirmeye başarabildiğimiz noktada bugünü değil yarınımızı kurtarabileceğiz. Aksi halde ortaya ihracat hedefleri koyup ithalatımızı azaltmaya çalışırken bir gün gelecek işsizler ordusu ile baş başa kaldığımız bir ortamda kaynakçı, boyacı, ütücü, berber ithal eder konuma geleceğiz. Unutmayalım ki her şeyi robotların yapacağı bir dünya henüz ne kadar uzaksa, ustalarımızı kaybedeceğimiz günler bir o kadar yakınımızda...
OCAK ayında bu köşede art arda yazılar yazıp ‘Ücretini ödediğimiz, yediğimiz-içtiğimiz ürünlerin akıbetine hakim miyiz? Aslında ne yiyoruz, içiyoruz’ sorularını odağa almış restoranlarda yapılan gıda hilelerini gözler önüne sermeye çalışmıştım.
Örneğin çorbalarda kullanılan kıymaya ‘ekstra’ ürünler katıldığını, salatalara dökülen zeytinyağlarının aslında gerçek zeytinyağı olmadığını, kanola ve mısır yağı karıştırarak maliyetlerin düşürüldüğünü belirtmiştim. Örnekler bunlarla da sınırlı değildi. Yemeklerde kullanılan tavuk suyunun tavuğun neresinden yapıldığının büyük bir soru işareti olduğunu, kimyasal çorba içiyor olabilme ihtimalimizin çok yüksek olduğunu söylemiştim. Dönerden, salataya, kebaptan tatlıya kısacası ne yersek yiyelim gıda sahtekarlarının sınır tanımadığına dikkat çekmiştim. İlk yazımızın başlığı ise ‘kurtlar sofrasıydı’
TAM 173 FİRMA
Dün Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı uzun zamandır arar verdiği bir şey yaptı ve taklit veya tağşiş yaptığı kesinleşen firmaları ve ürünleri internet siteleri üzerinden açıkladı. Tam 173 firma 282 üründe taklit ve tağşiş yapmış. Liste o kadar uzun ki tüm firmaları ve ürünleri buraya koymam mümkün değil. Listenin tamamı dün öğlen saatlerinden itibaren hurriyet.com.tr’de yer aldı. Dileyenler listenin tamamını ve listede yer alan firmaların yaptıkları gıda sahtekarlıklarını net bir şekilde görebilir. Listede yakından tanınan firmalar da var küçük üretici ve restoranlar da... Peki neler yapmış bu firmalar? Kısaca anlatalım.
KÖFTEDE DOMUZ ETİ
VATANDAŞIN Ekonomisi köşesinde bu hafta yine gıda konusu var. Hatırlarsanız bir süre önce restoranların tüketiciyi nasıl aldattığına ilişkin haftalarca süren kapsamlı bir çalışma yapmıştık. Gıda öylesine kapsamlı bir alan ve bu alanda tüketici öyle haksızlıklara maruz kalıyor ki anlaşına bu konudan elimizi çekmek pek mümkün olmayacak.
Bu hafta Türk sofralarının vazgeçilmez ürünlerinden pirinci mercek altına alacağız. Pirinç deyip geçmeyin... Kalitelisi, pahalısı var, ucuzu var, kırığı var, yerlisi var, ithali var... Hepsinin tadı başka, tabii fiyatı da... İşte işin içinde kalite ve fiyat farkı olunca hangi pirinci kaç liraya aldığımızı bilmemiz büyük önem taşıyor.
Mevcutta geçerli olan ayrıntılarını paylaştığım tebliğe göre pirinç satacaksanız ne pirinci olduğunu, nerede yetiştirildiğini, ithal mi yerli mi olduğunu, ne amaçla kullanabileceğini açık seçik yazmanız gerekiyor.
Peki ama piyasada durum ne? Gelin pirincin izini marketlerde sürelim.
İstanbul’da büyük küçük demeden marketleri dolaştım. Paket pirinçteki hilelere geleceğim ama öncelikle açık pirinçlerde özellikle küçük marketlerin pirincin ne çeşidini ne menşeini, ne de yerli ithal olduğunu belirtmeden satıldığını belirtmeliyim. Büyük marketlerde de bu konuda ciddi eksiklikler, fiyatlarda pirincin kg fiyatı ticaret borsalarında açık açık ilan edilirken bazı marketlerin sattığı pirincin fiyatının bundan daha düşük olduğunu anlamak mümkün değil. Toptan fiyata nakliye ve diğer masraflar ilave edildiğinde nasıl oluyor da bu marketler borsadaki fiyattan daha ucuza o pirinci satabiliyor?
Göz ile ayırmamızın neredeyse imkansız olduğu farklı çeşitler ve tipler aynı ambalaj içerisine karıştırılıyor. En çok karışıklık görünüm olarak birbirine benzeyen Luna-Osmancık ile Cameo-Baldo çeşitlerinde yapılıyor. Bu türler arasında ciddi kalite ve fiyat farkı var. Özellikle Çin’den gelen ucuz pirinçlerin ise yerli diye tüketiciye sunulduğu da önemli iddialar arasında.
SON aylarda gayrimenkul sektörü için hem içerden hem dışlardan isimler çarpıcı açıklamalar yapıyor. Sektörde arz talep dengesinin bozulduğu, talebin eskisi kadar canlı olmadığı iddialar arasında... Gayrimenkul sektörünü kârlı görerek sonradan bu işe girenlerin dengeleri olumsuz etkilediği de söyleniyor.... Türkiye’nin lokomotif sektörlerinin başında gelen gayrimenkul sektöründe neler yaşandığını Konut Geliştiricileri ve Yatırımcıları Derneği (KONUTDER) Başkanı ve Sur Yapı Yönetim Kurulu Başkanı Altan Elmas’a sorduk. “Türkiye gayrimenkul sektörü cazibesini yitirmez” diyen Elmas, “Konut talebi hep güçlü. Sadece dönem dönem alım erteleniyor. Bu erteleme dönemi bazen üç ay bazen beş ay oluyor, daha fazla olmuyor hiçbir zaman. Erteleme döneminin bitiminden itibaren ise hızlı bir ivme ile satışlar artıyor. Tabi artan dönemlerde fiyat da hızla yükseliyor. Sektörün dinamiği bu şekilde. Gayrimenkul sektörü bu tür senaryolarla ilk defa karşılaşmıyor. Şimdi önümüzde kısmi durgunluğun biteceği ve satışların yukarı ivmeleneceği bir dönem var” dedi. İşte Altan Elmas’ın sektördeki son gelişmelerle ilgili sorularımıza verdiği cevaplar...
Son dönemde gayrimenkul sektörünün satış yapmakta zorlandığına, talebin düştüğüne ilişkin iddialar var. Siz ne dersiniz?
Öncelikle bazı genellemelerde bulunmak için istatistiksel verilerle ve kanıtlarla konuşmak gerektiği kanaatindeyiz. Biz KONUTDER olarak düzenli bir şekilde sektörü, ekonomik konjonktürü takip ve analiz ediyoruz. Gayrimenkul sektörünün de tam da buna; gerçekçi verilerle değerlendirmelere ihtiyacı var. Her yıl ocak, şubat aylarında mevsim etkisiyle satışlarda düşüş yaşanır. Geçen yıl da benzer bir tablo vardı, mart ayından itibaren satışlar arttı. Mevsim etkisi tüm sektörler için geçerlidir. Otomotiv, perakende gibi birçok sektörün en düşük satış yaptığı aylar ocak ve şubat aylarıdır. TÜİK verilerinden geriye doğru baktığımızda bunu çok net görüyoruz. Bu yıl farklı olarak bu sürece kısmen kasım ve Aralık ayları da eklendi. Bunun temel sebebi faizler gibi görünüyor. Faizlerin arttığı dönemlerde kredi kullanacak tüketiciler bu kararlarını ertelemeyi tercih ediyor. Bu da ipotekli satışların düşmesine neden oluyor. Kasım, aralıkta düşüş yaşanırken Ocak 2018’de bir önceki yılın ocak ayına göre İstanbul yüzde 3.5, Türkiye yüzde 1.7 artış yaşadı. Detaylarına baktığımızda kredili satıların azaldığını, peşin ve kampanyalı satışların arttığını ve doğan boşluğu doldurduğunu görüyoruz.
TALEP HEP GÜÇLÜ
Konut talebi hep güçlü. Sadece dönem dönem alım erteleniyor, bu erteleme dönemi bazen üç ay bazen beş ay oluyor, daha fazla olmuyor hiçbir zaman. Erteleme döneminin bitiminden itibaren ise hızlı bir ivme ile satışlar artıyor. Tabi artan dönemlerde fiyat da hızla yükseliyor. Sektörün dinamiği bu şekilde. Gayrimenkul sektörü bu tür senaryolarla ilk defa karşılaşmıyor. Şimdi önümüzde kısmi durgunluğun biteceği ve satışların yukarı ivmeleneceği bir dönem var. Bunu kendi satışlarımızdan da görüyoruz. İstanbul’da en yaygın satış ağına sahip firmaların başında geldiğimiz için bu hareketliliği anlayabiliyoruz. Tüm sektör için Antalya projemiz pek çok açıdan iyi bir örnek oldu. İki buçuk ay gibi kısa bir sürede 1400 konut, ofis ve dükkan sattık. Doğru ürün, doğru fiyat ve doğru lokasyon ile çok başarılı bir satış yaptık.
‘SORUNLAR BÖLGESEL’
Sizce bu söylentilerin temelinde yatan ne? Niye böyle bir algı oluştu?
GERİDE bıraktığımız Salı günü Anadolu Ajansı önemli bir balıkçı haberi geçti. Konunun balıkla ilgisi yoktu ama aslında binlerce kişiyi ilgilendiriyordu. Öncelikle bu haberini önemli bir bölümünü yayınlıyorum:
‘Hafif ticari aracıyla Fatih Sultan Mehmet (FSM) Köprüsü’nden kaçak geçiş yaptığı gerekçesiyle toplam 93 bin 600 lira ceza kesilen sürücü, cezalar zamanında tebliğ edilmediğinden mağdur olduğunu öne sürdü. Alınan bilgiye göre, Beykoz’da balıkçılık yapan Ayhan Hepgül, balık haline gitmek üzere hafif ticari aracıyla her gün FSM Köprüsü’nden geçti. Geçişler dolayısıyla Hepgül’e 117 kez 800’er lira para cezası uygulandı. Toplamda 93 bin 600 lira cezayla karşılaşan Hepgül, ceza bildirimi zamanında yapılmadığı için mağdur olduğunu savundu.
HABERİMİZ OLSA GEÇMEYİZ
Ayhan Hepgül, AA muhabirine yaptığı açıklamada, hafif ticari aracıyla FSM Köprüsü’nden geçip Beykoz’daki dükkanına balık aldığını söyledi. Bir yıl boyunca kendisine herhangi bir tebliğde bulunulmadığını öne süren Hepgül, daha sonra cezaların gelmeye başladığını anlattı. Hepgül, kendisine beş tebligat ulaştığını ve Karayolları Bölge Müdürlüğü’ne gittiğinde toplam 117 cezasının olduğunu öğrendiğini dile getirerek, “Cezanın tanesi 800 lira. Biz kamyon değiliz, otobüs değiliz, kamyonet değiliz. Ufak bir minibüsümüz var. Onunla hale gidip balık alıp geliyoruz. FSM Köprüsü’nden benim gibi günde bin, bin 500’e yakın araç geçiyor. Biz bundan haberdar değiliz. Haberimiz olsa zaten geçmeyiz.” diye konuştu. Kendisine cezaların 14 ay sonra ulaştığını savunan Hepgül, “Haberimiz olsaydı Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kullanırdık. Bu yasaksa bize 15 veya 20 günde bu cezanın gelmesi gerekiyordu” ifadelerini kullandı.
10 KAT CEZASI VAR
Bu haberi Vatandaşın Ekonomisi köşesinde günde getirmemin önemli bir sebebi var. Hatırlarsanız geçtiğimiz hafta bu köşede konuyu dile getirmiştim. ‘Sürpriz ceza can yakıyor’ başlığı ile ele aldığımız konuyu Hürriyet birinci sayfadan ‘Yüzde 1000 ceza kesileceğine haber verilse’ başlığı ile duyurmuştu.
"SANA bir link gönderdim. Çin’deyim. Nereye gitsem bu parça çalıyor. Bu parçanın bir sırrı var. Dinle yazışalım.” Arkadaşımın gizemli mesajla birlikte gönderdiği linke tıkladım, parçayı dinlemeye başladım. Modern bir pop parçası. Ritmi sözleri belli ki çok hoş. Ama açık söyleyeyim birkaç yerde geçen ‘lady’ dışında çok da bir şey anlamadım. Sordum, neydi acaba bu parçanın sırrı. Çin’den bana yazan arkadaşlarım Nezih ve Altay ile Türkiye’de yaşayan Yeditepe Konfüçyus Enstitüsü’nden Weili Li sayesinde sır perdesi ortadan kalktı, Türkiye’yi yakından ilgilendiren süper bir hikâye ortaya çıktı. Gelin Wili sayesinde öğrendiğim detayları paylaşayım önce.
Çince şarkının söz yazarı ve bestecisi He ZHU. Şarkıyı seslendiren ise Xiaozhang. Aslında parça piyasaya geçen yılın ağustos adında çıkmış. İlk adı ‘Seni seyahate götürürüm’ olmuş. Ancak halk arasındaki adı ‘Seni Romantik Türkiye’ye götürürüm’e dönünce klip ve her yerde de adı ‘Seni Romantik Türkiye’ye götürmek istiyorum’a dönüşmüş. Şimdi Youtube ve sosyal medyada da bu isimle anılıyor. Parça bugün Çin’in en popüler şarkılarından biri. Listeleri alt üst etmiş durumda. Sadece YouTube üzerinden yaklaşık 8 milyon kez dinlenmiş. Çinlilerin kendi platformlarında dinlenme ve indirilme oranın bunun kat kat üzerinde olduğuna eminim ancak Abu ve benzeri konularda Çin’den veri almak güç. Parça, Türkiye için milyonlarca dolar ödesek satın alamayacağımız bir tanıtım fırsatı yaratmış durumda.
BU FIRSATI KAÇIRMAYIN
Çinlilerin son günlerde dilinden düşürmediği, radyolarda mekanlarda sürekli çalan ve sevgiliye seslenen bu parçanın nakaratı aynen şöyle… ‘Seni romantik Türkiye’ye götürmek istiyorum. Sonra beraber Tokyo ve Paris’e geçeriz…’ Şarkının birden fazla klibi dönüyor. Ancak en popüleri bu nakarat sırasında fonda Kapadokya’nın bulunduğu klip.
Kitap, film veya şarkılarda geçen mekanlar, şehirler ve ülkeler için müthiş bir tanıtım fırsatı sunuyor. Örneğin; 90’lı yılların sonunda Christian Jacq’ın Mısır ile yazdığı kitap serileri bu ülkeye ilgiyi patlatmış Mısır’a turist akını başlamıştı. Bu yüzden romantik Çince şarkının nakaratında geçen ‘Seninle romantik Türkiye’ye gitmek…’ bölümüne bence sıkı sıkı sarılmalıyız. Üstelik bu yıl Çin’de Türkiye turizm yılı. İkisinin bir araya gelmesi ilahi tesadüf müdür bilmem ama başta Turizm Bakanlığı olmak üzere sektörde kim varsa bu slogana sarılmanın tam zamanıdır. Bu şarkının nakaratı eşliğinde Çinlileri ‘romantik Türkiye’ye’ davet eden tanıtım filmlerini Çin televizyonlarında, sosyal platformlarında şimdiden hayal ediyorum. Sadece Kapadokya değil, İzmir’in Kordonu’nu, İstanbul’un Boğaz’ını, Antalya’nın denizini, Bodrum’un neşesini, Edirne’nin Meriç’ini ve nicesini öyle bir pazarlamalıyız ki… Sadece Çin’de tanıtım yapmamız yetmez. Türkiye’ye romantizm için gelecek Çinliler için de öyle güzel programlar hazırlamalıyız ki giden onlarca yeni çiftin gelmesi için öve öve bitiremesin.3
İŞTE O ŞARKININ SÖZLERİ