ÖNCELİKLE son yıllarda yapılan köprü, tünel, kavşaklar ve yeni yollar ile hem kazaların azaldığını, hem de birçok yere daha kısa sürede ulaşabildiğimizin altını çizelim. Ulaştırma Bakanı Ahmet Arslan ile yakın zamanda yaptığımız görüşmede öğrendiğimiz üzere özellikle 2019 yılında pek çok yeni yol, güzergah devreye alınacak, ulaşım ve trafik daha da rahatlayacak. Yeni yapılan yol köprü ve tünellerin bir bölümü özel sektör tarafından işletiliyor. Bu işletmeler kamu tarafından belirlenen tarifeler üzerinden geçiş ücreti alıyorlar. Ayrıca geçiş ihlali adı verilen yani bir şekilde para ödemeden geçiş durumlarında da yine kamu tarafından belirlenen yasal cezaları uyguluyorlar. Ancak bu geçiş ihlalindeki kuralların özellikle de bilgilendirme hakkının daha ciddi ele alınması gerekiyor çünkü bu konuda çok şikayet var.
YIĞILMALARI BİTİRDİ
Bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nde bana çok sayıda okurumun ulaştırdığı bu sorunu paylaşmak istiyorum. Umarım bu konuda da bir an önce gereken tedbir alınır ve sıkıntı giderilir. Ulaştırma Bakanlığı’nın paralı geçişler için kurduğu gişeleri tamamen ortadan kaldıran serbest geçiş sistemi bir noktaya yığılmaları büyük ölçüde bitirdi. Ancak önemli bir sorun var ki vatandaştan zaman zaman haksız yere fazla para tahsil edilmesine neden oluyor. Yol işletmesi-banka-vatandaş üçgeninde yaşanan OGS ve HGS sistemine yönelik okuma/okumama, bakiye var/yok, bilgilendirme/bilgilendirmeme sıkıntısı için acilen bir şeyler yapılmalı? Niye mi gelin anlatmaya çalışayım.
BU İŞTE BİR TERSLİK VAR
6001 sayılı kanunun 30. maddesine göre Karayolları Genel Müdürlüğü ve özel sektörün işlettiği otoyol, köprü ve tüneller için belirlenen geçiş ücretlerini ödemeden geçiş yaptığı tespit edilen araç sahiplerine geçiş ücretinin 10 katı tutarında idarî para cezası veriliyor. Ceza, işletmeyi kim yapıyorsa ona ödeniyor. Eğer yol, köprü veya tüneli özel sektör işletiyorsa tahsil ettiği cezanın yüzde 60’ını Hazine payı olarak devlete veriyor. Ceza bu kadar yüksek olduğu için sistemin de vatandaşın kafasında en küçük bir soru işareti oluşmadan işlemesi gerekiyor. Ancak gelen şikayetlerden anlaşılan mevcut durumda bazı eksiklikler var.
Bana en son ulaşan okur mektubuna göre bir vatandaşımız 5 Kasım 2017’de Yavuz Sultan Selim Çamlık S7A gişesinden geçiyor. Bu gişenin öncesinde ve sonrasında farklı gişelerden de geçişi var.
19 Şubat’ta yani 5 Kasım’daki yazımıza konu geçişten tam 3.5 ay sonra bir telefon alıyor. Hukuk bürosu yetkilisi Yavuz Sultan Selim Çamlık S7A gişesinden geçiş ihlali yaptığını söyleyip okurumun acil olarak ödeme yapmasını istiyor. Okurum Yavuz Sultan Selim ve çevre yollarının işletmecisi İCA’nın internet sitesine giriyor, ihlalli geçiş sorgulaması yapıyor. 5 Kasım’da ödemesi gereken 2.85 TL 10 günlük yasal süreçte ödenmediği için 10 kat ücret ile cezalandırılmış. Yani cezası olmuş 28.5 TL. Üzerine bir de 2,85 TL’lik geçiş ücreti eklenince olmuş size 31.35 TL. “Kasım ayında bütün geçişlerim tahsil edilmişken bir kerelik geçişim nasıl cezalandırılır” diyen okurum mu haklı yoksa otoyolun işletmecisi şirket mi? Sadece Yavuz Sultan Selim geçişlerinde değil başka noktalarda da benzer sıkıntılar yaşandığına göre bu işte bir terslik yok mu?
PARA VAR TAHSİLAT YOK
BİR kere baştan söyleyeyim. Zaten zamanında söyleyen söylemiş. Her şeyin başı sağlık. Ne mutlu bize ki çoğu Avrupa ülkesinden daha modern hastanelerimiz daha uzman doktorlarımız var. Bunda elbette hem kamunun hem de özel sektörün son dönemdeki yatırımlarının etkisi büyük. Ancak bu, sağlık sistemindeki aksaklık ve haksızlıkları tartışmayacağız anlamına gelmiyor. Hürriyet’in ocak ayında gündeme taşıdığı acil servislerdeki aşırı yoğunluğa dikkat çeken haber sonrasında Sağlık Bakanlığı’nın büyük bir duyarlılıkla arka arkaya attığı adımlar çok önemliydi. Bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nde ise özel hastane-sigorta şirketi-vatandaş üçgeninde yaşanan bir başka sıkıntı var.
Büyük il ve ilçelerin neredeyse tamamında faaliyet gösteren büyük hastane gruplarını isim vermesem de tahmin edeceğinize eminim. Bu büyük hastane grupları son dönemde yaptıkları yatırımlar ve büyüme hamlelerinin ardından, kamudan sonra sağlık sisteminin en önemli oyuncusu haline geldiler. İşte bu büyük güç sayesinde özel sağlık sisteminin oyun kurucusu durumundalar. Mesela artık bu grupların hastanesinde iyi doktor olmak yetmiyor. Aynı zamanda daha çok hasta bakan, test, tahlil gibi belli kotaları dolduran yani iyi kazandıran doktor olmanız da şart. Bunları da bir ara tartışırız ama benim bu haftaki konum ciddi bir hastalık. Adını ben koydum. Özel hastanede fiyat sendromu.
BAŞ DÖNDÜREN ÜCRET
Bakın bu sayfada bazı rakamlar paylaşıyorum. Hepsini hastane hastane dolaşıp veya arayarak aldım. Yazımızın konusu büyük hastanelere iki ayrı ameliyatın maliyetini sordum. Safra kesemi almak için bana verdikleri en ucuz fiyat 3 bin 500 lira oldu. Bunun için SGK’lı olmam gerekiyordu. Benim ödeyeceğim benim payıma düşendi. Aynı hastane SGK’lı değilsem yani tüm parayı ben vereceksem 7 bin lira talep etti. ‘Özel sağlık sigortası ile gelirsem ne kadar öderim’ dedim. Aldığım cevap sevindiriciydi. ‘Yatarak’ tedavi olacağım için sigorta şirketim tüm masrafımı karşılıyordu. Peki sigorta şirketime maliyeti ne olur dedim. Cevapları ‘12 bin lira’ oldu. Hoppala… Bana ‘7 bin lira olan ameliyat sigorta şirketime niye 12 bin lira’ diye sordum bu kez. Ne yazık ki cevap alamadım.
ONA BAŞKA BUNA BAŞKA
Bir başka büyük hastane grubunun en kalabalık hastanelerinden birinde aldım bu kez soluğu. Bu kez hedefimde anjiyo işlemi vardı. Fiyat istedim. SGK’lıysam işlem bana 1400 liraya bir stent de takılırsa toplam 5150 liraya mal olacaktı. Yani SGK’dan alacakları dışında benden 5 bin 150 lira daha istediler. Peki SGK yoksa ne ödeyecektim? 6 bin lira anjiyo 3 bin 500 TL stent toplam 9 bin 500 liraya taburcu olabilecektim. En kritik soruyu yine sona sakladım. Özel sağlık sigortam varsa durum ne olurdu acaba. Şimdi sıkı durun. 18 bin lira anjiyo işlemi bir stent de eklenirse 6 bin lira da ona, toplam 24 bin lira sigorta şirketime fatura edilecekti. Ben yine 5 kuruş vermeyecektim. İyi de arkadaş bu nasıl iş. SGK’nın anjiyo işlemine en çok ödediği bedel 448 lira, stent içinse en fazla bin 112 lira veriyor… SGK ve benden alacakları katkıyla yaklaşık 7 bin liraya çıkacak ameliyatın tümünü kendi paramla ödeyim desem 9 bin 500 liraya oluyordu, özel sağlık sigortam karşılasın dersem fatura 24 bin liraya fırlıyordu. Peki ama niye?
Sakın ‘özel sağlık sigortası sayesinde sen tedaviye para ödemiyormuşsun daha ne’ demeyin… Kaza yaptığınızda arabanızın kasko bedeli bir sonraki yıl nasıl artıyorsa sağlık sigortasında da aynı şey söz konusu. Bu türden hasarlar bir sonraki yıl sağlık sigortası yaptırmak istediğinizde sigorta poliçenize yansıyor. Yani daha çok bedel ödüyorsunuz. Sonuçta özel hastaneler büyüme ve başarı hikayeleri yazarken bizlerin ödediği bedel her geçen gün artıyor. Sağlık gibi önemli bir konuda fiyatların bu kadar başı boş olması bu kadar çelişki içermesi sizce normal mi?
Tatlı bir telaşımız, hoş bir yorgunluğumuz var... Ama pek bir keyifliyiz.
Dolaştıkça Türkiye’yi dinliyor, dinledikçe paylaşıyor, paylaştıkça mutlu oluyoruz. Hele ki bir şehirle el ele verdiğimizde neleri başardığımızı duyduğumuzda...
Edirne’deyiz... Bu kez gündemimiz turizm. Kürsüde Belediye Başkanı Recep Gürkan var. Sözlerini aynen aktarıyorum:
“Turizm alanında şehrimiz önemli bir potansiyele sahip. Bu alanda birçok çalışma yapıyoruz. Hürriyet Gazetesi ile geçen yıl yaptığımız ‘Edirne’yi Keşfet’ programının ardından Edirne’de bizim de hedef koyduğumuz turizm alanında gerçekten olağanüstü dönüşler aldık.
Bizim Hürriyet ile sevdamız yaklaşık 1 yıl önce başladı. Tabii ki okuyucu olarak demiyorum, profesyonel anlamda bir yönetici olarak. Her aşk gibi bir meyve vermesini bekliyorduk, bir değil birçok meyveler verdi. Hürriyet ve TÜRSAB ile birlikte yaptığımız, ‘Edirne’yi Keşfet’ programının ardından Edirne’de bizimde hedef koyduğumuz turizm alanında gerçekten olağanüstü dönüşler aldık.
Bunların bir kısmı planlıydı, bir kısmı plansızdı. Hürriyet’in bizimle ilgili yaptığı tanıtım çalışmalarının çok doğru sonuçlar verdiğini düşündük. Hâlâ da görmeye devam ediyoruz. Görünen o ki gelecekte artacak büyüyecek.”
UYUYAN DEVİ UYANDIRDI
Edirne’nin yeni hedefinin yılda 10 milyon turist olduğunu açıklayan
BEKO 2014 yılından bu yana sürdürdüğü FC Barcelona sponsorluğunu, 2018-2019 sezonundan itibaren üç sezon daha uzattığını duyurdu. Kapsamı genişleyen yeni anlaşmayla Beko, Barcelona’nın global üç ana sponsorundan biri oldu. Böylece Beko logosu Barcelona formasının sol omzunda yer almaya devam ederken, takımın antrenman formalarında da Beko logosu bulunacak. İspanyol basınına göre 3 yıllık anlaşma kapsamında Beko’nun kulübe her yıl 19 milyon Euro toplamda 57 milyon Euro ödeyeceği belirtiliyor.
KÜRESEL BAŞARILAR
Yenilenen anlaşma kapsamında daha önceki sponsorluğun devam edeceğini buna ek olarak Beko’nun Barcelona’nın Resmi Ev Aletleri ve Resmi Antrenman Ortağı olacağını belirtildi. Barcelona’nın stadı ‘Camp Nou’da düzenlenen imza töreninde konuşan Koç Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili Ali Y. Koç, şu değerlendirmeyi yaptı: “Geride bıraktığımız dört yılda son derece verimli bir iş birliğine imza attık. Barcelona sportif başarısını istikrarlı bir şekilde artırırken, Beko da global marka pozisyonunu dünya çapında güçlendirdi. Her iki marka da sporun birleştirici ve iyileştirici gücüne yürekten inanarak, sporun temsil ettiği değerleri attıkları her adıma taşıyor. Yeni dönemdeki ortaklığımızın, küresel başarılarımızı ve sağladığımız toplumsal katma değeri artıracağına inanıyoruz.”
SAMİMİYET VE GÜVEN
FC Barcelona Başkanı Josep Maria Bartomeu ise; “Bugün lider küresel bir marka olan Beko ile stratejik bir ortaklığa imza atmanın mutluluğunu yaşıyoruz. 2014’ten bu yana samimiyet ve güven üzerine kurulu bir iş birliği geliştirdik. Kulübümüzün bu dönemde kaydettiği sportif başarılar ve küresel etkileşimde Beko’nun da önemli rolü var. Sonuç olarak Beko, Nike ve Rakuten ile birlikte ana sponsorluğumuzu üstlendi. Bu süreç büyük gayrimenkul projemiz Espai Barça ile birlikte pozisyonumuzu dünya genelinde daha da güçlendirecek diğer stratejik projeler için de önemli bir adım” dedi.
GERARD PIQUE KAMPANYANIN TANITIM YÜZÜ OLACAK
TÜRKİYE’de yaşayan yabancı uyruklu K.T. bir gün fark eder ki bir süredir telefonu hiç çalmaz olmuştur. Kendisi birini aramaya kalkar, başaramaz. Telefonunda sinyal yoktur. Çünkü kapatılmıştır. Ön ödemeli bir hat sahibi olduğu için daha yeni yüklediği 20 TL’sine rağmen telefonu çalışmaz olmuştur. Birlikte yaşadığı aile kendisine, o hiç kimseye ulaşamaz durumda. Geçen 2 günün ardından konu anlaşılır. K.T. fark etmemiştir, anlamamıştır ama telefonuna bir mesaj düşmüştür. “Yapmış olduğunuz numara taşıma talebi onaylanmıştır. 25.01.2017 saat 14:05’te taşınma işlemi gerçekleşecektir. Sizi aramızda görmekten mutluluk duyacağız.” Özetle K.T’nin numarası bir operatörden bir başkasına taşınmıştır. Oysa K.T.’nin hiç böyle bir talebi olmamıştır. Ne bir telekom bayisine gitmiş, ne de farklı bir yöntemle bir müracaatta bulunmuştur. Konunun bana iletilmesi üzerine detaylı bir araştırma yaptım. Numara taşımanın bir alt bayi üzerinden yapıldığı bilgisine ulaştım. İyi de nasıl oluyor da bir alt bayi hiç müracaat olmadığı halde bir numarayı alıp bir operatörden diğerine taşıyor? En önemlisi neden taşıyor? Bu soruların da cevabına ulaştım. Şimdi sıkı durun.
Alt bayiler genellikle üç operatör, Turkcell, Türk Telekom ve Vodafone’un hepsinin hattını satabiliyor. Bağlı oldukları bayiye operatörler satış, numara taşıma vs hedefler koyuyor. Bu hedeflerin tutması için bayi de alt bayiye para vaat ediyor. Bazı alt bayiler bakıyor işler kesat hadi alıyor bir numarayı sahte evraklarla bir operatörden diğerine taşıyor. Her bir taşıma işleminin karşılığında da ön ödemeli hattan 10-20 TL faturalı hatlardan ise 30-40 TL prim alıyor.
GİTTİ HATTINIZ
Siz sakin sakin evde otururken birileri alıyor numaranızı bir operatörden diğerine taşıyor. Böyle bir sistem olabilir mi? Bu işin denetimi, yaptırımı yok mu? Hadi gelin şimdi ona bir bakalım.
Türkiye’de yaklaşık 10 bin alt bayi var. Alt bayi son yıllarda alt bayi sayısının düştüğüne dikkat çekilse de sektörde işini doğru şekilde yapan alt bayi sayısının ancak 5 bin olduğu öne sürülüyor. Bunu öne süren de bizzat operatörlerin kendileri. Peki alt bayilik nedir, alt bayi kimdir?
Alt bayi, piyasada her üç mobil operatörün de hatlarını satan, TL yüklemesi yapabileceğiniz, operatörlerle doğrudan anlaşmaları bulunmayan ve operatörlerin anlaşmalı bayilerinin alt anlaşmalarla yönettikleri bir satış kanalı. Telekom pazarındaki küçük yerleşim yerlerindeki tüketici taleplerinin karşılanabilmesi vs ihtiyaçlar gereği böyle bir satış kanalı oluşmuş. Ama gelin görün ki bu alt bayilerin denetimi büyük sorun. Bir alt bayi usulsüz bir işlem yaptığında alt bayiye cezayı operatör kesiyor veya ilişkisini tamamen sonlandırıyor. Bu alt bayiler diğer operatörle yola devam ediyorlar. Ya da şirketlerinin unvanını değiştirip yeni anlaşmalar yapıyorlar. Yani hayat onlar için bir şekilde devam ediyor.
OCAK ayında iki ayrı yazıyla restoranlarda tüketiciye sunulan yemeklere neden dikkat edilmesi gerektiğini ayrıntılarıyla yazdım. Çorbasından salatasına, mezesinden kebabına nasıl hilelerle vatandaşın hem sağlığı ile oynandığına hem de haksız yere parasının alındığına dikkat çektim. Bu konularla ilgili okurlarımdan onlarca gönderi aldım. Özellikle restoranların büyük bölümünün fabrikasyon meze ve yemek sattığına ilişkin bulguların çoğu okurumu şoke ettiğinin farkındayım. Hatırlarsanız esnaf lokantalarının yarısından fazlasında müşteriye sunulan ürünlerin de yine yemek fabrikalarında üretildiğine dikkat çekmiştim. Tüm bunlar restoranlarda yediğimiz ürünlerin hepsinin sağlıksız olduğunu göstermiyor ancak ne yazık ki tüketici aldatılıyor.
Bugün de son yazımda belirttiğim üzere baharat, tatlı ve içecekler konusuna değineceğim. Ancak öncesinde oldukça yaygın bir tüketimi olan ‘döner’i atladığımı fark ettim. Şimdi gelin, dönerde ne tür hileler yapılıyor vatandaşın sağlığı ile nasıl oynanıyor birlikte inceleyelim.
LOHUSA ŞERBETLİ DÖNER
Piyasada özellikle çok ucuza satılan dönerden uzak durmakta fayda var. Bu arada hemen belirteyim pahalıya satılan her et döner de sağlıklı anlamına gelmiyor. Etin kilogram fiyatı belli. Önünüze gelen 150-200 gr döner etinin fiyatı nasıl oluyor da etin 150-200 gramından ucuz olabilir, bir düşünün. Peki et dönerin içine et dışında neler giriyor? Bazı restoran ve büfeler soya kıyması, tavuk ve hindi eti kullanıyor. Sahte dönerin içine ayrıca hayvanların iç organları, bağırsak, hayvan tırnağı, tavuk kırıntıları da katılıyor. Tüm bu karışım anlaşılmasın diye lohusa şerbeti ile de renklendirilip kıyma haline getiriliyor ve döner tezgahında yerini alıyor.
Tavuk dönerde yapılan en yaygın hile ise deri kullanılması. Tavuk dönerin içine dörtte bir oranında tavuk derisi katan bazı restoranlar maliyetlerini de bir o kadar azaltıyor. Ayrıca market ya da diğer satış noktalarının son tarihi geçtiği için iade ettiği tavuklar bazı restoranlar tarafından ucuza toplanıyor.
KARABİBER DEĞİL AĞAÇ!
Baharat, yemeklerin ayrılmaz parçası. Hem pişirirken hem de sonrasında evde de restoranlarda da çok kullanıyor. Evde güvenilir markaları veya baharatçıları tercih ettiğinizi varsayarak restoranlarda masaları süsleyen baharatlara dikkati çekmek istiyorum.
HATIRI sayılır lüks restoranlardan biri... Mönüsü çok zengin. Yiyeceklerin hepsi çok iddialı ve lezzetli. Oturduğunuz yerden aşçıların bulunduğu bölümü rahat görüyorsunuz. Arı gibi çalışıyorlar. Masaya bir salata sipariş ediyorsunuz. Hemen geliyor. Domatesinden biberine, salatalığına, maruluna her şey çok taze. Tabii ki bir bedeli var. Yaklaşık 40 TL civarında. Yağını ve diğer malzemelerini ben dökeceğim diyorsunuz. Tabii diyorlar. Şık bir şişe içerisinde zeytinyağ, aynı şıklıkta bir nar ekşisi ve limon suyu geliyor. ‘Suyunu değil de bizzat limonun kendisini alabilir miyim’ diye soruyorsunuz. ‘Efendim biz siz yorulmayın diye sıkıp getirdik’ diye cevap veriyor garson. Geçmiş olsun... ‘Çok sağlıklı’ diye yemek üzere olduğunuz tazecik salataya boca ettiğiniz zeytinyağının ne olduğundan haberiniz yok, nar ekşisi tıpkı limon suyu gibi kimyasal. Hem paranız gitti hem de sağlığınız...
Bu hafta Vatandaşın Ekonomisi’nde yine dışarıda yediğimiz daha doğrusu yediğimizi sandığımız yemekler var. Geçen hafta çorba, meze vs ele almış ana yemek konusunu bu haftaya bırakmıştık. Onlarca elektronik posta ve telefon aldım. Öncelikle okurların devam etmem konusundaki ısrarı gösteriyor ki kamuoyunda bu konuda bir duyarlılık var. Tüm restoranları aynı kefeye koyup hepsinde sağlıksız, kimyasal, sahte ürünler kullanıldığı gibi bir iddiam yok. Amacım vatandaşın dışarıda yemek yerken ne yediğini sorgulaması, parasının hakkını alması ve doğru bilgilenmesi, bilgilendirilmesi... Ben sağlık ya da yemek yazarı değilim. Bu konuda ahkam kesmek gibi bir niyetim de yok. Ama ekonomi penceresinden baktığımda vatandaşın yemek konusunda ciddi şekilde aldatıldığı gibi bir tablo ile karşı karşıyayız. Hadi gelin şimdi ana yemeklerle konumuza devam edelim.
ESNAF LOKONTASI
Duyduğumda şok oldum, sonrasında araştırdım. Özellikle büyük şehirlerde esnaf lokantası adı altında faaliyet gösteren restoranların yarısından fazlasında yemek fabrikalarında üretilen yemekler satılıyor. Siz de inceleyin bu restoranların mutfak bölümünün olmadığını, çoğunun sadece bulaşıkhanesi olduğunu göreceksiniz. Bu yemekler nerede pişiyor diye sorun. Çoğunlukla “Bizim mutfağımız başka bir yerde” cevabını alacaksınız. İstisna olarak doğru olanlar vardır mutlaka ama bilin ki yemek fabrikalarında pişen kuru fasulyeler, nohutlar, patlıcanlar, biber kızartmaları, pilavlar sabah saatlerinde araçlar aracılığı ile bu lokantalara dağıtılıyor. Sizin, ‘Aman ne güzel, hem de ucuz’ diye yediğiniz her şey aslında yemek fabrikalarında pişiyor. Peki sağlıksız m? Defalarca ısıtılmadıysa ve yemek fabrikası gerçekten sağlıklı ürünler kullandıysa sıkıntı yok. Ancak bu yemeklerin nereden geldiğini bilmek hakkı değil mi?
KÖFTE
Piyasadaki lokantalarda 3-5 TL’ye bile köfte bulmak mümkün. Elbette pahalıya satılan ürünlerin tamamı sağlıklıdır diye bir kural yok. Ancak köfte yapılacak etin kilosu 50 TL’ye dayanmışken 3-5 TL’ye köfte nasıl satılır? Köftenin içinde gerçekten et kıyması mı var soya mı, sakatat mı? Köftenin ne kadarı ekmek ve katkı madde kimsenin anlaması mümkün değil. En kötüsü kasaplarda elde kalan sinir, yağ, bozulmaya başlamış et, kıyma, tavuk göğsü vs alınıyor. Bunlara karmin denilen gıda boyası ekleniyor. Tüm bunlar kıyma makinesinden geçiriliyor. Neredeyse normalde hiç et olmadan elde edilen bu sahte kıymaya bir de köfte harcı katılıyor. Sonuçta vatandaşa köfte adı altında son derece sağlıksız ürünler sunuluyor. Tüm bunları anlamak için sıkı denetim lazım. Var mı? Yok.
SUCUK
Et tebliği çok açık. Sucukta yüzde yüz dana eti deniyorsa öyle olması lazım. Oysa bakın birçok restoranda etiketsiz kasap sucuğu diye sucuklar servis ediliyor. Et fiyatları ve diğer maliyetler göz önüne alınınca sucuğun kilosunun 40 TL’nin altında olmaması gerekiyor. Buna bir de restorandaki pişirme, servis vs eklerseniz fiyat daha da yukarıya çıkıyor. Bu yüzden sucukta öncelikle fiyatın çok ucuz olduğu durumlarda dikkatli olmakta fayda var. Ayrıca sucuğun içine son yıllarda et dışında soya kıyması katılması çok yaygın. Ayırıca tavuk, sakatat, sinirler vs bir araya katılıp bolca baharatla harmanlanıyor. Yine kıyma makinesinden geçirilip içinde et olmayan sahte kıyma ile sucuk dolumu yapılıyor. Aman dikkat. Ben olsam sucuğun pişirilmeden önceki halini markası iyice bir kontrol ederim.
Et fiyatlarındaki yükseliş, pahalıya yenen domates, saman ithalatı ve enflasyon... Hangi birine el atsanız tarım var. Maalesef tarımı vakalarla anlık tartışıp bir tarafa koyuyoruz. Bir daha ki krize kadar gündemde ne yazık ki kendine yer bulamıyor. Yaklaşık iki ay önce Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş ziyaretime geldiğinde de laf döndü dolaştı tarıma geldi. Denizbank bugün tarımı odağına alan bankalardan biri. Bu konuda o kadar çok ürünleri ve tecrübeleri var ki... Bu tecrübeyi daha geniş bir kesime aktarmak gerekiyor.
Hürriyet de tarım ve gıda konusuna önem veren bir gazete. Ancak tarımla uğraşanların sesini daha çok duyurmak, tarımı daha çok gündemde tutmak gerekiyor. İşte Hakan Ateş’in o ziyareti ve konuşmamız bizi ortak bir projede buluşturdu. Denizbank-Hürriyet Tarım Zirvesi... Türkiye’yi şehir şehir gezip hem tecrübelerimizi aktaracağız hem de tarımla uğraşanların sorunlarını gündeme taşıyacağız. Aydın’dan sonra ‘Tarım Zirve’leri için Kars, Kırklareli, Konya, Malatya, Bursa ve Adana’ya gideceğiz. Tarımın gelişmesine, tarımla uğraşan nüfusun kalkınmasına hep beraber bir nebze katkı sağlayabilirsek ne mutlu bize...
Tarım Zirvesi’nin ilkini Aydın’da gerçekleştirdik. Aydın tarımda ne yazık ki hak ettiği yerde değil...
“Dağlarından yağ, ovalarından bal akan şehir” söylemi herkesin dilinde ancak artık bunun ötesine geçmek gerekiyor. Aydın’da gerçekleştirdiğimiz zirvenin sonucu nedir diye sorarsanız şöyle özetleyebilirim:
Aydın incir, zeytin, üzüm ve kestane üretimindeki avantajını ciddi bir hamle ile katma değer sağlayacak inovatif ürünlerle pekiştirmeli.
Pakete giren, markalaşmış ürünlerin tanıtımı, bu ürünlerden elde edilecek geliri katlayacak. Bunun için de Aydınlıların bir strateji oluşturup elini taşın altına sokması gerekiyor. İncirinin, üzümünün, kestanesinin önemli bir bölümünü kendi işler hale getirdiği bir gelecekte Aydın’ın tarımda dünya çapında bir marka il olacağına herkesin inancı tam...