Paylaş
Orgeneral Başbuğ hakkında açıklanan yeni bir iddianamede, bu kez bir grup AK Parti milletvekiline hakaret ettiği gerekçesiyle kendisinin hapis cezasıyla çarptırılması talep ediliyor.
Geçen hafta sonuçlandırılan bu metin, Başbuğ hakkında yakın zamanda düzenlenen ikinci iddianame. Başbuğ hakkında bu yılın başında yayımlanan “Türkiye Cumhuriyeti’nde 1961-80, Güç Odaklarının Mücadelesi” başlıklı kitabında “Adnan Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi” dediği için geçen mart ayında da bir dava açılmıştı.
Kitabında ifade ettiği bu görüşü Cumhuriyet gazetesine bir mülakatında da tekrarlayan Başbuğ’un, bu iki beyanı üzerinden “darbe imasında” bulunarak, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçunu işlediği” iddiasıyla Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216’ıncı maddesi çerçevesinde cezalandırılması talep ediliyor. TCK’da bu suç için bir yıl ile üç yıl arasında hapis cezası öngörülüyor. Bu dava 26 Ekim’de İstanbul 2’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlayacak.
Tabii, bu davalardan söz ederken kendisinin 2012 yılında tutuklandıktan sonra “Ergenekon silahlı terör örgütü yöneticiliği” ve ayrıca “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamalarından mahkum olup tam 26 ay Silivri’de hapis yattığını da hatırlatmak gerekiyor. Başbuğ, 2014 yılında Anayasa Mahkemesi kararı ile tahliye olduktan sonra bu suçlamalardan beraat etmişti.
2009 YILINDAKİ DÜZENLEMEYİ ELEŞTİRİNCE
Açılan ikinci dava, bu yıl açılan ilk dava gibi yine Başbuğ’un bazı beyanlarının sonucu ortaya çıktı. Bu kez suçlanmasına yol açan, yaklaşık 20 ay kadar önce 28 Ocak 2020 tarihinde Global Haber TV kanalında katıldığı bir programda sarf ettiği ifadeler.
Başbuğ, bu programda “FETÖ’nün siyasi ayağı” konusundaki bir soruyu yanıtlarken, “Vardır, yani yok dersek bu bir gerçeği inkâr olur. Çünkü, askeriyenin nerelerine, polise, yargıya, üniversiteye sızmış bir örgütün siyasi partilere sızmadığını düşünmek akla ziyandır. Vardır mutlaka, her partide vardır, olabilir... Bunu yargının ortaya çıkartması lazım. Ama burada siyasi otoritenin de ağırlığını koyması lazım” diye konuşmuştu.
Başbuğ, bu görüşü ortaya atarken 26 Haziran 2009 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda bir torba yasa görüşülürken getirilen bir yasa değişikliğine atıf yapıyor. Bu düzenleme ile askeri şahısların askeri mahallerde işlediği “anayasal düzene karşı suçlar” ile “terör ve çete suçları”nda özel yetkili mahkemelerde yargılanabilmeleri mümkün kılınmıştı. Bu değişiklik, daha sonra kumpas davalarında her rütbeden çok sayıda askerin yargılanmasına giden sürecin önünü açmıştı.
Aynı düzenleme, askeri mahalde suç işleyen sivillerin de askeri mahkemelerde yargılanabilmelerini önlüyordu. Bu düzenlemeyle o dönemde Kayseri’deki bir askeri birlikte suçüstü yakalanmış olan Gülenci askerlerin bağlantılı oldukları sivillerin askeri mahkemede yargılanabilmelerinin önü kapanmıştı.
Başbuğ, bu gibi örnekleri verdikten sonra “Bu kanun teklifinin tamamen FETÖ’nün direktifi, emriyle hazırlandığını düşündüğünü” ifade ederek, “Çünkü iki şeyde tamamen FETÖ komplolarıyla bağlantılı bir olayla karşı karşıyayız” diye eklemişti.
ALTI AK PARTİLİ ŞİKÂYET EDİNCE
Bütün gürültü de bu noktada koptu. Çünkü Başbuğ’un değindiği yasa değişikliklerinin altındaki imzalar AK Partili milletvekillerine aitti ve aralarında Bekir Bozdağ ve Mustafa Elitaş gibi bakanlık ve grup başkanvekilliği yapmış isimler de vardı.
2009 yılında bu yasa değişikliği tekliflerini imzalamış olan 6 AK Parti şahsiyeti, Başbuğ’un söz konusu ifadeleri üzerine 7 Şubat 2020 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaptıkları bir suç duyurusyla, eski genelkurmay başkanının “FETÖ’cü” suçlamasıyla kendilerine hakaret ettiğini ileri sürdüler.
Savcılık, soruşturma aşamasında Başbuğ’un ifadesini alırken özellikle “FETÖ’nün direktifleri” konusunda elinde somut veri olup olmadığı noktasına odaklandı. İddianameye göre Başbuğ, bu yöndeki sorular karşısında konunun FETÖ’nün direktifleriyle hazırlandığını düşündüğünü, meselenin araştırılmasını istediğini, konu ile ilgili delil sunmasa da bunu bir düşünce olarak ifade ettiğini kaydediyor. Başbuğ, ifadesinde açıklaması sırasında milletvekilleri ile FETÖ ile arasında ilişki kurmadığını da belirtiyor.
Savcılık ise yaptığı değerlendirmede, Başbuğ’un bu sözleriyle müştekilere yönelik -terör örgütü emri ve direktifi ile hareket etme- şeklinde somut bir fiil ve olgu isnadında bulunduğunu, ancak bu hususta herhangi bir kanıt, bilgi veya belge sunmadığını savunuyor.
Savcılık, eski genelkurmay başkanının milletvekilerinin ismini geçirmediğini söylese de, teklifi TBMM’ye sunan kişileri kastettiğinin açık olduğunu, bu kişilerin “onur, şeref ve saygınlıklarının zedelendiğini” ileri sürmüştür. Sonuç olarak, Başbuğ’un TCK’nın hakaret suçunu düzenleyen 125’inci maddesi hükümleri ile zincirleme suçları düzenleyen TCK 43/2 maddesi çerçevesinde cezalandırılması talep ediliyor. Bu durumda talep edilen cezanın alt sınırı bir yıldan başlayıp üst sınırı üç yıla ulaşabiliyor.
KAMUOYUNDA İLGİ YARATMASI KAÇINILMAZ
Bu davanın önümüzdeki dönemde başlamasıyla birlikte kamuoyunda yakın bir ilgi ile izleneceğini söylemek mümkündür.
Bu duruşmayla ilgili vurgulanacak noktalardan biri şudur. 2009 yılında TBMM’de yapılan yasa değişikliğiyle askerlerin sivil mahkemelerde yargılanabilmelerinin önünün açılması, özünde demokrasi ve hukuk anlayışı bakımından sorunlu olmayan, AİHM içtihatlarıyla uyumlu bir durumdur.
Bununla birlikte, o tarihte getirilen bu düzenlemelerin aynı zamanda sahte delillere dayandırılmış olan kumpas davalarının önünü açtığı ve büyük mağduriyetlere de neden olduğu da objektif bir gerçektir.
Galiba meselenin temelinde, bu tartışmada konu edilen olayların, FETÖ’nün özellikle AK Parti iktidarıyla ilk büyük kırılmayı yaratan 2012 yılı başında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklama girişimiyle başlayan, 17-25 Aralık hamleleriyle ivme kazanan ve son olarak 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar tırmanan süreçlerin çok öncesindeki bir dönemde meydana gelmiş olması yatıyor.
Özellikle 2009 yılında, yani bundan 12 yıl önce, AK Parti iktidarı ile o yıllarda “FETÖ” denmeyen Gülenci örgüt arasında atmosfer bugünkünden çok farklıydı ve yakın bir ilişki yapısı söz konusuydu. O dönemdeki konjonktürde yapılan düzenlemelerin de sonucu olarak, Gülenciler, kendi adamlarını yerleştirdikleri özel yetkili mahkemeler üzerinden kumpas davalarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alan tasfiye operasyonlarını gerçekleştirebilmişti.
İlker Başbuğ’un yargılanacağı davanın muhtemel sonuçlarından biri, işte bütün bu eski defterlerin açılması olacaktır. Ayrıca, bu davanın aynı zamanda ifade özgürlüğünün sınırları konusunda AİHM ve Anayasa Mahkemesi içtihatları üzerinden ciddi hukuki tartışmalara sahne olması da kaçınılmazdır.
AİHM’in özellikle kanaat açıklamaları ve eleştiriler karşısında, siyasilerin “daha tahammüllü” olmaları yolundaki kuvvetli içtihadı, uzun sürebilecek bu yargılama sürecinde karşımıza çıkacak en önemli hukuki mülahazalardan biri olursa şaşırmayalım.
Paylaş