Paylaş
Bu çerçevede birçok faktör söz konusu. Malzemeden çalınması, inşaatın projeye uygunluğunun denetlenmemesi hemen ilk akla gelenler. Ancak bu konu tartışılırken meselenin genellikle gözden kaçan bir boyutunun özellikle altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu da inşaat sürecinin çok kritik bir unsuru olan “zemin ve temel etüdü raporu” ile ilgili.
*
Bu raporla neyi kastediyoruz? Bir bina inşa edilirken mimari ve statik planlarının yanı sıra üzerine oturduğu zeminin özelliklerinin incelenmesi ve projenin mühendisler tarafından yapılacak statik hesaplarının binanın üzerine oturacağı zemine uygun olması gerekli. Bilimsel bakışı esas alan uygulamalarda zemin etüdünün yapılması inşaatın sağlamlığı açısından hayati önem taşıyor.
“Zemin ve temel etüdü raporu” ne yazık ki ülkemiz için göreceli olarak yeni bir kavram. Kamu binaları açısından bir standart haline getirilmesi 13 Mart 1992 tarihinde yaşanan Erzincan depreminden hemen sonra dönemin Bayındırlık Bakanı Onur Kumbaracıbaşı tarafından yayımlanan bir genelge ile başlamış.
Kamu dışında yapılan inşaatlarda bu uygulamanın başlaması için ne yazık ki 17 Ağustos 1999 Körfez depreminin yaşanması gerekmiş. Bu depremin mevzuat alanındaki ilk sonuçlarından biri, “3030 Sayılı Kanun Kapsamı Dışında Kalan Belediyeler Tip İmar Yönetmeliği” üzerinde 2 Eylül 1999 tarihinde yapılan değişiklik olmuş.
Depremden iki hafta sonra yapılan bu değişikliğin önemli bir boyutu var. Söz konusu değişikliğin 34’üncü maddesinde belediyeden imar durum belgesi alındıktan sonra inşaat projesi hazırlanırken, mimari ve statik planlarla, elektrik ve tesisat projeleriyle birlikte “jeolojik etüt raporu ve zemin etüt raporu”nun da hazırlanacağı belirtiliyor. Üstelik çok spesifik bir şekilde bu raporun “jeoloji ve/veya jeofizik mühendisi veya jeolog tarafından hazırlanacağı” da kayda geçiriliyor.
Bu yönetmelik değişikliğini kamu binaları dışındaki inşaatlar açısından Türkiye’de bir milat olarak görebiliriz.
*
Şimdi bu milattan sonra ne olduğuna bakalım. Bir yıl kadar sonra 13 Temmuz 2000 tarihinde bu yönetmelikte bir dizi değişiklik yapılıyor. Bunlardan birincisi, ilk değişiklikte biraz genel bir ifadeyle formüle edilen bir husus daha net bir şekilde kayda geçiriliyor. Buna göre, inşaat öncesinde “imar durum belgesi” için başvuran vatandaşlara, belediye tarafından parselin imar planı ve bu çerçevede imar planının yapımına veri teşkil eden jeolojik/jeoteknik etüt raporunun parselin bulunduğu alanı kapsayan bölümünün verilmesi kuralı getiriliyor.
Belediye alanlarındaki imar planlarının zemin özelliklerine göre hazırlanması, bunun için de sahanın jeolojik/jeoteknik analizinin yapılması gerekiyor. İşin bu kısmı belediyelere ait bir sorumluluk. Proje sahibi de inşaat yapacağı parselle ilgili bu bilgiyi belediyeden alıp hazırlığını ona göre yürütüyor.
İnşaat projesi hazırlanırken jeoloji ve jeofizik mühendisleri de belediyenin sağladığı bu verilere dayanarak, inşaatın planının “zemin ve temel etüt raporlarını” hazırlıyorlar. Ancak burada bir sıkıntı çıkıyor. Çünkü, bu etüdün “gerektiğinde” hazırlanacağı söylenerek bir belirsizlik yaratılıyor. Yönetmelikteki “gerektiğinde” ifadesi TMMOB’a bağlı Jeoloji Mühendisleri Odası tarafından Danıştay’a götürülüyor ve Danıştay 2003 yılında yönetmeliğin bu ibaresini iptal ediyor.
Ardından AK Parti’nin iktidara gelmesinden altı yıl kadar sonra 19 Ağustos 2008 tarihinde söz konusu imar yönetmeliği, “Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği” adı altında daha detaylı bir şekilde düzenlenerek yenileniyor. Kamu binaları da bu yönetmeliğin kapsamı içine alınıyor.
*
Bu yeni yönetmelikte, projenin zemin ve temel etüdünün hazırlanması bir zorunluluk olarak sıkılaştırılıyor. Zemin etüdünün statik projeye esas teşkil edeceği belirtildikten sonra bu raporun nasıl hazırlanacağı hususunda oldukça detaylı bir hareket tarzı tarif ediliyor. Buna göre proje hazırlanırken 1) Zeminin sıvılaşma, yer kırıkları gibi fiziki özelliklerini belirleyen çalışmaların “jeofizik mühendisleri” tarafından, 2) Zemin profili ve zeminin fiziki ve mekanik özellikleri açısından çalışmaların “jeoloji mühendisleri” tarafından, 3) Zemin mekaniği, zemin emniyet gerilmesi hesaplaması bakımından “inşaat ve jeoloji mühendislerince” hazırlanacağı da kaydediliyor.
3 Temmuz 2017 tarihinde bu yönetmelik yeni baştan düzenlenirken 2008 değişikliğiyle getirilen mekanizma büyük ölçüde korunuyor. Dahası, 18 Mart 2018 tarihinde Resmi Gazete’de “Türkiye Deprem Tehlike Haritası ve Parametreleri Hakkındaki Karar” yayımlanıyor. Bu haritada son deprem felaketinin vurduğu şehirlerimizin yüksek riskli bölge olarak koyu renkte işaretlendiğini görüyoruz.
Ayrıca, aynı gün “Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği” de yayımlanıyor. Tam 395 sayfa tutuyor bu yönetmelik. Bu metinde zemin ve temel etüt raporlarının nasıl hazırlanacağı konusu yaklaşık iki sayfa uzunluğunda izah ediliyor.
Bitmedi, bir yıl sonra 9 Mart 2019 tarihinde Resmi Gazete’de bu kez “Zemin ve Temel Etüdü Uygulama Esasları ve Rapor Formatı”na dair bir tebliğ yayımlanıyor. Son derece detaylı bir şekilde düzenlenmiş olan bu tebliğ tam 65 sayfa tutuyor.
*
Resmi Gazete arşivine girildiğinde, ilgili mevzuatın çok özet aktardığım seyrini detaylı bir şekilde izleyebilmek mümkün. Bu seyre bakıldığında, zemin etüdü düzenlemelerinin 1999 depremini izleyen dönemde kademe kademe iyileştirildiğini ve özellikle 2008 sonrasında sistemin büyük ölçüde oturduğunu, son 4-5 yıl içinde detaylandırılarak daha da kuvvetli bir hale getirildiğini belirtmeliyiz.
En azından mevzuat açısından gelinen nokta itibarıyla sıkıntılı bir durum görünmüyor. Peki o zaman geçen 6 Şubat depreminde karşımızda beliren tabloyu zemin etüdü boyutu açısından nasıl izah edeceğiz?
Bu soruya yanıt bulmak için bazı belediye yöneticileriyle ve konunun uzmanlarıyla konuşmam gerekti. Özellikle TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan ile yaptığım sohbette bu sorunun yanıtlarını buldum.
Önce birinci meseleyle başlayalım. Belediyelerin imar planlarının dayandığı jeolojik-jeoteknik verilerde sorunlar var. Büyük kentlerdeki ilçe belediyelerinin bir bölümünün de teknolojideki gelişmelerle birlikte imar planlarını güncellemeleri gerekiyor. Asıl düşündürücü olan başlık, imar ruhsatı yetkisine sahip olduğu alanlar üzerinde jeolojik-jeoteknik verilere sahip olmayan belediyelerin bulunması. Alan’a göre, bu durum özellikle kırsal alandaki belediyelerde yaygın bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Belediyede böyle bir çalışma olmadığı için, inşaat projesi yaparken bu verileri esas alarak zemin ve temel etüdünü hazırlayabilmek de mümkün olmuyor. Yani mevzuatın ilgili bölümleri fiilen uygulanamıyor.
İkinci meseleye gelelim. Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı’na göre bir diğer sorun, Türkiye’deki birçok belediyede başvurular karşısında inşaat ruhsatları verilirken, proje sahibinden zemin ve temel etüdü aranmaması. Alan, odaya bağlı jeoloji mühendislerinin gittikleri birçok belediyede bu durumu tespit ettiklerini anlatarak, “Arkadaşlarımız çok sık bu sorunla karşılaşıyor. Bu durumda o kadar çok belediye var ki. Hatta bazı büyük şehirlerdeki bazı ilçe belediyeleri de var. Biz de her seferinde oda olarak ilçe belediyelerine ve valiliklere yazı yazarak gerekli uyarıları yapıyoruz. Bu yazıları sizinle paylaşabilirim” dedi.
*
Nitekim, Oda tarafından 22 Eylül 2022 tarihinde Nevşehir Valiliği ve bu ildeki üç ilçe ile 21 belde belediye başkanlarına gönderilen bir yazıda, açık ifadelerle bu etütler olmadan yapı ruhsatı düzenlendiği belirtiliyor, gerekli soruşturmaların yapılması talep ediliyor.
Ve üçüncü bir boyutu var sorunun. Bazı belediyelerde de proje sahibinden zemin ve temel etüdü istense de uygulamada başka bir sorun ortaya çıkıyor. Bu kez projenin denetimi aşamasında zorunluluk olduğu halde zemin etüdü açısından denetim yapılmıyor. Hüseyin Alan, “İmar Kanunu’nun 28’inci maddesi ve diğer mevzuat hükümleri açık olmasına rağmen, zemin etüt raporları uygulama aşamasında sıkça yerinde denetlenmiyor. Çoğu ilde bu konuda hiç denetim yok. Yapılan illerde ise çoğunluk şekli bir denetim var” diye konuşuyor.
Özetle, Türkiye’deki binaların azımsanmayacak bir bölümü doğru dürüst bir zemin etüdü yapılmadan ve bu yönden denetlenmeden yükseliyor.
Paylaş