Paylaş
1- BATI İLE İLİŞKİLERDE MİHENK TAŞI
Öncelikle, tanıklık ettiğimiz bu krizden çıkarmamız gereken temel sonuç, Osman Kavala dosyasının bugün Türkiye’nin Batı dünyası ile ilişkilerinde bir “mihenk taşı” niteliği kazanmış olmasıdır. Dava ile ilgili gelişmeler, karşılıklı olarak alınan pozisyonlar Türkiye-Batı ilişkileri üzerinde önemli etkiler, sarsıntılar doğurabiliyor. Kabul edelim ki başka Avrupa ülkelerinin bu açıklamaya katılmamış olmaları, çoğunun bu dosyada çok da farklı düşündüğü anlamına gelmiyor. Bu konu, Türkiye’de hukuk ve insan hakları alanlarında Batı’da algılanan sorunları sembolize eden örnek bir dosyaya dönüşmüştür. Bu yönüyle Batı ile ilişkilerde bir faktör haline gelmiştir. Buradaki kilitlenmenin devam etmesi Batı ile ilişkilerdeki sancıları artıracak; meselenin aşılması da muhtemeldir ki Batı’da bir yumuşama adımı olarak algılanıp belli bir rahatlama yaratacaktır.
2-KRİZ İDARESİ İÇİN ÖRNEK VAKA
Büyükelçiler krizi, ileride dış politika alanında “kriz idaresi” dersleri için örnek bir vaka olmaya adaydır. Ortak bir açıklama düşüncesinin büyükelçilikler cephesinde nasıl ortaya çıktığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sert tepkisiyle nasıl tırmandığı, yürütülen diplomatik faaliyetler üzerinden çözümün nasıl bulunduğu gibi yönleri önümüzdeki günlerde ayrıntılı bir şekilde incelenecektir. Bulunan formülde kimin gerçekte gerilediği konusundaki tartışmanın sürüyor olması, herkesin kendisini geri adım atmayan taraf olarak görmesi işin ironik yönüdür. Ama bu krizin dikkatimize getirdiği en göz açıcı sonuçlardan biri, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin birden ne kadar süratle alevlenebileceğini göstermiş olmasıdır.
3-DIŞİŞLERİ’NİN VAZGEÇİLMEZ ÖNEMİ
Pek çok gözlemcinin üzerinde birleştiği konulardan biri, Dışişleri Bakanlığı’nın sorunun aşılmasında inisiyatif üstlenerek oynadığı roldür. Bulunan formül, -beğenilsin, beğenilmesin- son tahlilde krizin geride kalmasını sağlaması bakımından olumlu bir sonuç doğurmuştur. Krizler her zaman patlak verebilir. Diplomasinin görevi, işler kavgaya varmadan, bir kopma olmadan krize çözüm üretmektir. Dışişleri Bakanlığı, son yıllarda -maalesef- uğradığı bütün kurumsal zemin kaybına rağmen hâlâ ne kadar işlevsel olabildiğini ortaya koymuştur. Yaşanan hadise, Dışişleri Bakanlığı’nın, temsil ettiği gelenekler, kurumsal aklı ve profesyonel ölçüleri ile üzerine titrenmesi gereken bir kurum olduğunu göstermiş olmalıdır. Bu ihtiyaç, bütün dünyanın savrulma halinde olduğu günümüzde her zamankinden daha çok geçerlidir.
4-BÜYÜK KOPMA OLUR MUYDU?
Kontrol altına alınmasaydı kriz nereye kadar gidebilirdi? Bir formül bulunamasaydı, 10 büyükelçinin Ankara’dan gönderilmesi, bu ülkelerin de aynı şekilde kendi başkentlerindeki Türk büyükelçilerini “istenmeyen kişi” ilan ederek misillemede bulunmalarının yol açacağı büyük sarsıntının sonuçları ne olurdu? Yaşadığımız kriz, en azından bu sorular üzerinden zihinlerde Batı ile ilişkilerin bir muhasebesini de davet etmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerilimi tırmandırırken bir noktada herkese manevra imkânı sağlayacak bir formülün bulunabileceği sezgisiyle mi hamlesini yapmıştı? Yoksa her şeyi göze almış mıydı? Bu sorular da kuşkusuz tartışılacaktır. Ancak izlenmiş olan stratejinin yüksek riskler içerdiği aşikârdır.
5-CUMHURBAŞKANI VE YENİ ANLATI
Bu noktada altını çizmemiz gereken bir husus da şudur: Geride bıraktığımız hadise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi tabanında Batı’ya kafa tutan ve geri adım attıran lider imajını pekiştiren bir finalle kapanmıştır. Kendisini destekleyen kesimlerde bu olayı “İkinci Davos” olarak nitelendiren yorumlara da rastlanıyor. Seçim menziline girmekte olduğumuz bir zamanlamada muhtemeldir ki, “istenmeyen büyükelçiler” hadisesi AK Parti’nin anlatısında Erdoğan’ın lider kimliğinin vurgulanması açısından özel bir yer tutacaktır.
6-BATI İLE POTANSİYEL KIRILGANLIK
Böyle bir konjonktürde önümüzdeki günlerde Erdoğan’ın Batı’ya karşı çatışmacı kimliğinin ön plana çıkacağı bir çizgi yerleşecek olursa, bunun zaten pek çok sorunla kaplanmış olan Batı dünyası ile ilişkilerde ek bir basınç alanı yaratması gündeme gelebilir. Dolayısıyla, Batı ile ilişkiler bakımından bir kırılganlık potansiyelinin radarda belirdiğini fark etmemiz gerekir.
7-BATI’NIN ÖNÜNDEKİ SORU
Yaşanan olay, Türkiye karşısında nasıl bir yol izleyecekleri sorusunu bir kez daha Batı’nın karar vericileri ve kanaat önderlerinin gündemine sokmuştur. Batı ülkeleri, hem Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşarak Rusya’ya daha fazla yaklaşmasına meydan vermeyip, hem de Türkiye’de sorunlu gördükleri insan hakları gibi alanlarda etkili olabilecekleri bir politikayı aynı anda nasıl izleyebilirler? Bunu seçim menziline girmiş olan, kutuplaşmış bir ülkede iç siyasetin fay hatlarının içine düşmeden nasıl yapabilirler? Bu sorular üzerinde fikir imal edebilecek stratejik bakışa ve derinliğe sahip devlet adamları var mı bugün Batı’da? ABD’nin yeni önceliklere yöneldiği, AB’nin de Türkiye’yi artık mültecilere karşı bir tampon ülke olarak gördüğü bir dönemde bu soruya olumlu bir yanıt verebilmek güçtür.
8-TEKRARLANMAYACAK BİR YÖNTEM
Batı ülkelerinin insan hakları meselelerini Türkiye’deki yönetim karşısında nasıl bir yöntemle ele alacakları konusunda muhtemel bir sonucu şu başlıkta görebiliriz. Eğer başta ABD olmak üzere 10 ülke, söz konusu ortak açıklamayı Ankara’daki büyükelçiliklerinin sosyal medya hesaplarından değil, kendi başkentlerinde yapmış olsalardı, muhtemelen bu ölçüde bir reaksiyon doğmayacaktı. Büyükelçilikler, yaptıkları girişimin ne gibi siyasi tepkileri tetikleyebileceğini ne ölçüde hesapladılar? Tepkilerin bu boyutlara ulaşabileceğini öngörmediler mi? Büyükelçilerin her halükârda nasıl bir sahada hareket ettiklerini tam olarak değerlendiremedikleri anlaşılıyor. Bundan sonra Türkiye’de insan hakları ve hukuk gibi alanlardaki sorunlarla ilgili hassasiyetlerin aktarılmasında en azından Ankara’daki büyükelçiliklerin devreye sokulması yönteminin tekrarlanmayacağını tahmin edebiliriz.
9-ANKARA’NIN AİHM ÇELİŞKİSİ
Bütün bu hadise Türk tarafı açısından kayda değer bir çelişkiyi de ortaya koymuştur. Çünkü Ankara, Kavala ile ilgili AİHM kararı uygulanmadığı için Batı’dan gelen eleştirileri püskürtmeye çalışırken, kendisi de AİHM kararlarını uygulamadıkları gerekçesiyle başka ülkeleri eleştirebilmektedir. Başta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu olmak üzere Türk yetkililer, Batı Trakya’daki Türklerle ilgili AİHM kararlarını uygulamadığı için Yunanistan’ı sıkça eleştiriyorlar. Demek ki AİHM kararlarının uygulanmaması, Ankara açısından eleştiriyi haklı kılan bir durumdur. O zaman başka ülkelere yöneltilen eleştirilerin tutarlı olabilmesi için Türkiye’nin de önce kendi performansını gözden geçirmesi gerekmez mi?
10-DOSYA ÜZERİNDEULUSLARARASI FARKINDALIK ARTTI
Önce büyükelçilerin açıklaması, ardından Erdoğan’ın “istenmeyen kişi” çağrısıyla tırmanan kriz uluslararası alanda geniş yankı yaratırken, dış basında çok sayıda haber ve köşe yazısına kaynaklık etmiştir. Bu yönüyle Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin yanı sıra Osman Kavala dosyasının içeriği de büyüteç altına yatırılmıştır. Büyütecin merceğinde görünen, bir AİHM kararının uygulanmaması ve Kavala’nın dört yılı doldurmakta olan tutukluluğunun sürmesidir. Sonuçta bu dosya üzerinde uluslararası alandaki farkındalığın daha da yükselmiş olduğunu söylemek objektif bir saptama olacaktır.
Paylaş