Paylaş
Aslan, kitabında sürükleyici dokuz öyküye yer veriyor. Daha önce polisiyemizin usta isimleriyle birlikte birçok kolektif öykü seçkisinde yer alan yazar, “Gerçek hayatta karşımıza çıkabilecek ve ‘suç’ olarak tanımlanabilecek her şey benim öykülerimin konusu olabilir, mutlaka bir cinayet ve dedektif olması gerekmez” diyor. Suçun kendisinden ziyade arkasında yatan psikolojiyle ilgilendiğini de ifade ediyor.
Aslan, kitabının arka kapak yazısında da belirtildiği gibi suça fazlasıyla karışmış, belaya ziyadesiyle bulaşmış öyküleri ve sürprizli sonlarıyla polisiyenin ne kadar tekinsiz bir tür olduğunu yeniden hatırlatıyor.
Edebiyat ayrıntılardan oluşur
Polisiye yazarı Ayşe Erbulak’ın 10 yıl aradan sonra yeniden düzenlenerek basılan kitabı “Dokuz Oda Cinayetleri”, Eksik Parça Yayınları tarafından yayımlandı.
Roman, orkide ve incilerle dolu naif bir düğünle başlıyor; tabii düğün de bir cinayetle... İlk anda katili ve maktulü tanıyor olmamız romanın hızına hız katıyor.
Okur daha “kim” sorusuna odaklanmadan, bu çok katmanlı romanda aklına takılan “neden” sorularına cevaplar arıyor. Polisiye roman okumayı sevenler için Erbulak katili değil de sebeplerini merak ettirmeyi ve deyim yerindeyse adeta katillere hak verdirmeyi hedefliyor.
Toplumsal meseleleri olan bir roman
Demet Cengiz, “İçimde Yanan Nehir” ile okurlarıyla buluşuyor. Yazarın ilk romanı “Adımı Deniz Koydular” ile tanıştığımız karakterlerin çarpıcı ve iç parçalayan öyküleri bu romanda da ruhumuzu sarsmaya devam ediyor. Cengiz, aile içi şiddet, cinsel istismar, ağır yoksulluk gibi konulara başarıyla değiniyor; sürükleyici kurgusu ve başarılı dil kullanımıyla dikkat çekiyor.
Demet Cengiz’in büyülü kalemiyle hayat bulan “İçimde Yanan Nehir”, Ayazağa’nın yoksulluk kokan ara sokaklarında varoluş mücadelesi veren Yeter’in ve duygu duvarları parçalanmış geniş bir aileye doğan Nile’nin “sevgisizlik” temalı yaşam öyküsünü ele alıyor.
Knut Hamsun’dan Açlık
İlk kez 1890 yılında Norveççe olarak yayımlanan ve Nobel ödüllü Knut Hamsun’un yazar olmadan önce yaşadığı yoksulluğa ve bu süreçteki tecrübelerine dayanan “Açlık”, Oslo sokaklarında yiyecek arayan isimsiz bir genç adamın hikâyesini anlatıyor.
Sonu umut ve iyimserlikle bitse de “Açlık”, yoksulluğun ve umutsuzluğun yakıcı bir portresinin yanı sıra modern kent yaşamı ve büyük şehirlerdeki yoksullar için işlerin ne kadar çaresiz hale gelebileceğine dair keskin bir sosyal tablo ortaya koyuyor.
Tasavvufla harmanlanmış bir eser
İlk romanı “Sır ve Gölge”de sırlar ve gölgeler arasında kadınların birbirine değen yaşamlarını yazan Selcen Gür, bu kez bambaşka bir kapıyı aralıyor.
“Plaza Sufisi”nde, çağımız insanının bitmek bilmez arayışı ve sorularını tasavvufun ve pozitif psikolojinin bakış açılarıyla harmanlayan metinler yer alıyor.
Ahmet Yesevî, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Velî gibi büyük sufiler ve Csikszentmihalyi, M. Seligman, N. LePera, V. E. Frankl, D. Gilbert gibi çağımız yazarlarının da okura eşlik ettiği kitap, dört bölümden oluşuyor.
Yıllar süren okumalarını zengin bir kaynakça ve kişisel tecrübeleriyle sentezleyen Selcen Gür, inancın biyolojisinden tevekkül ve teslimiyete, öfke ve haset gibi duygulardan kalıcı mutluluk ve erdemlere kadar çok sayıda konuyu bazen kurgusal bir zeminde bazen de tamamen kendi bakış açısını yansıtarak sürükleyici bir anlatımla ele alıyor.
Tara Kitap etiketiyle yayımlanan “Plaza Sufisi”, hız ve tüketimin doruk noktasına ulaştığı çağımızda hakikatin izinde gitmekte kararlı olanlara yoldaş olacak bir başucu kitabı.
Binbir kalıba giren oyuncular
Bursa benim için önce mutluluk, sonra da huzur anlamına geliyor. Geçen hafta sonu merak ettiğim “39 Basamak” adlı oyunu izlemek için oradaydım.
Bursa Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın sahnelediği oyun, Alfred Hitchcock tarafından 1935 yılında bazı köklü değişikliklerle beyazperdeye uyarlanmış sürükleyici bir casus hikâyesiydi.
Geçen hafta sonu izlediğim eser, “39 Basamak”ın yazarı, John Bucan ve Patrick Barlow, çevirmeni ise Mehmet Ergen.
Oyunun yönetmenliğini üstlenen Mehmet Ali Açıl’la da tanışma fırsatı buldum.
Oyuncular Aykan Yılmaz, Yüksel Hakverdi Şeker, Serdar Soyer ve Faruk Oğur’du.
80 dakika boyunca bin bir kalıba giren oyuncuların performanslarını çok eğlenceli bulduğumu söyleyebilirim.
Oyun boyunca dinamikler öyle hızlı değişiyordu ki, şaşırıp kalıyordunuz.
Dekorların çoğunlukla bizzat oyunculardan oluşması ve yabancılaştırma efektlerinin sık kullanılması da bence harikaydı.
Kim Ne Okuyor?
◊ Selim İleri, Erendiz Atasü’nün “Herkes Sevdiğini Öldürür” adlı eserini okuyor.
◊ Mustafa Çevikdoğan, Laszlo Krasznahorkai’nun “Direnişin Melankolisi” adlı kitabını okuyor.
◊ Hamdi Koç, John Fosse’nin “Melankoli 1-2” adlı romanını okuyor.
◊ Gülenay Börekçi, Beliz Güçbilmez’in “Anne Ben Düştüm mü? - Kurmacalara Neden Muhtacız?” adlı eserini okuyor.
Paylaş