Paylaş
İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth ölünce, Danimarka Kraliçesi II. Margrethe dünyada kan bağı yoluyla tahta geçen tek kraliçe olarak kaldı.
“Vay be” diyorsunuz, “Dünyadaki tek gerçek kraliçe”...
Şu sıralar küçük oğlu Prens Joachim’in dört çocuğunun prens, prenses ve ekselansları unvanlarını ellerinden almasıyla gündemde.
Böyle bir trend var Avrupa’da. Kraliyet aileleri küçülüp devletten aldıkları ödenekleri azaltmanın derdinde.
Devleti küçültmek gibi, kraliyeti de küçültmek iyi fikir. Masraflar azalır.
Ama ben işin orasında değilim.
II. Margrethe’nin aldığı bu son karar, son derece rüküş bir pozuyla servis ediliyor.
Ayağında altın sarısı ayakkabılar var. Üstünde fuşya bir elbise. Onun üstünde kahverengi bir kürk. En tepede taç ve birtakım kraliyet mücevheratı...
Hepsi ayrı telden “Kalk gidelim” diyor.
Kelebek’teki stil eleştirmenimiz Hande Can iyi ki Danimarkalı değil. Şu pozunu görse Margrethe’yi öyle bir yerin dibine sokardı ki, Kraliçe 2-3 ay Amalienborg Sarayı’ndan dışarı adımını atamazdı.
Fransızlar ya da İtalyanlar gibi giyim kuşama düşkün bir halk olarak zaten bilinmiyor Danimarkalılar, kabul.
Ama hepsini geçtim, Kraliçe’nin o dişleri nedir öyle?
Karadeniz’in bütün tütününü dün bir gecede içmiş gibi.
Sıradan birinden bahsetmiyoruz.
Bütün işi gücü “kraliçelik” yapmak olan, saçının telinden tırnağının ucuna kadar koca bir ülkeyi temsil sorumluluğu bulunan, bunun için kamudan ödenek alan birinden bahsediyoruz.
Kraliçe Elizabeth de öyle boylu poslu, alımlı endamlı bir kraliçe değildi. Ama en azından bir duruşu, vakarı vardı.
Şimdi kraliçe diye kala kala Margrethe’ye kaldık. Aristokrasinin geldiği hazin son işte.
Yıldız Tilbe’nin bağışı
Ünlü şarkıcı, Afrika’daki çocuklar için 400 bin liralık bağış yaptı. 400 bin lira bugün Anadolu’nun herhangi bir yerinde bir daire parası.
Bağışlayan kişi ister zengin, ister fakir olsun, yapılan büyük bir fedakârlık.
Gönlünden böyle büyük bir bağış kopabilen insanı her şeyden önce tebrik ve takdir etmek lazım.
Ama bu bağışta benim içime sinmeyen bir taraf var. O da şu: Türkiye zengin bir ülke değil. Öyle bir pozisyonda olsak, zaten bütün sanatçılarımız dünyanın her köşesine yardımlar yapsın, örnek olsun, biz de halk olarak elimizden geldiğince destek olalım.
Ama Türkiye’de zaten birçok evladımız imkânsızlıklar içinde.
Onlar yetmezmiş gibi, farklı coğrafyalardan ülkemize gelmiş yüzbinlerce mülteci çocuk var.
O yüzden eğer imkân varsa kendi vatanımızdaki sıkıntıları öncelememiz gerektiğine inanıyorum.
Yıldız Tilbe’nin yaptığı kesinlikle gönlü zenginlik, yüce yüreklilik. Bunun dışında başka yardımlar yaptığına da eminim.
Ama keşke en azından yarısını Türkiye’dekiler, yarısını da başka yerlerdekiler için bağışlasaymış.
Teoman emeklilikte yaşa takılır mı?
“Gönülçelen”, “Onyedi”, “Paramparça”... Şarkılarını yapmış, koymuşsun kenara.
Berna Öztürk, Melisa Uzunarslan, Ekin Türkmen... Aşklarını yaşamış, asmışsın duvara.
Boşandığı eşi Ayşe Kaya’dan kızı Zeyno Şazi Yakupoğlu... Yapıp yetiştirmişsin boyunca...
Şan şöhret? Var.
Para pul? Eminim vardır.
Ünlü rock’çı Teoman şimdi diyor ki:
“Kendime de tembellik kariyeri yapmayı planladım.
Çok fazla çalışmak istemiyorum ve kendimi yarı emekli sayıyorum.
Küçük işler yapıyorum. Genelde de boş boş dolaşıyorum.”
Teoman emekli olmasın da kim olsun?
Bizim gibi EYT bekleyecek hali yok ya...
Espri desen komik değil...
Bağcılar’da yaşanan o korkunç “anne cinayeti”ne gönderme yapıyorlar.
Küçücük oğullarının fotoğrafını paylaşıp “Sen de benim başımı kesmezsin değil mi?” diye yazıyorlar.
Sosyal medyada yeni akım bu... Altına müzik döşeyen var: “Bir küçücük aslancık varmış...”
Espri desen komik değil, alay desen yeri değil, duyar desen anlamlı değil.
Kabul etmemiz lazım, bizdeki “anne-oğul” ilişkisi biraz toksik.
Hatta biraz sakat.
Ve bunu çözmeden ne kadına şiddeti, ne ana-babaya ya da evlada şiddeti ne de herhangi bir şiddet türünü önlememiz mümkün...
Paylaş