Paylaş
Diş kirasını duymuşsunuzdur, benim en sevdiğim ramazan âdetlerindendir. Eskiden ramazan ayında misafirlere ama özellikle yoksullara iftardan sonra verilen hediyeye ya da paraya diş kirası denirmiş. Ancak diş kirası sadece zenginler ile yoksullara arasında uygulanan bir âdet değilmiş.
Birbirine denk aileler de iftardan sonra diş kirası verirlermiş. Diş kirası âdetinin, Fatih Sultan Mehmed’in sadrazamı Mahmud Paşa’nın verdiği iftarlara dayandığı söyleniyor.
Mahmud Paşa, verdiği iftarlarda pilavın içine altın para koydururmuş.
Bu uygulama zamanla her ailenin kesesine uygun hediyelere, bu âdet de diş kirasına dönüşmüş.
Abdülaziz döneminin meşhur zenginlerinden ve padişahın ahbaplarından Hayrullah Efendi, padişahla o sırada İstanbul’da olan 3. Napolyon’un eşi Eugenie’yi evinde misafir edecekmiş.
Hayrullah Efendi’yi almış bir telaş.
Ne yapsa etse de imparatoriçeye hem kendi zenginliğini hem de İstanbul yaşantısını anlatsa diye düşünmeye başlamış.
Sonunda İstanbul’da yaşanan ramazanların vazgeçilmezlerinden biri olan “diş kirası” gelmiş aklına.
Hayrullah Efendi, iftarlarda konaklara gelen misafirlere kadife keseler içinde verilen hediyelerden yola çıkarak yemekten sonra konuklarına hediye verme kararı almış.
Ancak konukların biri Fransa imparatoriçesi, diğeri de Osmanlı padişahı olunca bu hediye verme işi o kadar da kolay olmamış.
Hayrullah Efendi, bu iki önemli konuğuna diş kirası olarak ne vereceğini çok düşünmüş.
Sonunda ziyaret günü gelip çatmış.
Yemekler yendikten sonra, sıra imparatoriçe Eugenie’nin hediyesini vermeye gelmiş.
Hizmetkârlar, ellerinde taşıdıkları kadife yastığı imparatoriçenin önüne bırakmışlar.
Yastığın üzerinde paha biçilmez bir broşun durduğunu gören Eugenie pek memnun olmuş.
Merakla beklenen an gelip çattığında herkes nefesini tutmuş.
Hayrullah Efendi’nin koskoca Osmanlı padişahına vereceği diş kirası da nefeslerin tutulmasına değermiş doğrusu. İçeriye ellerinde taşıdıkları kocaman tepsiyle birkaç uşak girmiş.
Uşaklar eğilip içinde Hayrullah Efendi’nin bütün servetini, tapularını ve mücevherlerini taşıdıkları tepsiyi padişah Abdülaziz’in önüne bırakmışlar.
Padişah ise tepsinin içindeki en değersiz yüzüğü almış ve uşaklara tepsiyi önünden kaldırmalarını emretmiş.
Değişik kaynaklarda başka başka anlatılan bir hikâyedir bu.
Paylaş