Reha Erus

Papa ve spor

8 Nisan 2005
<B>DİN</B> adamları genellikle spora ilgi duymazlar. Hele Vatikan’da <B>Papa 2. Jean Paul </B>öncesinde spor hiç önemsenmeyen, gündeme getirilmeyen, neredeyse tabu sayılan bir kavramdı. Papa’nın ölümünden sonra kendisi ile ilgili bir takım istatistikler verildi. 2. Jean Paul 26 yılı aşkın Papa’lık döneminde tam 1300 Sporcu kafilesini kabul etmiş. 85 bin sporcu ile tanışmış. Birebir görüştükleri arasında futbolcular Pele, Maradona, Beckenbauer, Totti, Vieri, Batistuta, atletler arasında Carl Lewis, Sergei Bubka, Ben Johnson, basketbol yıldızı Michael Jordan da var. Papa ayrıca bir futbol maçının tamamını izleyen din adamı. 29 Ekim 2000’de Roma Olimpiyat Stadı’nda Milenyum adına oynanan All Stars Barış karşılaşmasında tüm oyuncuları kutsamıştı.

Dünyaya mesaj

Bugün Vatikan Cumhuriyeti 13 dalda spor faaliyeti gösteriyor. Yani rahipler, rahibeler maçlara çıkıyor. Bu, Papa 2. Jean Paul’un spora gösterdiği önem. Aslında Papa seçildikten bir yıl sonra İstanbul’a gelmişti, Fener Patriğini ziyaret için. Beni bir spor yazarı olarak kabul etti ve tüm dünyaya sporla ilgili bir mesaj iletmemi istedi. Ve bunu yazılı verdi.

Papa, o dönemde yaşanan soğuk savaşın sporla çözülebileceğini, sporun ‘Barış için en etkili silah’ olduğunu belirterek, ülkelerin daha çok spor teması yapması gerektiğini vurguladı. Sporun insanları birbirine inanılmaz yaklaştırdığını, kendisinin eski bir sporcu olduğunu, kayak ve kürek sporları dışında futbolda kaleci forması giydiğini hatırlattı.

Deyna hayranıydı

Ne yazık ki, Türkiye’de yaptığı bu çağrı sonrası Moskova’da düzenlenen 1980 Olimpiyatı’na başta ABD, pek çok batı ülkesi katılmadı. Ardından 1984 Los Angeles Olimpiyatı’nı da Demir Perde ülkeleri boykot etti. Ama Papa yılmadı, siyaset kadar sporu da Vatikan adına gündemde tutmaya çalıştı. Roma’ya gelen sporcu kafilelerini, futbol takımlarını kabul ederek, onlara sporun dünya barışı için önemini anlatmaya çalıştı. Berlin Duvarı yıkılınca da, bu tarihi olayı biraz da spora bağladı.

Papa, sporla ilgili İstanbul’da verdiği ilk mesajından tam çeyrek asır sonra yaşamını yitirirken, sporun dünya barışı için ne denli önemli olduğunu bir kez daha kanıtladı. Polonya Milli Takımı’nın unutulmaz yıldızı Deyna hayranıydı. Geçtiğimiz pazar günü yatak odasının komodinin üzerinde bu futbolcunun resmini buldular. Tanrı rahmet eylesin, sporcu Papa.
Yazının Devamını Oku

En iyi İtalyan bizim İtalyan

17 Eylül 2003
<B>LAZİO </B>İstanbul'a geldi, iki top attı, bir korsan gibi defineyi buldu, aldı gitti. Roma ekibi temkinli oyunuyla önce Beşiktaş'ın dağınık akınlarını rahatlıkla savuşturduktan sonra karşılaşmayı istediği gibi götürdü. Maç öncesi Zago'nun İtalyan basınında bir demeci vardı; ‘‘Geçen yıl cezalı olduğum için Lazio karşısında oynamamıştım. Eski bir Romalı olarak o derbileri kaçırmıştım.’’

Zago
keşke bu maçta da, cezalı olup oynamasaydı. Korner atışında takım arkadaşlarına, ‘‘Merak etmeyin. Ben Stam'ı tutarım’’ işaretinden sonra, 50 milyon Euro'luk Hollandalı'nın yanında cüceleşti, topa vurdurdu. Sahadaki İtalyan oyuncuların en iyisi bizim Giunti idi. Oyunda kaldığı sürece elinden gelen herşeyi yaptı. Beşiktaş'ın en tehlikeli şutu onun ayağından geldi. İlhan Mansız'ın ihanetine uğramasaydı, yani vermediği pası alsaydı, golünü de atardı. Ne yazık ki, taktik kurbanı oldu ve yerini bir golcü olan Sinan'a bırakmak zorunda kaldı.

Kadro yetersiz

Bunun dışında söylenecek tek şey şu, daha ilk Şampiyonlar Ligi maçında gördük ki, Türkiye Ligi'nde en iyi takım olan Beşiktaş'ın bu kadrosu Avrupa için yetersiz. Ahmed Hassan'lar, Kaan Dobra'lar hatta Pancu'lar bile bu ligin yükünü kaldıramaz. Lucescu, keşke yabancı golcü için ‘evet’ deseydi.

Bu Lazio geldi, gerçek futbolunu oynamadan, savunmaya dikkat edip, orta sahada top öldürerek ve adam kaçırmaya çalışarak deplasmanda rahat bir galibiyet aldı. Ve grubunda liderlik için favori olduğunu ilk 90 dakikada kanıtladı. Beşiktaş için ise, herşey yokuş yukarı olmaya başladı.
Yazının Devamını Oku

Trapattoni neden gelmez

13 Mayıs 2003
<B>F.BAHÇE</B>'nin yeni teknik direktör arayışlarında gündeme gelen İtalya Milli Takımı'nın sorumlusu <B>Giovanni Trapattoni</B>, Türkiye'ye gelmez, gelemez. Öncelikle Trapattoni, İtalya Milli Takımı'nı bırakamaz. Bugüne kadar İtalya Milli Takımı'nı çalıştıran hiçbir teknik direktör, başka bir kulüp takımının başına geçmek için istifa etmedi. Ayrıca Dünya Kupası'nda İtalya Milli Takımı'nın başında kötü günler geçiren ve başarısız bulunan Trapattoni'nin şimdi tek hedefi Gök mavilileri Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine götürebilmek.

BIRAKAMAZ

İtalya'nın durumu özellikle Azerbaycan Milli Takımı'nın şampiyonadan dışlanmasıyla daha da zorlaştı. Halen Galler'in ardından ikinci durumda bulunan İtalya'yı Trapattoni yüz üstü bırakmaz, bıraktırmazlar. Üç yıllık sözleşmesi olan Trapattoni'nin ayrıca Milli Takımı bırakması halinde yüklü tazminat ödemesi gerekli. Böyle bir durumda İtalyanlar ve özellikle medya Trapattoni'yi linç eder. Gelecekte ülkesinde iş bulamaz. Trapattoni'ye bu tür teklifler eski takımı Bayern Münih ve Barcelona'dan da geldi. Ancak kurt hoca Milli Takımı bırakamayacağını kendisine teklif getirenelere kibar bir şekilde anlatmıştı. Üç sezon önce Trapattoni, Fiorentina'yı çalıştırırıken yine Fenerbahçe'den bir teklif almış, o dönemde kendisiyle Floransa'da bizzat görüşmüştüm. Bana ‘‘Ne işim var Türkiye'de. Ancak turist olarak gider, nefis memleketinizde bol bol gezerim’’ demişti. İşte bu nedenlerle Trapattoni herkesin gözü önünde İtalya Milli Takımı'na sırtını dönüp büyük paralar karşılığında da olsa Fenerbahçe'ye gelmez, gelemez.
Yazının Devamını Oku

Sarhoş ettik

21 Kasım 2002
<B>HERHALDE Şenol Güneş, </B>Inter Teknik Direktörü <B>Cuper,</B> Milan'ın çalıştırıcısı <B>Ancelotti </B>ve İtalya Milli Takımı'nın patronu <B>Trapattoni'</B>ye iyilik yapmak istemiş olacak ki, <B>Türkiye'nin rahatlıkla yenip, bir önceki günkü Ümit Takım'ın zaferine bir yenisini ekleyebileceği maçı berabere bitirtti.</B> Oysa, ilk kez İtalya'yı yenecektik. Hem de dört dörtlük bir ilk yarıdaki oyun ile. Ama, bir makine gibi işleyen orta sahamız ikinci 45 dakikada Inter-Milan derbisi düşünülerek Emre ve Okan'ın, ardından da B.Leverkusen'in dinamosu Yıldıray'ın oyundan alınmasıyla en güçlü mevkiiyi boşaltarak İtalyanları inanılmaz bir şekilde rahatlattık.

İlk yarıda RAİ adına maçı anlatan yorumcu, ‘‘Yaşasın, Türkiye gibi bir takım karşısında beraberliği sağlayabildik. Ve artık boyun eğmiyoruz’’ yorumunu yapıyordu. Ama aşırı oyuncu değiştirmeler, bu arada İtalya karşısında özellikle 15. dakikadan, beraberlik golüne kadar olan dönemdeki Brezilyavari oyunumuz, İtalyanları adeta sarhoş etti.

Derbi hatırı

Ama ardından bol oyuncu değiştirmek, Inter-Milan derbisi için yapılan hatırlar sonrası, Milli Takımımız galip gelebileceği maçı, İtalya'ya bir beraberlik olarak armağan etti. Bu arada Emre, tribünden kendisini izleyen hocası Cuper'e nefis bir gol dışında, harika bir oyun sundu. Ama bu golün ardından İtalya'nın her zaman için müzesinde Dünya Kupaları olduğunu unutarak ilk hatamızı yaptık ve Vieri affetmedi.

İkinci yarıda oyun özel maçtan daha çok bir panayıra çevrildi. Oyundan çok oyuna girenler, çıkanlar, maçın önemini, heyecanını yitirdi. Hele Inzaghi'nin son dakikada kaleye 30 saniye önce giren kaleci Zafer'le karşı karşıya kalmasına rağmen atmadığı gol bu dostluk maçını pekiştirdi.

Bu arada Tuncay ve İbrahim de önce ümit, ardından A Milli Takım'ın formalarını giyerek karşılaşmayı renklendirdiler.
Yazının Devamını Oku

Franco'nun anısına

3 Haziran 2002
<B>DİKKAT</B> ediyor musunuz, Dünya Kupası tarihiyle ilgili tüm televizyon programlarında, hemen herkes <B>‘‘Küçük Franco’’</B> adında bir İtalyan çocuğundan söz ediyor. Hani, 1954 yılında, Roma Olimpiyat Stadı'nda çektiği kura ile İspanya'yı saf dışı bırakıp, Türkiye'yi İsviçre'ye gönderen sarışın çocuk Franco'dan.

Peki kimdi bu Franco? Niye kurayı o çekmişti. Kim nasıl bulmuştu onu? Gazeteci olarak İtalya'ya ilk geldiğimde aklımda hep Franco'yu bulmak vardı. Aramadığım yer, çalmadığım kapı kalmadı. Soyadını bile bilmiyordum. Tam umutlarım kesilirken bir gün, Türk olduğumu öğrenen biri ‘‘Aslında siz bizim aileye bir Dünya Kupası borçlusunuz’’ dedi. Meğer Tonino adındaki bu adam, Franco'nun ağabeyiymiş. Dünyalar benim oldu. Franco ile buluştuk. 1954 yılının 10 yaşındaki Franco o unutulmaz günü bana tüm ayrıntılarıyla anlattı:

ÇOK KORKTUM

‘‘ Evimiz stada yakındı ve biz maçlara hep bedava girerdik. Goller atıldı, maç bitti. Stattan çıkarken iki polis memuru peşime düştü. Ben koştum onlar kovaladı ve sonunda yakalandım. Maça beleş girdiğim için yakalandım sandım, bırakmaları için yalvardım. Bırakmadılar, gözlerimi beyaz bir mendille bağlayıp, bir kupanın içindeki iki kağıt parçasından birini çekmemi istediler. Korkarak sağ elimi götürdüm parmaklarıma çarpan ilk kağıdı çıkarttım. Elimden kağıdı alan kişi
‘‘Turchia’’ diye bağırdı. Ardından Türk futbolcuları beni havaya kaldırdılar. Yüzümü gözümü öptüler. Bu arada bazı sonradan İspanyol olduklarını öğrendiğim futbolcular yüzüme tükürdüler.’’

1990 Dünya Kupası öncesinde, Franco ile 1954 yılında kalemizi koruyan Turgay Şeren'i tanıştırmak istedim. Franco'ya telefon açtım, karşıma Tonino çıktı ve kötü haberini verdi. Franco bir trafik kazasında yaşamını yitirmişti. Türkiye'yi tek Dünya Kupası’na bileğini kullanarak gönderen Franco artık yoktu. Bugün Breziyla ile oynuyoruz. Futbolcularımızdan bir ricam var. Lütfen sahaya çıkarken Franco'yu unutmayın.
Yazının Devamını Oku

Yolun açık olsun

14 Mart 2002
<B>ŞU </B>bir gerçek ki, Roma'nın Lazio zaferi G.Saray'ın rakibini rehavete sokmuş. Zaten pazar gecesinden beri hala bu zaferin sarhoşluğunu yaşıyorlar. G.Saray bu grupta yenilgi yüzü görmeden yoluna devam ediyor. Dün gece, 60 bin Roma seyircisi önünde başabaş değil, daha bilinçli, daha akıllı, daha topa egemen olarak oynadı. Yıldızla topluluğur, trilyonlar takımına kafa tuttu.

G.Saray rakibine oranla daha serin kanlıydı. Daha deneyimli gözüktü. Maçtan önce Capello'nun Hasan Şaş tahrikine seyirci, bu futbolcumuzu protestoyla yanıt verdi. Lucescu'nun hakem Frisk için adeta provoke edercesine maçtan önceki konuşmaları olumlu yanıt verdi. Sahanın en yakışıklısı olah hakem, Romalı futbolcuların tahriklerine kapılmadı.

VİCTORİA AKSADI

G.Saray'da tek aksayan Victoria idi. Ama yerine hazır futbolcu olmadığından, sanırım Lucescu yoluna bu oyuncuyla devam etmek zorunda kaldı. G.Saray bir dünya markası. Mayasında kalite kontrol yapılmış, yıllanmış şarap gibi. Yıllandıkça değer kazanıyor. Eğer bu takım yenilmeden elenirse yazık olur...

Roma erken bayramı yapamadı. Matematiksel bir çeyrek final vizesi istiyordu. Artık bu ortamda her şey salı günü belli olacak. Roma'da Barcelona'yı 3-0 yenen sarı-kırmızılı adaşına geçit vermeyen G.Saray, ne yapıp, edip İspanyolları Ali Sami Yen'de mutlak yenmesi gerekiyor. G.Saray da bunu becerecek güçte.

Olimpik Stadı'nda bir avuç Türk'ü mutlu eden G.Saray'ı candan tebrik ediyorum. Yolun açık olsun G.Saray...
Yazının Devamını Oku

Birikim...

11 Ocak 2002
<B>PARMALI </B>meslektaşlarım anlatıyor. <B>Hakan Şükür</B>'ü bu kadar mutlu görmemişler. Hatta İnter forması altında Hertha Berlin'e attığı çok önemli gol sonrası bile böylesine bir sevinç yaşamamış. Ağzı kulaklarına varıyormuş. Elinde sıkı sıkı tuttuğu 11 numaralı sarı lacivertli formayı en kısa zamanda üstüne geçirmek için kendisini adeta zor tutuyormuş. Boynundan sarkan Parma atkısının iki ucunu devamlı okşuyormuş. Kendisi ile poz veren Genel Direktör Arrigo Sacchi'ye adeta hayranlıkla bakıyormuş.

Hakan Şükür'ü anlıyorum. Bütün bunlar bir birikim. Kolay değil sezon başından bu yana İtalya'da kalma azmi ile tutuşma, yeni bir fiyasko yememe uğruna çabalama, başka ülkelerden gelen teklifleri reddetme. Milli maçtan milli maça çıkma. İnter Antrenörü Hector Cuper, Hakan Şükür'ün kıymetini bilmedi. Bu su götürmez. Koskoca Arrigo Sacchi Parma 'ya dönüşünde ilk iş olarakHakan Şükür ile gol kısırlığına son vermeyi düşündü. Oysa Cuper'in eline büyük bir fırsat geçmişti. Hakan Şükür'e gol attıran asist makinaları elindeydi. Emre ve Okan'la G.Saray'da dönen çarkın dehşetli sonuçlarından herhalde habersizdi Arjantinli hoca. Hakan diretti. ‘‘Çizme'de kendimi kanıtlamadan gitmem’’ dedi.

PARMA’YISIRTLAYABİLİR

İnter takımı ile birlikte çalıştı, ayrı çalıştı ama formunu tuttu. Meyvesini geç de olsa aldı. Torino ve İnter'den sonra şimdi Parma. Parma güçlü bir takım. Ama sezona iyi başlamadı. Ligde durumu kritik. İtalya Kupası'nda yarı finalist oldu. UEFA Kupası'nda ise yoluna devam ediyor. Hakan deneyimli. Gol krallığında 11 golle başta bulunan Di Vaio ile bu takımı rahatlıkla sırtlayabilir.

Hakan birikimli bir taze kan Parma için. Kendisinin de itiraf ettiği gibi tek zayıf yanı maç deneyimi eksikliği. Ama Hakan kısa zamanda bunu üzerinden atabilir. Hele açılışı erken bir golle yaparsa çabuk yırtar. Sacchi, hem Hakan Şükür'ü , hem Cuper'i, hem de Şenol Güneş'i kurtardı. Zaten milli futbolcumuz basın toplantısında ‘‘Dünya Kupası'nda patlayacağım, golcülüğümü kanıtlayacağım’’ dedi. Hakan Şükür'ün İtalya macerası kısa bir aradan sonra devam ediyor. Başarılar onu bekliyor.
Yazının Devamını Oku

Capello'nun istediği oldu

21 Kasım 2001
Maçtan önce Roma Teknik Direktörü <B>Capello</B>, <B>‘‘Galatasaray'ın, Ali Sami Yen Stadı'nda İtalyan takımları karşısında galibiyet serisine son verip, sahadan 3 puanla ayrılmak istiyoruz. Ancak ben bir beraberliğe bile razıyım’’ demişti. 92. dakikada Emerson'la gelen şok gol, Capello'nun tam arzuladığı gibi Galatasaray'ın İtalyan takımları karşısındaki 4 maçlık galibiyet serisine son verdi. Tabii bunda İtalyan asıllı Fransız hakem Colombo da büyük rol oynadı.

Aslında Galatasaray, renktaşı karşısında maça çok iyi başladı ve antolojik bir gole imza attı. Perez'in gol vuruşu kadar, Ayhan'ın çizgi üzerinde dantel gibi görüp verdiği asist de muhteşemdi.

HAKAN ÜNSAL AKSADI

G.Saray'da Emre Aşık, Capone ve Bülent Korkmaz defansta canla başla çalışırken, sakatlıktan yeni kurtulan Hakan Ünsal'ın aksadığını Lucescu bir türlü göremedi. Lucescu'nun bir başka hatası da yaklaşık 30 dakika ısındırdığı Suat ve Arif'i son saniyelerde oyuna sokmasıydı. Oysa böyle ağır bir sahada, fizik kondisyonları güçlü Roma karşısında bazı Galatasaraylı futbolcuların 90 dakika sahada kalması sakıncalıydı. Nitekim de hata buradan doğdu. Örneğin Sergen ve üç Roma savunmacısı arasında sürekli yıpranan Ümit Karan.. Ama Lucescu bazen yaptığı bu hataları dün gece de tekrarladı.

Colombo'nun 2. dakikada Totti'nin tekmesini cezalandırmaması Romalılar'ı cesaretlendirirken, G.Saraylılar'ı da asabileştirdi. Sonuç; 4 sarı kart...

Bu maçta kaybedilen 2 puan, klasik bir deyimle iş kazasıdır. Daha önümüzde çok maç var.. Ama Galatasaray, en azından bir başka İtalyan takımına galibiyeti tattırmayarak, emin adımlarla yeni maceralara doğru yürüyüşünü sürdürdü.
Yazının Devamını Oku