Paylaş
Sene 1990 New York’ta Queens College’a başladım. Okulun ilk haftası “freshman” denilen yeni öğrencileri spor salonuna topladılar. New York Polis Departmanından bir dedektif, tehlikelere karşı kendimizi nasıl koruyacağımızı anlatacaktı.
New York o yıllar hiç de şimdiki gibi değildi. 42. Sokakta güpegündüz insanı soyuyorlar ve ortalıkta ne bir polis, ne bir yardım eden ne de başınıza gelenleri kaydedecek, henüz icat olmadığı için bir videolu cep telefonu vardı. Bırakın Harlem’e gitmeyi, metroya binmek ya da şehrin batı yakasına yürümek büyük cesaret isterdi.
Hem bu yüzden hem de daha önce sadece filmlerde gördüğümüz bir dedektifi yakından görmek belki de tanışmak için spor salonunun yolunu tuttum. İri yapılı, bıyıklı dedektif salonu dolduran yaklaşık 300 kadar öğrenciye sürekli hareket ederek ve ses tonunu bir yükseltip bir indirdiği konuşmasında kısaca şunları söyledi;
“ Manhattan’a giderken yanınıza bir arkadaşınızı da alın gidin. Eğer yalnız gitmek zorunda kalırsanız, sokaklarda sakın yavaşça etrafa bakınarak yürümeyin. Sizi turist ya da kolay iletişim kurulacak biri olarak görürler. Hızlı da yürümeyin, bu defa korkak, güçsüz sanırlar. Normal yürüyün. İnsanlarla göz kontağına girmeyin!.”
Bu sözler karşısında kendinizi nasıl hissedersiniz? Bu ülkeye yeni gelmişsiniz, gezmek, tozmak, insanlarla tanışmak istiyorsunuz. Bu dedektif o gün içimi çok kararttı. Artık, her Manhattan’a gitmemde o söyledikleri aklımdan çıkmıyordu.
Neyse ki geçen onca yıl içinde başıma bir tek olay bile gelmedi. O dedektifin söyledikleri hep aklımdaydı ama, ben yine insanlara baktım, yürürken de acelem varsa hızlı, yoksa da yavaş yürüdüm.
Şimdi merak ediyorum; o dedektif çoktan emekli olmuştur, ama, New York’un üniversite kampüslerinde diğer dedektifler artık ne tür öneriler de bulunuyorlardır?
Bunun cevabını da araştırdım. Bir Türk öğrenci bu yıl başladığı okulunda konuşmacı olarak gelen dedektife şu soruyu yöneltiyor; “Pek çok suçsuz kişinin polis şiddetine uğradığını ya da polis kurşunu ile öldüğünü okuyoruz. Peki polisten, yani sizden nasıl korunuruz?. Buyurun buradan yakın!, Ne güzel soru değil mi?. Dedektif bu soruya şu karşılığı veriyor;
“ Polise, memur bey (officer), evet bayım! (Yes Sir) şeklinde hitap edeceksiniz. Konuşurken iki elinizde polisin görebileceği şekilde açıkta olacak. Soru yöneltebilirsiniz, ama asla itiraz etmeyeceksiniz. Polise asla dokunmayacaksınız. Arkadan ise asla. Polis için en önemli şey önce kendi güvenliğidir. Unutmayın sizin güvenliğiniz için gerektiğinde başkasını öldürebilecek sorumluluğu alabilecek insanlardır. “
Bunlara katılıyorum. Aslında Ferguson ve Staten Island’da yaşanan olayların polisin ırkçılığından değil, kendilerine verilen bu aşırı önce kendisini koruma içgüdüsünden kaynaklandığını düşünüyorum.
Staten Island’da polisin astım hastası olan Eric Garner’ı gözaltına almaya çalışırken boğazını sıkması nedeniyle ölmesinin ırkçılıkla hiç bir ilgisi yok. Evet, polisin aşırı güç kullandığı bir gerçek.
Son yıllarda ülkemiz dahil, pek çok ülkede görmeye alıştığımız trajik sonuçlar doğuran bu yönteme karşı, polis te kendi içinde mücadele vermeye başladı. New York polisi artık göğsünde sürekli kaydeden bir video kamera taşıyacak. Zaten tüm sokaklar ve işyerleri kameralarla donatıldı bile.
Ama, olan yine oluyor. 11 defa “Nefes alamıyorum!” diye üzerindeki polislere seslenen Garner’in her seslenişindeki ses tonunda bir azalma oluyorsa, burada polisin bir yanlışlığı var demektir.
ABD’deki halkın isyanı aslında büyük ölçüde ırkçılık ile igili değil, adalet mekanizmasının çalışmaması ile ilgili. Ferguson ve Staten Island olaylarında sorumlu tutulan polisler hakkında bir iddianame bile hazırlanmasına gerek görülmemesi insanları çileden çıkardı.
Artık onlarda nefes alamaz hale geldiler.
Paylaş