Pucca Günlük

Yan masa hikâyeleri

14 Nisan 2013
Geçen hafta beylere gece mekanlarda piyasa tavsiyesi vermiştim, bu hafta da o mekânların insan manzaralarını gözetleyeyim dedim, tek tek masa masa sizin için inceledim.

Mekânların en sıkıcı insanları kesinlikle çiftler. Özellikle de kereste gibi iki kişi gelen sevgililer. Bir kere adam sağa sola bakamıyor. Nasıl baksın ki! Yanında burnundan alev çıkartan, sürekli olarak şikayet eden, ışıktan, garsondan, yan masadan, müziklerden, topuklu ayakkabılarından her şeyden şikayetçi olan bir kadın var. Adamları garantileyince sanki otomatik olarak bize söylenme ve dert yanma gibi özellikler yükleniyor. Sevgilim yokken klozetin üzerinde kusa kusa uyuduğumu bilirim ama sevgilim olunca beni dünyanın en güzel yerine de götürse o dudak burna yaklaşıp, tiksiniyormuş bakışı yaparak, “E yani bu mu? Gamzelerin geçen gittiği yer daha güzeldi.” der dururum.
‘İş çıkışı dağıtalım’ kızlarının masası çok eğlencelidir. Gecenin sonunda o sivri burunlar fırlatılmış, fönlü saçlar kabarmış, makyaj akmış bir halde açık ara en fazla eğlenen ekiptirler. Beyler, bu kızlara asılmayı düşünüyorsanız hiç yaklaşmayın derim. Hiçbir kadın iş arkadaşına “Mekândan birini götürdü” malzemesini vermek istemez.
Doğum günü çocuğunun olduğu masa mekanın en hareketli masasıdır oluyor genelde. Hesap ödeme, kavga çıkarma, tuvaleti tıkama, telefon kaybetme... Hep bir atraksyon, hep bir sorun.

ÇANTASI, PALTOSU BÜYÜK OLANDAN KORK!

Abazan masasını tarife gerek yok sanırım. Malum, en fazla sapın olduğu masa. Ellerinde bir bardak votka enerjiyle bütün geceyi geçirebilme potansiyeline sahipler. Aralarından biri mutlaka Çılgın Sedat gibi dans ederek gece yalnız uyumayı kendine garantiler, diğeri bir umut birinin beline sarılırım diye dans eden kızların arkasında pusuda bekler. Bir de garibim, kız arkadaşı olduğu halde bunların peşine takılan tip vardır. Geceyi telefonsa sürekli kavga ederek geçirir ama ne hikmetse mekandan bir tek o bir kızla ayrılır.
Piyasa kızlarının masası en donuk olandır. Kocaman renkli buzlu kokteylleri pipetle içmekten beyinleri donma tehlikesi geçiriyordur belki de, kim bilir! Kadınlar tuvaletinde makyaj tazelerken bir toplantı yapıp “Sağ masa senin, sol masa benim! Buğralar belki uğrayabilir.” gibi kararlar alırlar. Nedense mekân içinde birbirleriyle konuşmazlar. Dudaklarını büzüştürüp bütün gece yolunacak kaz ararlar.
Çantaları ve kocaman paltolarıyla herkesi rahatsız eden masanın yanına düşmek yaşarken cehennemi görmek gibi bir şey. Alaska’dan yeni gelmişler gibi hepsinin de kocaman şişme montu, kalın hırkası ve pijamalarını tıkıştırdıkları büyük çantası vardır. Bir de nasıl eğlenir bunlar anlatamam! Sürekli ayağınıza basan, sizi itekleyen ve poposunu kafanıza kadar gömen birileri varsa mutlaka o çantalı masadan gelmiştir.

MASASIZLARIN ÇEKTİĞİ...

Yazının Devamını Oku

Beylere ‘piyasa’ tavsiyeleri

7 Nisan 2013
Bu haftaki yazıyı sokağa kız tavlama amacıyla çıkan beylere ayırdım. Kadınların olayı basit, bir “Ben burda ne arıyorum?” bakışı atmak yeter. Ama erkekler için piyasa şartları daha zorlu. İşte, birkaç ipucu...

* Mekâna erken gitmeyin. Siz içeri girdiğinizde birkaç kişi tuvalette kusacak vaziyete gelmiş olsun. Erkenci adam ılıktır, saftır, kırk yılda bir dışarı çıkmıştır, ayırdığı masa gitmesin diye masaya sıkı sıkı yapışıp bekler.

* Foursquare’de en fazla kızın check-in yaptığı mekâna doğru yol al.

* Yanınızda mutlaka kızlar olsun, hatta aralarından biriyle bir şeyler yaşama potansiyeliniz olsun ki gecelere güvenle akın.

* Dans etme, sadece elini kolunu bazen de boynunu oynat. Ne olursun o belini kıvırma! Sen de haklısın, “O zaman niye çekiyorum bu müziği?” diyorsun ama yapma!

* Kızlara içki ısmarlama dönemi sonsuza kadar kapandı, hatta kekomançilik bile sayılıyor bu durum. Yeni trend, kızların shot yollaması. Yolun açık olsun genç!

* Erkekler grubu olarak tuvaletin önünde bekleyip, kızları korkutmanın manası yok. Tuvalet yakınlarında gereğinden fazla vakit geçiriyorsanız niyetinizin başka olduğunu ele verirsiniz. Erkek, ihtiyacı dışında neden tuvalete gitsin ki hem? Hadi kızlar minnacık çantalarına makyaj malzemeleri sığmadığı için değiş tokuş yapıyorlar, kusarken birbirlerinin saçını tutuyorlar, “O yandaki çocuk sana mı asılıyor, bana mı?” diye durum değerlendirmesi yapıyor. Peki, siz?

* Votka yerine viskiyi tercih edin. Eskiden de viski içen adamdan kaçardık. Vay be, nereden nereye...

* Mekânlarda bir anda ortaya çıkan, etrafındaki herkesi yarıp, kendine dans alanı açarak Kenan Doğulu’nun dansçısı edasıyla yılan gibi kıvrılan kıza boşuna gitmeyi heveslenme. Senin gibi herkesin gözü onun üzerinde. Daha utangaç, ortamdan sıkılmış, etrafa “Hadi gidelim!” diye bakan birine doğru yönel, şansın artsın.

Yazının Devamını Oku

Nerede o eski Kezban kızlar!

31 Mart 2013
Eskiden “Evlenmek bana göre değil, çocuk yapıp fiziğimi bozmak istemiyorum, kedim bana yetiyor, kariyerime odaklanmalıyım” diyen metropol kadını ne oldu da “Evlilik benim için açılmamış bir hazine, çocuk yapmak kadınlığımı hissettiren en özel duygu, iş, kariyer her şey yalan” diye tutturur oldu?

Son 5-6 yıldır metropol kadınlarının en büyük amacı bir an evvel evlenip, patır patır ardı ardına çocuk yapıp, genç diri ve sağlıklı anne olmak. Kimi görsem, önündeki beş senelik planında ‘ille de’ hamile kalmak var. Eskiden, çok eskiden, ta TeleVole zamanlarında gece kulüpleri ünlülerden, ilik gibi kızlardan geçilmezdi. Mekân çıkışı yakalananlara bakıp iç çeke çeke “Vay be! Hayata bak” derdik. Günümüzün magazin programlarıyla eskisi gibi korkunç değil. Fazla temiz, ultra steril. Kime mikrofon uzatılsa bir “Kocamı çok seviyorum” cevabı... Sadece davetlerden çıkarken yakalanan ünlüler var, onlar da işte Hadise gibi mutluluk saça saça, dünya barışından bahsederek  pozitif konuşmaktan insanın içini bayıyor. Nerede o Hande Ataizi’nin pencereye sıkışması, nerede o mankenlerin tek atışlık futbolcu aşkları... Geçmişinde bakirelik raporunu habercilere gösteren insanlar barından bir magazin kültürümüz var sonuçta. Dahası da var...  Alpay, Cansel’e aşkını itiraf ederken az kalsın beyin kanamasından gidecekti adamcağız, kamera iyi çeksin diye cup cup havuza atlayıp duruyordu. Muazzez Ersoy ise o sıralar şak diye evlenip boşanınca adamcağız program program dolaşıp “Bana banyosunu kullandırmadı diye boşandık” diyerek dert yanmıştı.

ZENGİN KOCAYA KAPAK ATMAK

Değişen sadece magazin kültürümüz değil. İş dünyasındaki değişimin de pek bir farkı yok. Zamanla kendi ayakları üzerinde duran kadının tanımı, algısı değişti. İşkolik kadın eskiden seksiydi, güçlüydü; kadının kendi ayakları üzerinde durmasına gıptayla bakılırdı. Şimdiyse milletin gözünde hastadan farkı yok. Eskiden kadınların çalışmama sebebi evdeki öküz koca ve baba ya da eğitimsizlikken günümüzde çocuklarına ve eşine vakit ayıramadığı için koşarak işten ayrılanlar var.

‘Zengin kocaya kapağı atmak’tan dünyanın en iğrenç şeyi gibi bahsedilirdi, ikinci sınıf insan bile olamazdın böyle bir düşüncen varsa. Öğrencilik zamanlarımda Ankara’dan bir arkadaşım, tanınmış ünlü bir ailenin oğluyla apar topar evlenince kızın düğününde tek konuştuğumuz şey, “Geri zekâlı kız! Hayatını yaktı, okulu da bıraktı bu dangoz herif yüzünden” diyerek ileride  ‘çook pişman olacak çook’ olmasıydı.

PEKİ, SORUMLU O ‘SİNCAP’ KİM?

Aradan yıllar geçti, o masada oturan kız grubundan kimisi yapım şirketlerine, televizyon kanallarına CV’sini verebilmek için canla başla yarıştı; kimisi belki orada kalır umuduyla maaş almadan saçma sapan programlarda çalıştı; giriş çıkış saati belli olmayan işlerde kariyer kariyer diye kendini heba etti. Sonunda 30 yaş üstü kadınların sektörde tutunması zor olduğu; otuz olmadan evlenmek gerektiği gerçeğiyle yüzleşildi. Bu arada o burun kıvırdığımız hatunsa dördüncü çocuğunu doğurdu, kocadan destekle kendi kariyerini yaptı, fiziği de hepimizden düzgün oldu.

Bunların hepsi Victoria Beckham sincabı yüzünden. Aldı cillop gibi kocayı, doğurdu makineye bağlanmış gibi çocukları, ‘örnek model’ tanımını kökten değiştirdi. “Öncelik kariyerim” demek bir anda yerlerde süründü, 15 yaşında kızlar hangi üniversiteye gideceğini değil, kimle evleneceğinin hayallerini kurmaya başladı. Piyasa mekânlarsa gece kulüpleri değil, gece yarısı olmadan kepenkleri indiren yemeğin, şarabın ön planda olduğu mekânlara dönüştü.

Belki de doğru olan budur, hâlâ bilmiyorum. Ya kariyerin için bir şirkete daha fazla para kazandırmak uğruna yıllarını verirsin ya aynı enerjiyi, zamanı soyunun devamı için harcarsın. Amacın ne olursa olsun, evde de yatsan, fink fink sokaklarda cirit de atsan o yıllar bir şekilde akıp gidiyor. 

Yazının Devamını Oku

Hamama giren terlermiş

24 Mart 2013
Geçen pazar, Tüyap Bursa Kitap Fuarı için üç kız arkadaş yollara düştük. Herkesin öve öve bitiremediği Çekirge Kervansaray Oteli’ne doğru yola çıktık. O övenlerin dillerini çekiçle ezecek kadar korkunç bir otel karşımızdaydı.

Bursa feribotunda tek hayalimiz sıcak hamam taşı, buhar banyoları, yağmurun altında termal havuzda yüzme keyfi, masaj, gevşeme, huzur ve sessizlikti... Otele girdiğimiz andan itibaren hayallerimizden taviz vermemiz gerektiğini fark ettik ama yine de yılmadık. “Hadi spor salonuna, sonra da hamama” diye uçarak aşağıya indik. Aletler 1970’lerden kalma. Yoga matları yerine şezlong minderi koymuşlar, güvenlik görevlisi olduğunu düşündüğümüz bir adam, biz hoplayıp zıplarken sağ olsun bizi bir an yalnız bırakmadı(!)
“Moral bozmak yok kızlar! Termal otel burası. Neticede spor yapmaya gelmiyor insanlar” diye diye koşar adım okları takip ettik, küvetten hallice bir havuzun kenarına vardık. Az önce spor salonunda bizi izleyen güvenlik görevlisi meğer buranın da görevlisiymiş! “Şaka olmalı, daha büyük havuzu vardır” diye adama soralım dedik, “Kadınlar sadece bu havuzu kullanabilir” cevabını aldık. “Kadın erkek ayrı mıymış? İnternet sitelerinde böyle bir şey gözümüzden mi kaçtı?” diye düşünürken, bizimki bir daha başladı: “Kadın erkek ayrı değil, erkekler için büyük havuz var, bu da hem kadın hem erkek için.”

KENDİMİZİ KAPI ÖNÜNDE BULDUK

Hamama çıkmak en mantıklısı bu havuza sığmayız diyerek, bornozlarımız ve otel terliklerimizle pıtı pıtı okları takip edip yarım saatlik uğraş sonucu hamama ulaşmayı başardık. Bir kadın bizi karşıladı, yürüyen merdivene bindirdi, uzay üssü bir alete biniyormuşum gibi merdivenin kilidini açıp hamama doğru çıkmaya başladık. “Garip bi otelmiş, baya da para verdik ama olsun. Hamamı önemli ya zaten, masaj da harikadır. Kızlar şerbetli falan mı yapsak hamamda yıkanmamızı?” diye umutlanırken hamam kapısı açıldı. Hiç kadın yoktu, bizi gören adamlar da toparlanmaya başladılar, koşarak bizi başka bir adam aldı ve yaka paça dışarı attı!
Gerçekten dışarı attı, otelin dışındaydık resmen. Apartmanları görüyorum, otelin önündeki durağı görüyorum, bahçesinde bile değiliz bornozlarımızla kapısının orada donuyoruz. Çıktığımız yere bir baktım, ‘Erkekler hamamı’ yazıyor, o yüzden o kadar garipmiş, resmen hamamın ortasından geçmişiz. Hava da nasıl yağmurlu, o otel terlikleri kayıyor, geriye dönsek erkekler hamamından bir daha geçmek zorundayız. Kendimi bilgisayar oyununda gibi hissediyorum. “Bu kadar bölüm geçtim, ödül mutlaka güzel olmalı” diye düşünüyorum. Bu arada kapının önünden geçen adamlar bize kadınlar hamamının aşağıda olduğunu söyleyip yardım ettiler, sağ olsunlar!

AH O PLASTİK TERLİKLER...

Hamam dediğiniz yer, küçücük bir giyinme odasına benziyor. Kafayı gözü kırmayalım diye görevliden terlik istedik. Kadın “Kafanıza havlu sararız düşerseniz bişi olmaz” demesine rağmen inatla terlik istedik. Arkamızdan kaç defa “Terliği hemen almaya geliriz ama o terlikler önemli” diye seslendiğini hatılamıyorum!  Alt tarafı plastik balkon terliği yahu! Meğer kadının hayatının anlamıymış o terlikler.

Yazının Devamını Oku

Dikkat! Otello sendromu çıkabilir

17 Mart 2013
Sürekli aldatıldığını düşünme sanrısına psikiyatride ‘Otello sendromu’ deniliyor. Yani “O kız niye bu saatte seni arıyor?” dediğimizde, “Hastasın sen!” cevabı gayet normal. Anormal olan bu hastalığın nedeni

“Kıskanç ruhlar, bir neden ötürü kıskanç değil,
Kıskanç olduklarından kıskançtırlar sadece;
Bir canavardır bu
Kendi kendine var olan, kendini doğuran”
William Shakespeare, Otello

Kıskançlık konusunda benden daha güzel kadını kıskanmam, aksine güzelliği izlemeyi severim. Kardeş kıskançlığı nedir diye sorsan onu da hiç yaşamadım. Başka birinin benden zengin olması da beni çıldırtmaz, Allah daha çok versin gözüm yok. Yalnız iş erkek arkadaş olayına gelince olaylar bir anda değişiyor, kafamın içinde dolanan kelimeleri, cinayet planlarını, o öfkemi anlatsam Stephen King bile tırsar benden.
Kendi kendime sorguluyorum: Karşımdaki adam bu kadar değerli mi ki herkesin gözü onun üzerinde zannediyorum? Yoo, gayet patates gibi heriflerle birlikte oluyorum! Hatta kimisi “Yatsın kalksın, ona bakmışım diye dua etsin” diyebileceğim ölçüde bütün eksileri kendinde toplamış oluyor. Yine de onu bir odaya kapatıp gün yüzü göstermeden yaşayabileceğimiz bir ilişkinin hayallerini kuruyorum. Bu konuda uzman “Kıskançlık kendine güvensizliktir” diye bık bık öten yerli yersiz, suratına baka baka sana sevgilini kıskanıyorsun diye yetersiz deme hakkına sahip kızlar vardır. Bu tiplerin 100 kilo olduğu halde “Şekerim, sporsuz kilo verilmez. Boğazını tutacaksın. Dukan yap, dukan!’ diye sana akıl veren o sinir tiplerden hiç farkı yok. Kim ne derse desin, bu olayın kendini yetersiz görmekle eş değer olduğuna inanmıyorum. Ben kendime güveniyorum, yahu! Olay ortada, apaçık belli: Karşımdaki adama güvenim sıfır. Aşkın sonsuza kadar sürmeyeceğini biliyorum, acı çekmekten korkuyorum, öyle ya da böyle zaten gidecek yanımdan ama bu gidişin sebebi başka biri olmasın diye dualar edip duruyorum.

SEBEBİ AİLE İÇİNDE YAŞANLAR MI?

Yazının Devamını Oku

Senden sonra neden onunla evlendi?

10 Mart 2013
Erkeklerin evlilik arefesinde olduğu uzatmalı sevgilisinden, “Boğuldum, bunaldım” diye feryat figan ayrıldıktan hemen sonra gördükleri ilk kadınla neden evlendiklerinin sebebini buldum!

İlişkinin başlarında, malum, çoğumuz karşımızdaki bizi daha fazla beğensin diye farkında olmadan halimizde, tavrımızda ‘ufacık’ değişimler gösteririz. Sevmediğimiz mekânlardan hoşlanır gibi yaparız, 7/24 sevişmeye hazır bir şekilde tepeden tırnağa bütün nokta atışlarını tamamları. O gerizekâlı erkek sürüsü arkadaşlarıyla çok eğleniriz, “Hepsi çok iyiler aslında” ayağına yatarız, o aramazsa asla aramayız, telefonu böğrümüze koyar, acıdan kıvranırız ama yine de ilk arayan  biz olmayız.
Kıskançlık desen -ki şahsen benim en büyük taktiğim- önce “Kıskançlık, kendine güveni olmayan kadın davranışıdır. Aramızda bir bağ var diye ne sen benim hayatımı daralt, ne de ben senin.” der, fakat ilk kıskançlık krizinde şöyle laflar çıkar ağzımızdan: “Benim gibi kızı bile ne hale getirdin! Hayatta ya hayatta diyorum bak, asla yapmayacağım şeyleri yapıyorum şu an! Bu şekilde bi’ tavır takınıyorsam sana demek ki şu hatalısındır, demek ki senin görmediğin bazı şeyleri görüyorumdur. Bunu kavgaya çevirmek istiyorsan sen bilirsin. Kavga etmeyi beceremem bile, korkarım ben.”

O, GERÇEK YÜZÜNÜ GÖRÜNCE

İlişkinin devamındaysa o kavga etmeyi beceremeyen ben, başlıyorum saydırmaya: “Nerdesin? Neden? Gittiniz şimdi oraya, kimler var peki? O şıllık yanınızda di mi? Allah kahretsin seni de onu da! İş arkadaşın filan fark etmiyor. Ayrılacaksın o işten o zaman. Ben sana ne yaptım ya? Ne yaptım da bana bunları yapıyorsun?” Neymiş, alt tarafı adam işten sonra arkadaşlarıyla yarım saat bir şeyler içmek için takılmış! Oturduğum yerden o yarım saati adamın burnundan getirtiyorum, ağlatana kadar uğraşıyorum. O garibim de seviyor demek ki ilişki senelerce böyle sürüp gidiyor, evliliğe doğru ilerliyor. Fakat ayrılıp barışmaktan evlilik için bir hamle yapamıyoruz. Adamı tüm sosyal çevresinden söküp alıp, ikimize küçücük dar bir alan yaratıyorum.
Bu arada ilişkimizin başında satış yaptığım, görüşmediğim arkadaşlarımla ilişkinin sonuna doğru daha sık görüşüyorum çünkü kendi daralttığım alan beni de bunaltıyor. Ama adam asla görüşemez, arkadaşı Nobel Fizik Ödülü almış bir profesör bile olsa benim gözümde “İşe yaramaz hıyarın teki! Seni de kullanmaya doyamadı. Karı kızdan başka derdi yok, sevmiyorum o adamı sana zarar verecek, uzak dur!” Kavga ederken büyüdüğümü, güçlü olduğumu düşünüyorum. Bu ego yüzünden de zaten farkında olmadan kavgadan zevk alan biri haline dönüşüyorum.

“O EVLENİYORMUŞ”U DUYUNCA...

Paylaştığımız şeyler sadece ettiğimiz kavgaların tozları oluyor, kimse bizim ilişkimizi ciddiye almıyor. O hoşlanma, o birini sevme, kendini ona ait hissetme duygusu yerini hırsa, öfkeye ve inada bırakıyor. Sonra yine bir gün rutin ayrılıklarımızdan birini yaşıyoruz, ben de artık çok yorulduğum için bir süre kendimi çekeyim diyorum, nasılsa barışırız derken ikimizle alakası bile olmayan birinden sanki grip olmuş dercesine “O evleniyormuş” lafını duyuyorum. Sonrası hüsran, bunalım, dizleri karnına çekerek ağlama günleri, her şarkının, her mekânın onu inadına hatırlatma zamanları, acı, acı ve acı...

Yazının Devamını Oku

Bana klişelerle gelme!

3 Mart 2013
Kısa ya da uzun, ciddi ya da tek gecelik her ilişkide erkeğin en az bir kere kullandığı o klişe cümleler var ya, hani o insana yaşarken cehennemi tattıran. Hah, işte o laflara tek tek alt metinler, hazır cevaplar hazırladım

“Saçmalama canım, kızın sevgilisi var zaten. Çok iyi bir kız, seni de seviyor. Yapma ne olur huzurumuzu bozma”
O kız iyi bir kız değil, gözü de göz değil, gör artık bunu adam, gör!

“Ben sevgimi gösteremiyorum”
Zaten o sevgin bi’ bana gelince içine kaçıyor; o uzun bacaklı sarışın iş arkadaşına maşallah sevgin dahil herşeyini göstermek için var gücünle uğraşıyorsun.

“Sana değer veriyorum”
Yani seni sevmiyorum başkasını bulana kadar idare et işte!

“Özel günleri abartıyorsunuz, ben kendi doğum günümü bile bilmem”

Yazının Devamını Oku

Anadolu yakası laneti

24 Şubat 2013
Her İzmirli gibi İstanbul’da oturduğum semt ve birkaç merkez dışında fazla bir yer bilmem. Geçenlerde karşı tarafa geçtim, ağlaya ağlaya döndüm.

Taksici mağduriyeti olarak da adlandırabileceğim serüvenim şöyle gelişti: İki toplantım olduğu için, karşıya geçmeye mecburdum. İlki Çengelköy’deydi, arabayı kardeşim alıp “Taksiyle iki dakikada git, beni trafiğe sokma, herkes bilir orayı” dedi.  Sahilden hemen taksi buldum, bindim “Cadde Bistro 33” dedim, taksici, “Cadde mi, Suadiye mi, İç Erenköy mü, Cadde Bostan mı, Barlar sokağı mı?” diye bir soru sorunca, son kalan yüzde birlik telefon şarjımla adresin yerine bakmak için çırpınmaya başladım. Bir anda ‘çatanak’ diye sarsıldım ki ben adresi ararken adam öndekine çarpmış; inip bir güzel kavga etmeye başladı.  Ben de son şarj ya, ne internet açılıyor, ne harita...  Sayfa tam açıldı bi baktım pencerenin önünden şöför bana bas bas bağırıyor, “Ahaa bayan gördü, vallaha bayan gördü, polis çağırın!” diye. “Hoppala ne gördüm ben ya?” diye aşağıya bir indim, bizimkinin baldırı kanıyor!
Vurduğumuz arabadan iki tane genç çocuk inmiş, pişkin pişkin “Başka bir arabadan yanaştılar, adamı vurdular bizim üstümüze atıyor” diyor.  Yalan söyledikleri kesin ama o kadar kendilerinden eminler ki “Acaba mı?” diye düşünüyor insan. Şoföre “Hastaneye gidelim” diyoruz, yok inat etti adam, giderse bunlar kaçacak diye bacağı kanlı kanlı bas bas bağırıyor. Bende zaten müşteri değil onun karısıymışım gibi bir panik!  Diğer arabadaki çocuklar da eşi dostu toplayacağını söyleyince paniğim geçti tabii; tırs tırs ‘Yavaştan gideyim’ dedim, başka bir taksiye bindim.

AYNI CADDEDE DEFALARCA TUR

Ona da aynı yeri söyledim, beni Divan’ın önünde indirdi, sağa bakıyorum, sola bakıyorum yok. Büfeye sorayım dedim, “Yanlış gelmişsin, taaa caddenin başında” deyince şoföre küfrede küfrede o caddeyi sonuna kadar yürüdüm. Yokuşun oraya kadar geldim yine yok, bu kez valelerden birine sordum, geldiğim yerde olduğunu söyledi. Bir de taksiciye kendi tarif etti, “Ohh” dedim “Sonunda gidiyorum”. Yine Divan’ın oraya geldik, trafik bayağı sıkışıktı “Abla ya, ben seni burda indireyim bak hemen karşı yolda görünüyor burdan” dedi,  gerizekâlı olduğum anlaşılmasın diye göremediğimi söylemedim tabii, indim ve bulamadım.
Yine gittim bir taksiye, sordum, bildiğini söyleyince de hemen bindim. Taksici caddedeki trafiği atlatmak için bi aradan girdi, yukarıları dolaştı da dolaştı, ne sokaklardan ne mahallelerden geçti sonra hoop caddeye çıktık. “Hemen karşı yolda” dedi, parasını verdim, arka tarafımı bir döndüm Divan’ın orası; p.zevenk bir sokak ilerlemek için bana Anadolu yakası turu yaptırmış resmen. Nasıl sinirliyim, toplantım KİA ile, telefonları ezberimde değil. Bir yerden arayıp haber vereceğim ama imkânsız, o barlar sokağının da sonuna kadar yürüdüm ama öyle bir yere rastlamadım tabii. Mekânlardan birinin güvenliği mi artık neyiyse ona sordum, “Suadiye Oteli’nin orada, taksiye söyleyin bilir” dedi.
“Suadiye Oteli” dedim, gitmeye başladık, bu kez mekânı görmeden arabadan inmedim, camdan bakıyorum bi B harfi var ama “Başka bir yerin amblemi değil miydi bu ya?” falan filan derken inmiş bulundum o taksiden. Tabii ki orası değildi, artık yapacak bir şey yok, hüngür hüngür ağlamaya başladım sinirimden. Ama nasıl ağlıyorum, kendimi tutamıyorum. Telefonum bir de suya düştü bunun üstüne artık kendimden geçtim...
 Yine bir taksi buldum, gideceğim yeri söyledim bir süre ne olduğunu hatırlamıyorum, ağlayarak gergedanımsı sesler çıkartıyordum çünkü. Umudu da kesmiştim zaten ta ki mekân karşımda pırıl pırıl dururken. Sonunda biri beni doğru getirebilmişti...

Yazının Devamını Oku