Pucca Günlük

Düğün çapkınları

4 Ağustos 2013
Arkadaşınızın düğünündesiniz. Tam böyle düğün pastasının bıçağıyla kendimi mi kessem diye düşünürken, gözlerin piste çevriliyor, o da ne!

Hayatının en sıkıcı günü, arkadaşının düğünündesin, arka taraflarda bir masada oturup, birkaç kişi daha kalkıp gitse de ben de evime dönsem diye bekliyorsun. Pasta iğrenç, krema yerine basmışlar sana yağını. Gelinin sarhoş olan dayısı üç kez ayağına bastı, iki kez de masana devrilecek gibi oldu.
İğrenç müziklerden bahsetmek bile istemiyorsun çünkü zaten duyamıyorsun... Tam böyle düğün pastasının bıçağıyla kendimi mi kessem diye düşünürken, gözlerin piste çevriliyor, o da ne! Gömleğinin ilk iki yakasını açmış, saçlar hafif dağılmış bir adam zeybek oynuyor. Kollarını her iki yana açışında yanına koşup altan sarılmak istiyorsun. “Önce ben gördüm, benim oldu artık bu, benim benim!” diye bütün bekar masalarına bağırmak istiyorsun. Hatta oracıkta arkadaşını koltuktan itip, damadın çocukluk arkadaşıyla hemen evlenmek istiyorsun. İşte, yıllardır aradığın, senelerce birileriyle zaman harcayıp bulamadığın şey bu! Takım elbisesiyle zeybek oynayan bu adam çocuklarının babası, evinin direği olmaya hazır bir şekilde seni bekliyor. Acaba gerçekten öyle mi?
‘Takım elbise büyüsü’ diye bir olay var, malumunuz Barney Stinson’dan hatırlayın. Takım elbisenin erkeğe kattığı güç, karizmatiklik ve etrafa “Bana bir şey olmayacak, seni hayatım boyunca koruyacağım” diye verdiği sinyaller sayesinde, kadınlar olarak garip bir çekimin içine sürükleniyoruz. Gömleğinin göbek kısmında gerginleşen düğmelere bakıp, gerçekten omuzları var mı yok mu yoksa ceket vatkası mı diye incelemek gerekiyor. Haa dersen, “Yakışıklılıkta gözüm yok, insan olsun yeter o zaman” bilemem.

KORKUNUN KOKUSU

Bir süre bakıştıktan sonra yanına tonton bir teyze gelip yedi ceddini sormaya başladıysa oradan var gücünle kaç derim. Belli ki oğlumuz biraz ILIK. Bundan önceki nişanlısını annesi hiç sevmemiş, ana-oğul kendilerini yeni maceralara atıp hangi kızı hayata küstürsek diye ava çıkmış demektir.
Anneler, garip bir şekilde düğünlere sadece edepli kızların gelebileceğine inanıyorlar. O yüzden düğün, nişan ve kına gibi şeyler kadınlar için pazar alışverişi gibi bir olay. Annesi gösterdi diye seni beğenen bir adam ne kadar çekici olabilir ona sen karar ver artık.
Yanına gelen bir kadın yok ama hâlâ oğlumuzun gözleri senin üzerinde diyelim, bir de gelinin sırtını sonsuzluğa açmış, dekolte giyen kuzeninin. Gerçek bir ‘savunmasız kız avcısı’ Bunları her yerde görebiliriz, sevgilinden ayrıldığın gün sana mesaj atan o densiz adam, işten atıldığında seni yemeğe çıkartmaya çalışan eski müdürün, barda telefonunla ilgilenirken yanına gelip neyin olduğunu soran orta yaşlı zavallı... Korkunun kokusunu yüz metre ilerden alırlar, “Peki ben şimdi ne yapacağım” telaşıyla beslenir bu tipler. Düğünlerde evde kalmaktan korkan kızların kahramanı olmak için uğraşırlar.

BUSE SENDEN ÇOK BAHSETTİ!

Yazının Devamını Oku

Dedikodunun 9 altın kuralı

28 Temmuz 2013
İyi bir dedikoducu olma sırlarını sizler için toparladım

Okul hayatım boyunca en sevdiğim kızsal faaliyet, ‘yüzleştirme etkinlikleri’ olmuştur. Yani, biri bir dedikodu yayar, dedikoduda bahsi geçen kişi bunu duyar, kaynağı bulup, aslanların ortasına atar gibi herkesin ortasında yüzleştirmeye çağırır. Sonrası cümbüş, eğlence... Tabii izleyenlere göre cümbüş, o sandalyenin üzerinde oturan amatör dedikoducuya göreyse bir tövbe ediş anıdır. “Bir daha kimseye bir şey anlatmayacağım” yakarışlarını, mide yanmasını bile uzaktan uzaktan izlersin onun. O kızla aynı makûs kaderi paylaşmak istemiyorsanız kulağa küpe niyetine birkaç mühim detay sıralıyorum size:

1. Cümleye mutlaka, “Dedikodudan da nefret ederim aslında...” diye başla. Çünkü hepimiz nefret ediyoruz, iğreniyoruz değil mi? Hı hı ben de öyle düşünmüştüm, kıpss.
2. “Benden duyduğunu kimse bilmesin” yanlış bir kelime. Bunu söylediğin noktada hikâye anlatılırken hep ama hep senin adın geçecek. Bunun yerine, “Sana da güvendiğim için anlatıyorum, bu kadar ağzı sıkı ve bu tip şeyleri önemsemeyen tek sen varsın çünkü” dersen, o hikâyeye adın asla karışmaz.
3. Asla ama asla ilk ağızdan duyduğun bir olayı birilerine anlatan sen olma! Dayanamadın, için kıpır kıpır oldu anlatmak için ve kendini zor tutuyorsun diyelim; bir dedikoducu kaynağını söylemez bunu unutma. O yüzden kereste gibi, “Şahika söyledi” demek yerine, “O gün kim anlattı hatırlamıyorum ama...” diye muhabbete gir.
4. “Sana anlatacaklarım var!” sadece amatörlerin kullandığı bir cümledir. Profesyonel bir dedikoducu karşı taraftan bilgi almadan bilgi vermez. Her şey karşılıklıdır.
5. Yaptığın şeyin dedikodu olduğunu asla kabullenme. Eleştiri de uyarı de toplumsal olaylara sosyolojik bir bakış açısı de ama sakın dedikodu deme.

Yazının Devamını Oku

Yeni nesil kayıp aranıyor ilanları

21 Temmuz 2013
Twitter’da kan anonsları, kayıp duyuruları gibi şeyleri paylaşmak adeta sosyal sorumluluktu.

İşe yaradığını da zerre düşünmüyordum. Ta ki başıma gelene kadar…

Bizim bir de ufak kardeşimiz var, sağ olsun bu aralar ergenliğini yaşıyor, sürekli babamla itiş kakış kavga içerisindeler. Üniversite sınavını da kazanamayınca babamın klasik cezalarından “Bu yıl yazlığa gitmek yok!” dendi. El mahkûm, bütün yazını test çözerek geçirecek. Biz karışamayız, hepimiz geçtik o yollardan, o da geçecek. Bunlar yine evde ders çalışıyorsun, çalışmıyorsun kavgasına tutul, bizimki telefonunu, kimliğini almadan evden fırla git.
Babam önce kendi imkânlarıyla aramış, sonra bütün taksi duraklarından anons geçmesini istemiş, ardından polis devriye arabalarına kardeşimin eşkâlini bırakmış, durumu anlatmış. Erkek kardeşimde konuşma bozukluğu var, biraz da iyi niyetli, biraz değil çok hatta. Küçükken elindeki çikolatayı almak için “İyilik ülkesinden seni denetlemek için geldik, elindekini bize verirsen, artı sevap point kazanacaksın”, “Babama dışarda olduğumuzu söylemek yok, söylersen kötülük dünyayı saracak”, “Iı ıhh, demek harçlığını yalnız harcayacaksın, ablanlar evde aç otururken iyilik ülkesi bundan hoşlanmayacak!” Çocuk bizim yüzümüzden paylaşım manyağı, iyilik delisi bir şey oldu. Böyle olması insanlık için iyi bir şey olsa da maalesef gece yarısı sokaklarda dolaşması için fazla saf…
MÜGE ANLI’YA ULAŞMA ÇABALARI

İzmir’de hiçbir akrabamızda olmadığı anlaşılınca babam bizi aradı, hoş en son bizi aradı diye evde ayrı bir kıyamet koptu. Gecenin yarısı 200’le o yolu nasıl gittik bir ben bilirim. “Bir şey olduğunu duyarsan çarp duvara biz de ölelim o acıyla yaşanmaz” diye kız kardeşimle planımızı da yaptık. Kafayı yemek üzereyim, oturduğum yerden herkesi aramaya çalışıyorum. “Müge Anlı’ya nasıl ulaşabiliriz?” diye fellik fellik telefon rehberimdeki insanlara bakıyorum.
Sonra bir anda Twitter hesabım aklıma geldi, aklıma ne geldiyse yazdım. Bu işin de bir raconu varmış. Hangi şehirde olduğu çok önemli, göze çarpan fiziksel unsuru ardından üzerine giydiği kıyafet ve mutlaka fotoğraf. Hepsini yazdım, iyi bir haber gelsin diye beklemeye başladık. Bu arada arabanın arka koltuğunda bir arkadaşımız daha var, kız bizden daha korkmuş, fısıldayarak, “Arabayı duvara çarpmadan önce beni indirir misiniz?” diyor. Kız bütün yolu Fatiha okuyarak titreye titreye gelmiş.

Yazının Devamını Oku

Sevgiliyle ilk tatil

14 Temmuz 2013
Senelerce gittiğin her tatilde şezlongda mıç mıç birbirlerine bademcik ameliyatı yapan çiftleri görüp ah çektin. Bu sene bütün planlar tuttu, manita yaptın. Aşk tatili seni bekliyor. Naçizane önerilerim var...

Kesinlikle adamın aklına uyup, otel yerine ev tutmaya kalkmayın. Zaten kendi evinde temizlik yaptığın yetmiyormuş gibi bir de tatil boyunca sürekli kum temizleyeceksin. “Aa ev var!” diye tatilinizin ilk günü yanınıza gelecek ve son güne kadar gitmeyecek arkadaşları saymıyorum bile. O aklında olan, romantik baş başa tatil mangal için etleri kesmekle geçecek.
Otel de önemli tabii, full Rus kızlarının olduğu her şey dahil sistemli bi otele gidip kanser olmanın manası yok. Butik otel en güzeli.
Boşuna minicik iç çamaşırları, desenli dantelli seksi çamaşırlarla valizini doldurma, o sıcakta giyemeyeceksin.
Tatilin birinci-ikinci günü tensel temaslar, hormonların verdiği iç karıncalanmasıyla her şey rüya gibi geçse de üçüncü gün konuşacak bir şey bulamıyorsun. Dedikodu da yapılmaz adamla, dünyayı ve ülkeyi kurtarman bir gün daha kazandırır hadi, sonrası kavga gürültü.
Tatil kavgalarının en kötü yanı, çekip kapıyı gidememek. Zaten dikkat edin, otellerde kavga eden çiftlerden sadece erkeğin sesi gürül gürül gelir. Kadınlar, ‘Tamam canım sakin ol, haklısın’ diye sesi kısmaya çalışır. Bir de yan oda sesi var ki Allah düşmanımın başına vermesin, insan depresyona giriyor, insanlığın bilmediği ne yapıyorlar acaba orada diye?
Alışveriş olayı tam bir işkence, sürekli arkada oflayan bir adam var. Tamam, bir buzdolabı magneti için saatlerce tezgâha bakmak biraz sıkıcı gibi durabilir. Yalnız o magnetler çok önemli! Nereleri, nasıl gezdiğini evine gelen misafirlere çaktırmadan göstereceğin tek yer buzdolabının üstü çünkü.
Güneşlenirken sarılıp uyuma diye bir çift aktivitesi var, kendi adıma konuşayım bundan nefret ediyorum. Sıcak yahu, terliyorum zaten güneş başıma geçmiş, yağı boca etmişim bedenime iki ton daha koyu olayım diye, bi de üstümde bir adam! Ayağınızı birbirinize sürtün, kremlenin, oranızı buranızı mıncırın ama sarmaş dolaş yatmayın. Görünce de afakanlar basıyor, kız yarım yanacak, bacağı adamın altında diye bana dert oluyor. Bir de bekâr günlerinden düşün, bunun nazarı var, kötü gözü, kıskananı… En önemlisi koca oteliniz var!

Yazının Devamını Oku

30 olmadan...

7 Temmuz 2013
Zamanında 25 yaş için “Ne gençsin ne olgun; hem her şeye geç kalmışsın hem de daha çok erken gibi geliyor” demiştim.

Şu ansa 30 olsam da artık büyüsem diye düşünüyorum

Okuma yazmayı öğrendiğimden beri babamın yılbaşında getirdiği ajandalarla günlük tutuyorum. Bu, büyük ihtimalle psikolojik bir sorun. Aman zaten ne değil ki? Eski defterleri karıştırırken kendi kendime 30 olmadan yapmam gerekenleri yazdığım listeyi buldum: Bahçeli ev, dil piercing’i, araba, kız tatili o bu şu... Listem hayli uzun. Çoğunu yapamamışım zaten. Evlen diye koca koca en başına da eklemişim ama kısmet bu işler. En büyük korkularımdan biri, yaşlanmak, buruşmak, kol altı bıngıldamasıyken şu an artık “Yalvarıyorum, büyüyeyim” diye düşünüyorum. Sanki 30 olunca bir anda otomatik olarak bana olgunluk gelecek! Buna inanıyorum deli miyim neyim? Daha ne kadar büyeyeceğim bu arada eşek kadar olmuşum, o da ayrı mevzu. Zevk aldığım, mutlu olduğum şeyleri sorguluyorum sürekli. Gece hayatı bile değişmiş, dinlenilen müzikler değişmiş, moda dersen zaten artık ayda bir değişiyor.

DJ İZLEME OLAYI

İzmir’de benim zamanımda Kıbrıs Şehitleri’nde canlı müzik çalan yerlere giderdik. Yok, ‘No Name’in klavyecisi Emin, yok ‘Bios’ Aydok, ‘Çalar Saat’ Kel Osman... Bunlara dibimizi düşürmekle geçti gençliğim. Şimdi nasıl değişmiş, her yer eller havaya! Topuklu ayakkabıyla arnavutkaldırımında yürümeye çalışan kızlarla dolu olmuş Gazi Kadınlar Sokağı. Yeni trend Öküz’ün DJ’i Emrah. Kızlar çığlık çığlığa! Eskiden Murat Dalkılıç’ı izlemek için para biriktirip Çeşme’ye kaçardık, şimdi DJ izleme diye bir olay var. Adamı şarkı değiştirirken kesmek garip geliyor. Adapte olamıyorum sanırım, yayılıp dinlenmek istiyorum. Karaciğerim dile geliyor, “Bana ne yaptın böyle? Ayran iç artık” diye. Bunu yazıyorum ama akşam olunca da zıp zıp zıplıyorum, o ayrı. Tencere tava, şekilli bardaklar, ev eşyaları almak istiyorum. İçimde kıpır kıpır bir yemek yapma, insanlara kahvaltılar hazırlama arzusu var. Oysa ‘kalkmışken bana da şunu getirsene’ insanıydım. Bana ne oluyor böyle? Bu işin gidişatı bu mu acaba? En korktuğum yaşı şu an resmen arzuluyorum. Hemen seneler geçsin de yaşlanayım, insanlara dizlerimin ağrısından bahsedeyim. Şile bezinden elbiseler giyip, zeytinyağlılar yapayım diye düşünüyorum.

Yazının Devamını Oku

Annesiz kızlar

30 Haziran 2013
Gezi olaylarının birlik olmak, farklı düşündüğün insanlarla aynı dili konuşmak dışında bana en büyük katkısı annemle barışmak, daha doğrusu affetmeyi öğrenmek oldu.

Annemle babam ben çok küçük yaşta boşandılar, iki-üç sene annemin yanında sonrasında ise kardeşlerimle beraber babamla yaşamaya başladım. Ardından uzun yıllar annemle birbirimizi hiç görmedik. Nerede yaşadığı, nasıl olduğu konusunda hiçbir fikrimiz olmadı çünkü kendisi bizle görüşmek istemedi. Biz de saygı duyduk, zaten yapacak başka bir şeyimiz de yoktu. Aradan yıllar geçti, bu kez biz onunla görüşmemeyi yeğledik. Daha doğrusu hepimiz hayat kavgasına girdik, geçmişi unutmaya çalıştık.

BEKLENMEYEN TELEFON

Geçen hafta, Çeşme’de yine internette goy goy peşindeyim, telefon çaldı bilmediğim bir numara, açtım... Sadece bir sessizlik, kesik nefes alış-veriş sesleri. Bir iki “Alo” dedim, yok! Sadece nefes sesini duyuyorum. Sonra cesaretini toplayabildi sanırım, yutkundu, adını söyledi. O kadar hayatımdan çıkmış ki söyleyince annem olduğunu anlayamadım bile. Zaten normal şartlarda hiçbir anne de kızını arayıp adını söylemez. Ardından: “Televizyonda Gezi Parkı’nı izliyordum, birini sana benzettim. Telefonunu aldım, özür dilerim. Sanırım iyisin, kapatıyorum.” Karşılığında benden bir şey duymamak için o kadar hızlı hızlı konuşuyordu ki kapatacak diye ödüm patladı, çünkü ne bileyim, çünküsü falan yok işte; konuşmak istedim. Hayatı nasıl, benzettiği kız nasıl, ben onun gözünde nasılım, kardeşlerimi sormayacak mı? Tam kapatacakken, “Napıyorsun?” dedim. Sonra ne oldu, nasıl bitti, o samimiyeti nasıl yakaladım bilmiyorum ama yanıma davet ettim. O da hiç beklemediğim bir şekilde kabul etti...

YA ONA BENZİYORSAM?

Sevgilimle buluşacak gibi heyecanlıyım, bir taraftan da neler konuşacağımızı düşünüyorum. Bir yanım “Canını acıt, üz, pişman et” diğer tarafım “eline ne geçecek, bırak, yüzleşmenin anlamı yok” diyor. Kendi iç hesaplaşmalarım içinde boğulurken, geleceği gün telefonu kapalıydı. “İşte yine ona yakışan bir hareketle kaçtı gitti. Bir-iki ağzıma balı çaldı, yine yapacağını yaptı” diye düşünüyordum ki kapı çaldı, karşımdaydı.
İşte o an, ilk gördüğümde ne yapacağımı bilemedim. Sarılsam mı, içeri mi alsam, öpsem mi, ne söylesem diye karşılıklı sessizlik içinde birbirimize bakıyorduk. Fiziken zaten birbirimize benzemiyorduk. Sadece dar omuzlarımı ondan almışım, belki biraz gülerken gözlerimin limon yemiş gibi küçücük olmasını da... O da benim gibi şaşkındı sanırım, o yüzden kapının önünde bayağı bir dikildik, kardeşim artık dayanamadı, içeriye buyur etti.
“Ya anneme benziyorsam” diye beni senelerce içten içe yiyen korkumu da atlattım. Çünkü ben adres bulma özürlüyüm, hayatta bir yeri 25 kişiye sorup, kaybolmadan bulamam. O ise, şak diye bir kere aramadan bulmuştu. Zekiydi, sevmiştim.

Yazının Devamını Oku

Hayat normale, babam anormale dönerken...

23 Haziran 2013
Gezi Parkı olaylarından sonra normal hayata dönebilmek üzere yeniden İzmir’e, baba evine döndük. Asıl gidiş nedenimiz aslında çok başka.

Artık sokakta birine selam verdikten sonra hal hatır sormak yerine, “Olaylardan haberin var mı?” diye dürtmeye başladık. Zaten bir saat erken uyusam zaten gündem baştan aşağı kaçırıyor. Kaçırdığım bir şey olmasın diye her şeyi didikleyip öyle yatıyorum. Eski sevgiliden dert yanar gibi dudak büzüp hükümeti çekiştirmeye başladık. Ne olur ne olmaz diye arabaya deprem çantası gibi direniş çantasını koyduk. İçinde spor ayakkabısı, deniz gözlüğü, yedek tişört bir de tıbbi maske var. Twitter ana sayfam eskiden komik yazılar ve aşk acısı çeken insanlarla doluyken şimdi ana haber bülteni gibi. Saniye saniye ne olduğunu oradan takip ediyoruz. Herkes nasıl bir anda toplu bir aydınlanma yaşadık diye hayretler içinde. Sıkıldığımız, kaçtığımız, “Ben bilmem anam, babam, beyim bilir” diye başımızdan savdığımız konular artık hayatımızın merkezi oldu. Hayatımızı uyutularak geçirdiğimiz için biraz öfkeliyiz sadece. ‘Ben buradayım!’ diye altını çize çize bağırmamızın nedeni de belki budur. Hepimiz şaşkınız ama umutluyuz da.

BABAMDAKİ DEĞİŞİKLİĞİN SIRRI

Bu arada İzmire’e asıl geliş sebebimiz babamı ‘yine’ evermek. Her sene olağan cici anneye göre eşya değiştirme faslına başladık. Yalnız, bu kez babamı çok farklı gördüm. 8 yaşımda babam annemden velayetlerimizi aldı, o gün bügündür onunla beraber bekâr hayatını yaşıyoruz. Çıkardığı pantolonu bile asmayan, tek yumurta kırmamış, çayını bile kendi koyamayan bir insandır babam. Ev işlerini geçtim, evde bir tane ampul değiştirmemiştir.
Şu an bambaşka bir adam var karşımda. Sevdiği kadına yemekler yapıyor, eskiden nefret ettiği açık mavi renginde tişörtler giyiyor. Masasının üstünde benden fazla parfümü var. Gezmeyi, dolaşmayı hiç sevmeyen adam kalkmış dünya turu planları yapmış. Sağ olsun, o planlara bizi de eklemiş ama “Sağ ol canım, kalsın” diye geri çevirdik. Babam ve sevgilisiyle dünyayı dolaşmak korkunç. İnsan babasını mıç mıç görmek istemiyor pek. Nasıl diyeyim, biraz garip duruyor babamı aşk sözleri söylerken dinlemek.
Odası bilgisayar malzemeleri doluyken şu an gayet normal bir yatak odasına dönmüş bir şekilde. Kendimi bildim bileli üzerinde çalıştığı ve bize ne olduğunu söylemediği bir bilgisayar kasası vardı, onu bile rafa kaldırmış. Biz, zaman makinesi yaptığından şüpheleniyorduk açıkçası. Hayatını, konuşma tarzını, giyimini herşeyini değiştirmiş. Nasıl aşık, nasıl mutlu.... Bana, “Hayatın için plan yapma, gerçekleşmezse mutsuz olursun. Gerçekleşirse kendini hazırladığın için heyecanı kalmaz” diyen adam, yarın atacağı adımı bile hesaplıyor.
Üniversiteyi kazandığım sene otogarda bana iki nasihatta bulunmuştu. Bir, ‘otobüste verdikleri keki yeme, gaz yapıyor sonra bütün yol ağlarsın’; iki, ‘İnsanlara nasılsa değişir diye yaklaşma, buna katlanabilir miyim diye düşün. Kimse değişmez.’ Şu an kendisiyle çeliştiğini görüyorum. Bundan da çok mutluyum nedense. Babam meğersem hiç mutlu değilmiş, hep işinin arkasına saklanmış. O bilgisayar malzemelerinin arasında kendi hayatını unutmaya çalışıyormuş.
Kız çocuğu hırsıyla birazcık kıskansam da, bizle niye böyle değildi diye içimden homur homur söylesem de, ergenlik yıllarımda burnundan kan getirdiğim günleri düşününce, sen bu mutluluğu çoktan hak etmiştin aslında baba. 50 yaşından sonra aşk bir adamı böyle değiştiriyorsa, hayata ilişkilere artık daha umutla bakabilirim demektir.

Yazının Devamını Oku

Gezi’den geriye akılda kalanlar

16 Haziran 2013
Çantalarımızdan makyaj malzemelerini çıkarttık; yerine limon, sirke ve mide ilacı doldurduk. Süper kahramanlar gibi gündüzleri işe gidip gece parka koştuk. İşte direniş güncemiz.

Olaylarda hayatını kaybeden, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük ve polis memuru Mustafa Sarı hiçbir zaman unutulmayacak kaybımızdır.
Polise kitap okuyan eylemciler, kırmızılı kadın ve TOMA suyuna karşı ellerini iki tarafa açan güzel kızın fotoğrafları sembol oldu
Okan Bayülgen kitap okurken çıt çıkarmadan dinleyen insanlar, ne güzel insan onlar!
Başbakan’ın eylemciler için yaptığı ‘çapulcu’ benzetmesi, sözlük anlamını yitirerek onurlu gururlu gibi bir anlam ifade etmeye başladı.
TOMA nedir bilmezken, şimdi nasıl kullanacağımızı bile biliyoruz. Biber gazı içeriklerini tek ayak üstünde bile sayarız
Çarşı, gönüllerin birincisi oldu. İdeal erkek özelliklerine Çarşı taraftarı olmalı diye eklemeye başladık.
RedHack Halk Tv’ye konuştu, hepimiz nefeslerimizi tutarak izledik. Çok karizmatikti!

Yazının Devamını Oku