"İneklik Edip Taksi Tut"madığım için binmek zorunda kaldığım İETT’nin 1A nolu eski tip otobüsünden inerken nazlanarak açılan kapı çarpıp gözümü fena halde şişirdi.
Sonradan fark ettim gözlüğüm de otobüste hatıra kalmış! Gözüm böyle şişmeden önce Özden Bilen’in dopdolu "Çevre Emperyalizmi ve Ilısu Barajı Örneği" kitabını merakla okuyor, bir yanda da "Türkiye Kyoto Protokolü’nü İmzalasın" kampanyasına katıldığım için acaba ben de "radikal (köktenci) bir çevreci mi oldum?" diye düşünüyordum.
Ben aslında 169 ülkede olduğu gibi ülkemde de enerji verimliliğinin artırılması, yenilenebilir enerjinin geliştirilmesi, sürdürülebilir tarımın desteklenmesi, metan emisyonlarının geri kazanılması, emisyonların azaltılması, sera gazı yutaklarının korunması ve yaygınlaştırılmasını istiyorum. Diğer bir deyişle, sera gazlarını artıran emisyonların salınımının kontrol altına alınarak doğaya verdiğimiz zararların azaltılmasıyla birlikte enerji tarım, orman, katı atıklar, kıyıların kullanımı, vb. gibi konu ve sektörlerde uyum çalışmaları yapmayı istemekteyim. Bütün bunlar, adı Kyoto olan protokol, cezai yaptırım vb. olmadan küresel iklim değişiminin kötü etkilerinden korunmak için zaten kendiliğinden yapmamız gereken çalışmalardır diye düşüyorum.
*
19 Şubat günü Alanya’da verdiğim "Küresel İklim Değişimi ve Akdeniz" konulu konferansta karşımda kasketli ve şalvarlı insanları görünce şaşırdım. Köylüleri tarlasını, evini, işini bırakıp şehirdeki böyle "entel ve dantel" bir çevre konferansına katılmaya sevk eden neydi? Konuşmam bitince, "Bizim içme suyumuza mazot karıştırdılar, ne yapalım?" gibi sorularla karşılaşınca daha da şaşırdım. Köylüler çok haklı, ama hak ararlarken haksız duruma da düşmemeleri gerekiyor. Mahkemeler, protestolar, vb. yani çok uzun ve zahmetli bir yolları var. Ama onlar şimdiden mazotlu suyu içmeye mahkûm edilmiş...
Alanya’nın Konaklı Beldesi’ne bağlı Elikesik köyünde taş ocağı için başlatılan doğa bozunumuna karşı, Elikesik köylüleri, Çevreciler ve muhalefet partilerin ilçe başkanları ve milletvekili şimdi bir araya gelip çözüm aramak zorunda kalmış. Köylerinin içme suyu kaynağında başlatılan taş ocağı şantiyesi, daha şimdiden köylülerin içme sularında petrol kokusu ve bulanıklığı olarak kendini belli etmiş. Temiz bir hava ve berrak suyundan başka değerli bir şeyi olmayan köylülerin düzeni ve huzuru tamamen bozulmuş.
Ben Elikesik köylülerine doğru dürüst bir yanıt veremedim. Yüksek Peyzaj Mimarı Zihni Yayla, hákim tepede çam ağaçları kazınarak yapılacak taş kırmanın ve bir kilometre altında işlenecek şantiyenin Elikesik köyünden sahiline kadar temiz hava sirkülasyonunu bozacağını, bir tepesindeki tarihi burçla yaman bir çelişki yaşattığını söyledi. Sekiz aylık hamileliğine rağmen bu çalışmalara katılan YAYÇED Başkanı Emine Eker, tüm Akdeniz’de yaygınlaşan taş ocakları çılgınlığının yoksulluk sınırında yaşam mücadelesi veren köylüler için nasıl bir tehdit haline geldiğini anlattı.
*
Şimdi "radikal (köktenci) çevreci", "ekofaşist" ya da "çevre emperyalisti" kim? Kyoto Protokolü imzalansın diyen on binlerce insan mı? Yoksa hiçbir maddi menfaat gözetmeden köylülerin haklı davalarında haksız duruma düşmemeleri için çaba gösteren Zihni Yayla ve Emine Eker gibi çevreciler mi? Ya da maden arama ruhsatı alarak doğa katliamı yapan, ormanları tahrip eden ve halkın sağlıklı içme suyunu kirleten taş ve kum ocakları gibi işletmeler mi?
Patlak gözüm hele bir iyileşsin bunların yanıtını bulmak için okumaya devam edeceğim. Size de başka hiçbir yerde bulamayacağınız kadar çok değerli bilgileri içeren ve bir ASAM yayını olan bu kitabı okumayı tavsiye ederim.