Pınar Reyhan

Tıp dünyasının çiftlere hediyesi: Tüp bebek

3 Nisan 2007
Bebek sahibi olmak, hemen her evli çiftin hayalidir. Evlendikten sonra kendi planladıkları zaman içinde ya da sürpriz şekilde hamile kalan kadınların yanı sıra hamile kalma konusunda çeşitli sebeplerden zorluk çeken pek çok kadının var olduğu da bir gerçek... Ancak doğal şekilde hamile kalamayan kadınlar günümüzün gelişen tıbbi teknolojisiyle kısa sürede hamile kalabiliyorlar. Halk arasında bilinen adıyla "tüp bebek" yöntemi günümüzde pek çok kadının bebek sahibi olmasını sağlıyor.

İlk kez 1978 yılında İngiltere’de, Dr. Patrick Steptoe ve Dr. Robert Edwards tarafından, tüpleri tıkalı olduğu için gebe kalamayan bir hastaya uygulanan bu yöntem başarılı olunca tüm dünyada uygulanmaya başlandı. "Tüp bebek" tedavisinde 1992 yılında yapılan mikroenjeksiyon uygulaması ise tıp dünyasında dönüm noktası oldu; bu sayede bir tek spermi olan erkekler dahi baba olabilir hale geldi ve erkek kısırlığı tedavisinde yepyeni bir dönem başladı.

Günümüzde doğurganlığın azalmasının sebepleri

Gelişen toplum, yeni alışkanlıklar ve yeni yaşam biçimi kazandırsa da beraberinde birçok risk faktörünü de yaşamımıza sokuyor. Düzensiz beslenmenin, aşırı miktarda sigara ve alkol tüketiminin çiftlerin bebek sahibi olma şansını olumsuz yönde etkilediği artık herkesçe bilinen bir gerçek.

Hızla gelişen ve değişen yaşam şartları yaşam tarzlarında değişimlere neden olurken, özellikle de beslenme alışkanlıklarındaki olumsuzluklar doğurganlığın azalmasına yol açıyor. Toplumlardaki yanlış beslenme alışkanlığı, yiyeceklerdeki katkı maddeleri, iş hayatının yoğunluğu, kirli hava, büyük şehirlerdeki zor yaşam koşulları, kafein, sigara ve alkol tüketimindeki artış da doğurganlığın düşmesinde başlıca sebepler arasında. Böylece kadınlarda yumurtlama seyrekleşirken, erkeklerde sperm kalitesi gün geçtikçe düşüyor.

Kimler tüp bebek tedavisi görmelidir

Korumasız bir yıllık düzenli cinsel birliktelik sonrasında çocuk olmaması durumu kısırlık olarak tanımlanır. Kadınlarda hormonal bozukluklar, tüplerin hasarlı olması, rahim ve yumurtalıklarda iyi huylu kistlerin veya miyomların varlığı, genetik ve psikolojik nedenler kısırlık sebebi olurken; erkeklerde sperm sayısı, hareketliliği ve spermlerdeki yapısal anormallikler, geçirilmiş testis operasyonları, inmemiş testisler kısırlığa yol açan problemlerden sayılabilir.

Bir çift bir yıllık düzenli ilişkiye rağmen gebeliğe ulaşamıyorsa, kısırlık tedavisi için başvurmalıdır. 38 yaş ve üstünde bu süre altı aya indirilebilir. Yumurtalık cerrahisi geçirmiş olan veya kemoterapi görmüş kadınlarda da daha erken değerlendirme yapmak gerekebilir. Kemoterapi görecek olan erkekler ve özellikle de çocuklar, üreme kabiliyetlerinin korunabilmesi amacıyla üreme merkezlerine başvurmalıdırlar.

Tüp bebekte başarıyı etkileyen faktörler

Kadının yaşı, yumurtalık rezervi, rahim ve tüplerde bir sorun olup olmaması başarıyı direkt olarak etkileyen faktörlerden birkaçıdır. Yaş ilerledikçe başarı oranında düşüş gözlemlenir. Yaşa bağlı olarak veya olmayarak yumurtalık rezervi azalabilir. Genç yaşta erken menopoz denen durum olaşabilir ve yumurtalar tükenebilir. Ayrıca rahimde miyom dediğimiz iyi huylu urlar veya yumurtalıklarda endometrima denen çikolata kistlerinin varlığı da tüp bebek tedavisindeki şansı azaltabilir. Spermlerdeki yapısal anormallikler yine kaliteli embriyo elde etmeyi önleyebilir, başarı düşebilir.

Çocuk sahibi olmak...

Ana oğul tarihe geçtik. Köklü bir eğitim sisteminin, geleneksel bir düzenin, güzel okulumuzun tarihine "Emre Berent ve annesi" olarak geçmiş bulunmaktayız. TEM’de giderken duyduklarım nedeni ile sağa çekip uzun uzun güldüm ben geçen gün. Öğretmeni de ben de dedik ki; "Lise öğrencilerinde tamam bu olay, ama ilk kez anaokulu bölümünde oluyor, yandık biz yandık..."

Saat 11.30, ben toplantıdan çıkmış gazeteye dönüyorum.

Telefon geliyor.

"Pınar Hanım, Emre’yi siz mi alacaksınız?"

"Efendim?"

"Emre izin kağıdı ile geldi, ’annem alacak, servise binmeyeceğim’ yazıyor. Hani sizin ağzınızdan yazılmamış yazı da ondan sorayım dedim."

"Yok" diyorum şoke olmuş şekilde. "Ben yazmadım acaba eski bir kağıt çantasında mı kalmış?"

"Hayır" diyor öğretmeni "tarihi bugün"...

Olayı anlamaya çalışıyoruz, aklımdan bin tane başka şey geçiyor, babası da alacak değil. "Peki" diyorum "kim yazmış?"

Ve konuştukça anlıyoruz ki o kağıdı başkası yazmış. Ama kimin yazdığını da söylemiyor. Okulda sadece "Beni annem alacak" diyor.

Neyse servise bindiriliyor bizimki ve eve geliyor.

Leyla diyor ki "Emre bugün ne oldu?"

Emo diyor ki: "Annem gelip beni almadı."

Çıldıracağım, acaba çocuğa söz verdim de unuttum mu diyorum, değil. Kendi kendimi akşama kadar yiyorum. Vicdan azabından patlayacağım. Gidiyorum. Yatarken konuşuyoruz.

"O kağıdı kim yazdı?"

"Bu senin sorunun değil. Söyleyemem."

"Peki neden servise binmek istemedin?"

"Anneeee karar değiştirdim, senin beni almanı istedim."

"İyi de hayatım o kağıdı kim yazdı?"

"Yazdırdım."

"Kime yazdırdın?"

"Söylemeyeceğim."

"Peki ama bu yanlış değil mi? Benim haberim yokken."

"Fikir değiştirdim. Giderken düşündüm. Hani beni alacağın zaman kağıt yazıyoruz beraber, ben de yazdırdım. Ama gelmedin."

Hem bu kadar düz hem bu kadar organize ve plancı olabilir mi bir 5 yaş insanı?

Leyla Alaton’dan Bennu Gerede’ye kadar sorduk bu ay dergimizde "Çalışan anne olmak ne demek?" diye. Hepimizin hayatı ne kadar farklı olsa da en büyük yaramız değil mi, içimden vicdan değil de "vijjjdaaaannnnn" demek gelen bu hikaye.

Bu olay olduğundan beri ne kadar yanlış olduğunu düşünsem de çocuğumu koynuma sokup okula falan beraber gitmek istiyorum. Bir insan nasıl bu kadar sevebilir bir başka insanı, her geçen gün daha güzel gelir mi insana çocuğu? Hálá bana o kağıdı kime yazdırdığını söylemedi. Hálá koskoca bir insana dilekçe yazdırmayı nasıl başardı anlayamadım.

Hálá bu olayı düşününce hem gülüyor hem ağlamak istiyorum.

Ama bir şey var ki ne kadar çok vicdan azabından şikayet etsem de ben anne olmayı çok seviyorum.

Daha çok doğurmak istiyorum. Bebek istiyorum. Bir de kızım olmasını istiyorum! Yöntemi ne olursa olsun, doğal olsun, tüp bebek olsun, çocuk sahibi olmak isteyen herkese çocuk diliyorum.

Doğru tüp bebek merkezi seçmenin önemi

Çiftler için elbette başarı ve hizmet kalitesi çok önemlidir. Başarının yüksek olduğuna inandığı merkezi seçmeyi ve orada tedavisini gerçekleştirmeyi isteyen çiftler, bunun için çaba gösterirler. Doğru olan bu işi çok yapan, sadece bu işe zaman ayıran, hizmet kalitesini belgelemiş kurumların seçilmesidir.

Amerika’da tüp bebek uygulaması yapan doktorlar gebelik takip etmemektedirler. Tüp bebek yapmak zaten zaman alıcı ve hastaya zaman ayırmayı gerektiren bir iştir.

Çocuğu olmayan bir çifte gebelik kontrolüne gelmiş bir çift kadar zaman ayırmak yanlıştır. Dolayısıyla çiftlerin kendilerine gerekli hassasiyeti gösterecek, tüp bebek konusunda başarısını ispatlamış doğru merkezi araştırıp seçmesi önemlidir.
Yazının Devamını Oku

Buraya kadarmış

30 Mart 2007
Buraya kadarmış. Bitti işte. Gözlerim buğulu, içim bir fena. Terk edildim ben. Anladım bu hafta sonu. Buraya kadarmış annelik serüvenim. Mayıs ayının 27’nci günü 5 yılı bitireceğiz anne-çocuk ilişkimizde. Ondan önceki 9 aylık süreyi de sayarsanız, 5 yıl 9 ay sürdü diyebiliriz. Ama buraya kadarmış. Ben artık bekar, çalışan bir kadınım sanırım. Öyleyim cidden. Anladım geçen hafta sonu!

Neden mi? Oğlum çok erken büyüde de ondan. Yaşından beklenmeyecek şeyler yapıyor da ondan. Ve ben her geçen gün daha da yalnız kalıyorum da ondan.

Bakın şimdi...

Daha cuma akşamı gelmeden, çarşamba veya perşembe gününden başlıyor bizimkinin hafta sonu planı. Düşünüyor, bana haber veriyor: "Cuma akşamı şunu yapacağım..." "İyi de beraber film falan izlesek, geç yatsak" diyorum, cevap veriyor: "Hayır anne zaten öbür günler beraberiz, ben cuma akşamı Cansu ablama, Nuran ablama veya ona buna gidicem..."

Tamam demekten başka seçeneğim yok. Çünkü beni dinlemiyor. Cuma günü okula gitmeden önce hazırlanıyor. Kapının tam yanına eşyalarını bırakıyor; DVD filmler, kitaplar, oyuncaklar, kucağına koyup film izlediği taşınabilir bir minik televizyon, Spider Man’li külotlar, atletler, çoraplar, pijamalar vb. ıvır zıvırlarla depolanmış çantalar.

Muhtemelen ben daha eve gitmeden o hafta planı neyse ve kiminleyse gelip alıyorlar oğlumu ve başlıyor mu cuma akşamından yalnız günler bana... Telefon açıyor çıkarken "Özlersen beni fotoğraflarıma bak" diyor.

Gece arıyor "İyiyim ben, uyuycam" diyor. Eğer ben ararsam "Anneee neden sürekli beni arıyorsun, iyiyim diyorum. Parlak bana cacık yaptı, arama beni, fotoğraflarıma bak" diyor.

Bu hafta sonu öyle sözler duydum ki benimkinden "Tamam bitti bu iş" dedim. Buraya kadarmış senin annelik serüvenin kızım. Git bir yol bul ve her beş yılda bir, bir tane doğur ki oyalanacak yeni bir şeyin olsun! Kendi programını kendi yapan...

Yemeğini kendi yiyen...

"Uykum geldi, git başımdan" diyen...

"Anneeee soru sorma bana, açsam yerim işte" diyen...

Evde kendi kendine vakit geçiren... Aynı evde ayrı ortamlarda takıldığımız, tamamen özgür ve ne istediğini bilen...

Sabahın 06.00’sında uyanıp "Erkekler sabah yıkanır, ben duş alıcam" diyen...

Okul çantasını kendi hazırlayan...

"Yorgunum ben biraz dinlenicem, başka seçeneğim yok anne şu an, hadi gel yanıma uzan" falan diyen...

"Leyla abla annem sinirli modunda" diyerek beni Power Rangers topluluğundan sanan...

Pink Martini dinleyen!

Sabaha karşı saat 05.00 veya 05.15 arasında pıtır pıtır ayak sesleri ile gözleri kapalı şekilde benim yatağıma gelip 06.30’a kadar bana sarılarak, koklayarak uyuyan, sonra da "Anneeee yine mi beni yanına taşıdın?" diye bana kızan, sadece o bir saatte çocuk olan bir oğlum var artık benim.

Ben mi?

Çoğu zaman kendini anne değil arkadaş gibi hisseden bir kadın oldum. Genç, işi gücü çok, rahat ve relaks...

Spor yapan, dinlenen, uyuyan, gezen falan.

Sadece beş yılda bitti annelik serüvenim galiba. Bu kadar çabuk çocuk büyür mü diye üzülüyor, kendimi terk edilmiş gibi hissediyorum şimdiden. Bebek istiyorum, çocuk istiyorum. Oğlum çocuk gibi değil benim artık. Yas tutuyorum.

Ne çabuk büyüdü diye de şu an sitem ediyorum...

Herkese bol gezili hafta sonları diliyorum...

Bu kitap anne ve babalar

için


İnci Aral, "Geleceksizlik" üzerine kurduğu romanında üç kişinin kesişen yollarını anlatıyor. 2000’li yılların başında, yaşanmakta olan toplumsal, ekonomik ve kültürel çalkantılardan etkilenen bu insanlar, savruluşlarını ve belirsizleşmiş geleceği sorguluyor. Bir yanda bol para, renkli hayatlar, öte yanda çürüyen değerler, tatminsizlik, sömürü düzeni. Türkiye’nin bu zamanlarına dair, kolay unutulmayacak bir roman...

Merkez Kitaplar

Tel: (0212) 237 45 02


Mihrabad piknik yeri

Kanlıca’nın hemen üstünde yıllardır var olan Mihrabad piknik yeri, İstanbul Boğazı’na hakim bir tepede... Muhteşem bir Boğaz manzarası eşliğinde piknik yapmak istiyorsanız, Mihrabad piknik yeri tam size göre.

Nasıl gidilir: Mihrabad piknik alanına Kanlıca tarafından sahil üzerinden ulaşılabileceği gibi, TEM bağlantı yolu Kavacık-Tekke tarafından da ulaşılabilir. Atlayın, Nissan Note ile hem yolun hem de pikniğin keyfini çıkarın.

Cinderella

Zamanda

Büyülü

Yolculuk


Ya camdan pabuç uymasaydı? Tüm zamanların en sevilen masalı, yeni filmi "Cinderella: Zamanda Büyülü Yolculuk" ile devam ediyor; ancak bu kez olayların akışında küçük bir değişiklikle... Cinderella’nın üvey annesi, Peri Anne’nin sihirli değneğini ele geçirip, zamanı geri döndürmek için kullanır. Cinderella şimdi prensini bulup büyüyü bozmak zorundadır. Bakalım bu kez masal mutlu sonla bitecek mi? Tiglon Tel: (0212) 290 37 37

Anadolu yakası, Acarkent Cici’de Baby Symphony ile buluşuyor

Baby Symphony Acarkent Coliseum’un içindeki Cici çocuk odasında programlarına başlıyor. Ayça Keleşoğlu ve Funda Acar’ın beraber yaptığı bir çalışma olan Cici & Baby Symphony Workshop, hem Acarkent’e yeni bir soluk getiriyor hem de Baby Symphony’nin Anadolu yakasındaki çocuklara ulaşmasını hedefliyor. Siz de bebeğinizle beraber bu keyifli çalışmaya katılın.

Seramik atölyesi

Küçük sanatçılar iş başında! Çamurla tanışan çocuklar, ona şekil verip ilk objelerini yaratacak. İster seramik, ister mozaik, ister kolaj ya da hepsi birden... Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nden mezun Ayşe Deniz Yeğin, minik elleri toprakla buluşturuyor, seramik sanatını miniklere öğretiyor. Çocuklarımız yaratıcılıklarını geliştirdikleri bu atölyede her hafta yeni bir teknikle tanışacaklar.

Mini Club Oyun Atölyesi

Tel: (0212) 219 82 54


Robinson Ailesi

Lewis kendisine bir aile bulma özlemiyle yanıp tutuşan yetim bir çocuktur. Aniden hayatına giren Wilbur Robinson adlı yabancı onu her şeyin mümkün olduğu bir dünyaya, geleceğe götürecektir. Oraya gittiğinde inanılmaz karakterler ve bir aileyle karşılaşır. Yeni tanıştığı Robinson ailesi, onun yürek burkan sonuçlara yol açacak büyüleyici ve eğlenceli bir maceraya çıkmasına yardımcı olacaktır. Haydi bakalım, atlayın arabanıza ve bu keyifli filmi izlemeye ailece gidin. İyi seyirler...

Yönetmen: Stephen J. Anderson

Seslendirenler: Steve Zahn, Tom Selleck, Laurie Metcalf, Kelly Ripa


İlk Okuma Çöp ve Geri Dönüşüm

Attığınız şeylere ne olduğunu hiç merak ettiniz mi? Bu kitapta çöp hakkında yeni şeyler öğrenecek ve çöpler gömülmeye, yakılmaya veya yepyeni bir şeye dönüşmeye giderken siz de onun yolculuğunu izleyeceksiniz. Çocuğunuz için TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları içerisinde pek çok konu hakkında bilgi edineceği başka kitaplar da bulabilirsiniz.

Yazan: Stephanie Turnbull

Çeviri: Barış Bıçakçı

Tel: (0312) 468 53 00


Türk edebiyatının unutulmaya yüz tutmuş türlerinden olan ninniler, Akustik Yapım etiketiyle yayınlanan "Ninni" albümünün modern yaklaşımıyla yeniden hayat buluyor. Albüm, bebeklerin sakinleşmesi ve uyuyabilmesi için anne şefkatiyle söylenmiş ninnilerden oluşuyor. Ninnilere anne şefkati katan Aslıhan Erkişi, dingin sesi ve hoş yorumuyla albümün solistliğini üstlenmiş. Bu güzel albüm, uyku sorunu yaşayan anne-babalara da bebekleriyle beraber mışıl mışıl bir uyku vaat ediyor. Aman dikkat! Araba kullanırken dinleyip uykunun tatlı büyüsüne kapılmayın çocuğunuzla beraber...
Yazının Devamını Oku

Annelik ile iş hayatı arasında kalınca

27 Mart 2007
Birbirinden farklı gibi görünse de aslında birbiriyle ilintili iki konuda karar vermeniz gerektiğinde, sizden önceliklerinizi listelemeniz istenir. Ne var ki, bu yöntem her zaman işe yaramaz. Hele verilmesi gereken karar kadının doğasına özgüyse. Son zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de çalışan kadınların yüzde 62’sinin mutsuz olduğu ve geleceğe güvenle bakmadığı ortaya çıktı. Bu araştırmanın aynı zamanda anne olan kadınlar arasında yapıldığı düşünülürse, sonuçların gerçeği yansıttığı düşünülebilir.

Çalışan birçok kadın sosyal, mesleki, maddi nedenlerle bebeği doğduktan sonra çalışma hayatına devam etmekle ara vermek arasında çelişkiye düşüyor. Üstelik kendisine sunulan yasal izinlerin de ötesinde daha uzun sürecek bir izne ihtiyaç duyuyorsa, konu iyiden iyiye bir açmaza sürüklenebiliyor. Yasal izni dışında bebeğiyle birlikte evinde kalma fırsatı elde edemeyen pek çok kadın, ya derin bir vicdan azabıyla işine geri dönüyor ya da anneliğin hiçbir duygudan daha üstün olamayacağı düşüncesiyle işinden ayrılmak durumunda kalıyor. Bazıları annenin bir işte çalışıp çocuğuna bakım koşulları sağlamasını yararlı bulurken, bir grup hem anne hem de babanın çalıştığı koşullarda çocuğun zarar göreceğini, bu nedenle ebeveynden birinin en azından çocuk üç yaşına gelene kadar hiç değilse yarım gün evde kalması gerektiğini hararetle savunuyorlar.

Kadının rolü değişiyor mu

Geleneksel aile yapısı içinde erkeğe verilen rol; evin ve ailenin korunması, kuralların, sınırların belirlenmesi ve ailenin geçiminin sağlanması gibi temel ilkelere dayanıyordu. Kadınlarsa çocuğun bakımı, beslenmesi, ev içi düzenin sağlanması gibi konularda söz sahibiydi. Ancak yaşadığımız çağın gereği olarak kadınların iş hayatına eskiye oranla daha hızlı girmesi, kariyer basamaklarını daha hızlı çıkma çabası ve artık kadının da eve para getiriyor olması, söz konusu rol değişimini beraberinde getiriyor. Artık çocuk sahibi olmakla yetinmeyip sosyal hayatta da erkeklerle aynı kulvarda yarışmayı tercih eden kadınlar, bir anlamda aile yapısının değişmesine de neden oluyor.

Anne, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile içinde kadınlar, ekonomik sorumlulukları erkeklerle eşit biçimde paylaşmak zorunda kalıyor. Doğal olarak bu durum, çocuğun bakımı ve gelişimiyle ilgili sorumlulukların da anne ve baba arasında eşit biçimde paylaşılması zorunluluğunu beraberinde getiriyor. İş hayatına girmekle başlayan rol değişimi kadınların kariyerlerinden vazgeçmek istememelerini de beraberinde getiriyor. Babanın kariyerinden vazgeçerek çocuğun bakımını üstlenmesi durumunda annenin de işi en az baba kadar zorlaşıyor. Kariyerini tercih eden anne, bir yandan ailenin tüm ekonomik sorumluluğunu sırtlanırken öte yandan içindeki ona sürekli "Şu an bebeğinin yanında olmalıydın, onun sana ihtiyacı var" diyen annelik içgüdüleriyle ve vicdan azabıyla da baş etmek zorunda kalıyor. Elbette tüm bu duygusal iç hesaplaşmalar kadının kişiliğiyle ilgili olarak boyut kazanıyor. Yani bebeğinin söylediği ilk sözcüğün "anne" değil de "baba" olmasını ya da gece uykusundan uyanan bebeğin "baba" diye ağlamasını kendine "dert" etmeyen anneler gönül rahatlığıyla işlerine konsantre olabiliyor.

Pi-Si-Ko-Pat!

Dan dan dan... Emre’yi hazırlıyoruz Leyla ile birlikte. Sabahın çok erken saatleri. Hani karganın kendinden çıkan şeylerle uğraştığı, yemeli mi yememeli mi diye düşündüğü saatlerdeyiz. Acelemiz de var. Emre "Odamdan bir şey alacağım" diyor. Derdi ses değiştiren oyuncağı. Üflüyorsun sesin uzaylı gibi veya astronot gibi çıkıyor. Şahane bir şey, ben de oynuyorum. Leyla "Ama ayakkabılarını giydin" diyor. Derdi merdivenler ve Emre’nin odası pislenmesin. Bizim evde ayakkabı ile gezmek yasak. Ben "İçtin mi vitaminini?" diyorum. Derdim belli. Anneler anlar beni. Böyle bir uçuş anındayız. Herkes kendi tuttuğuna asılıyor.

Benim maymun merdivenlerden yukarı çıkmaya başlıyor. O arada şöyle bir dönüyor. Slow motion duruma geçiyoruz. Biz aşağıdayız. Avuçlarının içini bize doğru açıyor. Kollarını sallıyor, iki yana açıyor ve ağzından şunu döküyor: "Psikopat mısınız siz?" O an benim bittiğim andır durumuna geçiyoruz biz Leyla ile birlikte. Şimdi ne denir dört yaşında böyle laf eden bir herife? Anne olsam o anda: "Bana bak. Bu ne biçim kelime doğru konuş lütfen. Hem kimden öğrendin bunu sen?" diyerek çıkışmak lazım.

Arkadaş olsam o anda: "Hihhoooohoooo afferim dostum. Çak bakalım!" demem ve çakmam lazım! Bakıcı olsam: "Emrecim böyle şeyler söylemek ayıp. Annen ne kadar üzüldü şu an" falan gibi yapmacıktan sallamam lazım. Ama değilim işte. O devleşti merdivenlerde. Biz fare kaldık yerde. Kös kös bakakaldık ev arkadaşım Leyla ile birbirimize. 20 saniye falan tahminen kaldık. Öylece. Leyla gülsün mü ağlasın mı bilemedi. Eee ben evdeyim ve otoriteyim ya, kız tepki veremedi. Ama yanağını ısırıyor.

Bu 20 saniye içinde Emre gülerek tekrarlıyor: "Bir şey sordum anne. Cevap versene. Psikopat mısın sen? Leyla Abla da psikopat mı? Niye susuyorsun anne? Anneler psikopat mı olur? Soru sordum anne dört kere mi söyleyeceğim?" Diyemiyorum ki; "Anana kal geldi evladım. Dur. Bekle. Düşünme hakkımı kullanıyorum. Büyümenden kıllanıyorum. Başıma -gelecek yıllarda neler gelecek- diye düşünüp ağlamak istiyorum." Ve kendiliğinden şu şekli alıyorum: Önce hiyoyyooohihhoooo şeklinde böğürerek gülüyorum. "Aferin be oğlum o zor kelimeyi nasıl güzel söyledin bir daha söyle yavaş yavaş gurur duyayım seninle" diyorum.

Soğuk füzyonu keşfeden Emre Berent edasında tekrarlıyor. Sanki karşısında Kenan Işık var ve büyük soruyu bilip kazanmış. Zaferin keyfini çıkarıyor: "Pi-Si-Ko-Pat". "Bir daha" diyorum. Söylüyor: "Pi-Si-Ko-Pat". "Aferin" diyorum. "Gurur duyuyorum demedin ama" diyor. "Gurur duyuyorum seninle" diyorum. Ve ekliyorum. "Ne demek bu zor kelime?" "Güzel bir şey." "Anlamı ne peki?" "Değişik bir şey bilmiyorum." "Hımmm acaba ne demek? Kim söyledi sana peki?" "Can söylemişti. Ama eski okulumdaki." "Çok merak ettim iyi bir şey mi? Bugün sözlüğe bakalım Leyla. Ama bence iyi bir şey değil. İstersen bir kez daha kullanma. Akşam konuşuruz. Anlamını öğrenelim karar veririz." "Yok yok iyi bir şey merak etme sen anne." diyor. Beni rahatlatıyor. "Tamam o zaman." diyorum. Pes ediyorum. Zaten bu dünyada sadece iki kişi karşısında bende ego falan kalmıyor.

Kulaklarım çınlıyor. "Pi-Si-Ko-Pat", "Pi-Si-Ko-Pat", "Pi-Si-Ko-Pat" diye tekrarlayarak odaya gidip oyuncağı alıp geliyor. Ve öylece okula gidiyor. "You’ve Got Mail" filminde Tom Hanks’in yanında FOX kelimesini "Ef-Oooo-Eks" şeklinde sürekli heceleyen çocuk geliyor aklıma. "Haaaa haaaa sen çok sevmiştin beni izlediğinde. Çok özenmiştin al sana al sana" diyor. "Haklısın" diyorum. "İyi ki hatırlattın kendini, aferin sana da.."

Şu anda durum: O akşam bu konuyu konuşmadık. Ve Emre Berent bir kez daha söylemedi. Çünkü anlamını tam bilmese de kötü bir şey olduğunu tahmin ediyor. O anda kurnazca ilgiyi başka yöne çekmeye çalıştı ve başardı. Benim korkum bir kez daha söylemesi değil, bilip dile getirmedikleri. İçinde gizledikleri... Biriktirdikleri... Pınar ben, anne olan bütün anneler gibi Pi-si-ko-pat olan.

Bebeğinizin İlk Yılında Sizi Neler Bekler kitabı soruyor

* Öncelikleriniz neler?

- Hayatınızda neyin sizin için en önemli olduğunu anlamaya çalışın. Bir káğıda önceliklerinizi sıralayın. Bunlar bebeğiniz, aileniz, mesleğiniz, maddi güvence, hayatın lüksleri, tatiller, ders çalışma gibi maddeleri içerebilir ve kapı komşunuzunkinden ya da yan masadaki çalışma arkadaşınızınkinden tamamen farklı olabilir. Önceliklerinizi belirledikten sonra bunların en önemlilerini gerçekleştirmek için çalışmanızın mı yoksa evde kalmanızın mı daha uygun olduğunu kararlaştırın.

* Hangi tam zamanlı rol size daha uygun?

- Evde bebekle kalmanızın sizin için en iyisi olduğundan emin misiniz? Yoksa evde oturmak sizi sabırsız ve gergin mi yapıyor? İşe gittiğinizde bebeğinizle ilgili kaygılarınızı bir yana bırakabilecek misiniz?

* Ne kadar enerjiniz var?

- Gerek duygusal gerekse fiziksel olarak yüksek bir enerjiye sahip olmalısınız. Sabahları bebekle birlikte kalkıp, ardından işe hazırlanıp, bütün gün işte çalıştıktan sonra bebeğinizin, evinizin ve eşinizin ihtiyaçlarını karşılayabilesiniz.

* İşiniz ve bebeğiniz ne kadar stresli?

- Eğer işiniz stressizse ve bebeğiniz de şeker gibiyse ikisini birden idare etmek kolay olabilir. Eğer işinizde baskı yaşıyorsanız ve bebeğiniz de stresliyse her gün ve her gece her ikisiyle birden baş etmeyi imkánsız bulabilirsiniz.

* Maddi durumunuz nasıl?

- Çalışmamanız ailenizin ekonomik yükünü çok artıracak mı yoksa sadece hoşlandığınız ekstra harcamaları kesmeniz yeterli mi olacak? Eğer işe geri dönerseniz işle ilgili masraflar bütçenizde ne büyüklükte bir delik açacak?

* İşiniz ne kadar esnek?

- Eğer bebeğiniz veya bebek bakıcınız hastalanırsa işten izin alabilecek misiniz? Evde acil bir durum olduğunda geç gelip erken ayrılabilecek misiniz? İşiniz saatler boyu, hafta sonları çalışmayı ve/veya seyahati gerektiriyor mu? Bebeğinizden uzun süre ayrı zaman geçirme konusunda istekli misiniz?

* İşe geri dönmeniz kariyerinizi nasıl etkileyecek?

- Bir kariyeri beklemeye almak bazen işe geri döndüğünüzde geride kalmanıza neden olabilir. Bunun size de olacağını düşünüyorsanız (gerçi pek çok kadın işlerine döndüklerinde bu korkularının gerçekleşmemiş olduğunu görürler) böyle bir ödün vermeye hazır mısınız? Tam gün çalışmaya geri dönmeden evde olduğunuz yıllar içinde profesyonel olarak işinizi sürdürme imkánınız var mı?

* İşe ne zaman başlamalı?

- Önceden kestirilebilen mükemmel bir zaman bulunmamaktadır ve kimse size "Tamam artık işine dönebilirsin." demeyecektir. İlk yıl içinde işe dönmeye karar verirseniz evrak çantanızı ve yemek poşetinizi alıp çıkacağınız zamanın ne zaman geleceği işinizin türüne, ne kadar doğum izni kullandığınıza ve kısmen de sizin ve bebeğinizin hazır olmasına bağlıdır.

Seçme şansınız varsa uzmanlar bebeğinizle birbirinize "bağlanana" veya "yaklaşana" ve kendinizi bir anne olarak yeterli hissedene kadar beklemenizi önermektedirler. Bağlanma üç ay da sürebilir beş-altı ay da. Ne yazık ki zor bebeklere sahip olan anneler sanki başka birisi bebekleriyle daha iyi bir iş yapabilecekmiş gibi aceleyle işlerine dönerler. Bağlanma yarım kaldığı için bu kadınların bir kısmı hiçbir zaman anne olarak kendilerini yeterli hissetmezler bu da anne-çocuk ilişkisi açısından çok zararlıdır.

Yurt çapında doğum izinlerinin sürelerinin artırılması ve iş garantisi gündeme gelmektedir. Ülke olarak dünyanın pek çok ülkesine kıyasla geri kaldığımız söylenebilir. 100’den fazla ülkede doğum izni garanti edilmişken ABD’de çalışan kadınların ancak yüzde 40’a yakını herhangi bir doğum izni kullanabilmekte ve toplam altı hafta olan bu izin ücretsiz olmaktadır. İtalyanlar beş aya kadar izin kullanıp maşlarının yüzde 80’ini alabilmektedirler. Biz de en az bu kadar iyi şartlara, hatta daha iyisine sahip olmalıyız.
Yazının Devamını Oku

Kendimle savaşıyorum

23 Mart 2007
Ne ekersen, onu biçersin derler ya. Doğruymuş. Oğlumun her geçen gün ne hale geldiğini gördükçe gelecekten korkar oldum. İnanın korkuyorum. Neden mi? Tamamen ben gibi oldu da ondan. Çünkü kendimle savaşıyor, kendi kendime inatlaşıyorum kavga ettiğimiz zamanlarda. Veya kendi kendime eğleniyor, geziyor, tozuyor gibiyim ruh halimiz yerinde ve sakinken ikimiz de. "Peki bunun nesi kötü" dediğinizi duyar gibiyim? Ana-oğul krizi yaşarken, çıkmaz zamanlarda, ben kendimle savaşıyorum da ondan.

HAYIR diyorsak, çok zor orta yol buluyoruz. O kadar kararlı ve ne istediğini bilen tavırda ki, hep çözüm üreten ve yol bulan ben oluyorum.

İkimiz de özgürlük delisiyiz. "Kararı veren kendimiz olmalıyız, bu hayat bizim" çığlıkları atarak evde bağrışan iki çiçek çocuk gibiyiz. Çoğunlukla zamanlarımız huzurlu, oyun dolu ve eğlenceli, çünkü şahane bir ikiliyiz; ama ya köprüde karşılaşan iki inatçı keçi durumuna girdiysek? İşte o zaman yandık. Daha doğrusu ben yandım, ona bir şey olduğu yok...

Merdivende "Önde ben çıkacağım" diyorsa, benim elimde 100 kg. ağırlık olsa bile arkada kalmalı ve onun çıkmasını beklemeliyim. "Gazeteyi ilk karıştıran ben olmalıyım" takıntısı sahibi bir kadınım ben, aslında "dım" demek daha doğru, son altı aya kadar böyleydim. Leyla kapıdan aldığı anda "Sinemalarrrrrr" diye bağırarak tüm gazetelere saldıran ve sayfaların üstünde oturarak arayan, okuyan, bana soru soran biri oldu adamım. İçim gidiyor buruşurken sayfalar ama olsun. Benim maymunum kendi halinde gazete okuyor. Ve varsa yeni bir şey o bulacak ilk, ben değil. O gösterecek, başkası değil. Gerisi umurunda değil, işte o kadar ben gibi.

Düşünce şu: "Eğer istiyorsam yerim, sen dediğin için değil... Eğer istersem yaparım, başkası istediği için değil". İşte ben ve işte oğlum. Tamamen kendi kendime karar veririm, bir şeyi sadece istersem yaparım. Tüm bunlar ve benim çocukluğum, hatta şu anım.

Halit Ergenç’in İstanbul Life ile konuşurken kendini anlatmasını okurken gözlerime inanamadım. Bir yanlışlık var bu işte dedim. Çünkü beni anlatıyor. O kadar ki, kendini anlatmadığından eminim diyebilirim. Şöyle diyor: "Eğer ben bir şeyi yapmak istersem yaparım. Bir başkası söylerse ne yapacağımı, doğru bile olsa yapmayabilirim. Acayip bir şey işte. Bir anda savunma kalkanlarım çalışmaya başlar ve mantıklı bile olsa bana söyledikleri şeyi otomatik olarak reddederim. Uzun süre sonra, o da kendi kendime inanırsam ’tamam’ diyorum. İşte bu yüzden çok yakınlarım bana yapmamı istedikleri şeyleri nasıl yaptıracaklarını çok iyi bilir, asla direkt söylemezler. Yöntemi vardır bunun, çaktırmadan yapmaları gerekir."

İşte böyleyim ben ve tamamen aynım oldu oğlum. 40 kere söylersen oluyormuş gerçekten. Aldım mı başıma özgür, özgüveni yerinde, ne istediğini bilen ve dimdik bir çocuk! Tıpkı benim gibi inatçı, benden daha da hırslı. "İstersem yaparım, karar verirsem yaparım, inanırsam yaparım, güvenirsem yaparım, sen söylersen asla yapmam, içim gitse bile durabilirim, kendimi tutabilirim, ama sana kim olduğumu gösteririm" diyor bana.

Sanki ayaklarımın altına bir metre boyunda bir ayna koymuşlar ve ben İzmir Fuar Lunaparkı’nda gibi kendime bakıyorum şekil değiştiren aynada. Biraz küçülmüşüm, saçlarım kısa ve tombik halim var karşımda. Ve ben kendimle savaşıyorum adeta...

İyi hafta sonları

Pınar ben

Anne Savaşçı

Boğaziçi Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı

1991 yılında kurulan, 200 bin m2 içerisinde 3 bin hayvanın yaşadığı Boğaziçi Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı’nda 300 çeşit hayvan ve 500 çeşit botanik bitki bulunduğunu biliyor muydunuz? Hem açık hem kapalı self servis kafeteryalarda, havuz kenarlarında kuşlar ve bitkiler arasında oturabilir, pet shop’lar ve hediyelik eşya mağazalarından dilediğiniz ürünü satın alabilir, sevdiğiniz resimlerle hatıra tişörtler bastırabilirsiniz. Çocuk parkında yaratılan oyun cennetinde şişme kaleler, kaydıraklar, çarpışan otolar, sihirli aynalar ve daha pek çok çeşitte her yaşa hitap eden oyuncak ve salıncaklarda çocuklarınız unutulmaz bir gün yaşayacak.

Tuzla yolu Caddesi No: 15 Darıca-Gebze

Tel: (0262) 653 66 66


Alis Harikalar

Diyarında


Güneşin ışıldadığı bir günde bir ağacın altında rüyaya daldınız. Karşınıza ilk kim çıksın isterdiniz? Sizi bilemeyiz ama Alis’in karşısına bir tavşan çıktı. Alis, tavşanın deliğinden aşağı süzüldüğünde, o güne dek hiç bilmediği, görmediği bir diyarda buldu kendini. En güzeli de bu diyarı Alis rüyasında yaratmıştı. Size bir tavsiye; gelirken kol saatlerinizi durdurun, zamanın ne önemi var ki?

Uyuyan Bebek

Bebekler artık uyuyan bebek albümü ile uyumayı çok seviyor. Bebeklerin daha çabuk uykuya dalarak, uzun ve kesintisiz uyumasını ve uykusundan da dinlenerek uyanmasını sağlayan "Uyuyan Bebek", bebeklerin anne karnındaki huzurunu dış dünyaya taşıdı. İdeal nabız ritminde gerçek kalp sesi ve dinlendirici müziğin kaynaştığı bu albümü bebekler çok sevecek. Eğer siz de arabada seyahat ederken bebeğinizin huzurlu bir yolculuk geçirmesini istiyorsanız, mutlaka bu CD’yi edinin. Bilimsel veriler doğrultusunda hazırlanan ve kesintisiz 55 dakika devam eden "Uyuyan Bebek" albümünü tüm müzik marketlerde ve seçkin bebek mağazalarında bulabilirsiniz.

Ninja Kaplumbağalar

Usta Splinter, Ninja Kaplumbağalar’dan birini, eğitim alması için ülke dışına gönderir. Kalanlardan biri, gizlice şehirdeki kötülüklerle savaşmaya başlar. Bunun nedeni giden kaplumbağanın yerine geçmek istemesidir. Eğitimdekinin geri dönmesiyle, güçlerini birleştirirler ve önemli olanın takım halinde çalışmak olduğunu fark ederler. Öyleyse bu hafta sonu atlayın arabaya ve çocuğunuzu bu keyifli filmi izlemeye götürün.

Yönetmen: Kevin Munroe

Seslendirenler: Dave Fouquette,

Tony Gordy, Ray Romano, Sara Rue


Zirve Dağcılık Kulübü ile hafta sonu yürüyüşleri

25 Mart Pazar günü, Katırlı (Kurban) Dağı’nda doğa yürüyüşü yapmaya ne dersiniz? Zirve Dağcılık Kulübü’nün İstanbul ve çevresinde yaşayanlar için düzenlediği keyifli doğa yürüyüşü, pazar gününü verimli geçirmek adına doğru bir alternatif. Yürüyüş, Bursa’nın Orhangazi ilçesi ile İznik arasında Gürle Köyü’nde yer alan Katırlı Dağı’nda (1283 m) yapılacak. Zirveye ulaşmak için yaklaşık 1200 metre yürümek gerekecek. Etkinlik boyunca orman içi patika ve orman yollarını kullanarak zeytinlikler, ıhlamur, kavak ve kestane ağaçlarının arasından yürüyecek olan ekibi, sonunda Katırlı Dağı’nın zirvesi İznik gölünden Uludağ’a, İzmit Körfezi’nden Sapanca’ya çok geniş bir panorama bekliyor.

Genel Merkez: Kıbrıs Şehitleri Cad. 1452 Sok. No: 2/2 Alsancak

Tel: (0232) 464 09 53


Sihirbazlık dersi

Sihrin gizemli dünyası kimi çekmez ki? Merakla izlediğimiz sihirbazların numaralarını artık çocuklarınız da yaparsa şaşırmayın. Çocuklarınız sihri sihirbazdan öğrenebilir. Onlar Kids Stop’da, siz veliler ise arabalarla sahile inip arkadaşlarınızla kahve molası vererek, alışverişin keyfini çıkarabilirsiniz.

Elmo’nun dünyası; yiyecekler, su ve spor!

Susam Sokağı’nın sevimli ve kırmızı canavarı Elmo; yiyecekler, su ve sporun önemini keşfediyor! Bir elmayla konuşuyor, gizemli derinliklere dalıyor ve "Tavşan Hop" egzersizleriyle formda kalıyor. Çocuğunuz Elmo ile beraber dünyanın değişik köşelerinden yiyecekleri tanıyor, denizleri araştırıyor ve spor yaparak nasıl sağlıklı ve güçlü olacağını öğreniyor! Ayrıca sevimli süs balığı Dorothy, komik Bay Saftirik ve neşeli şarkılar her yaştan izleyiciye mutluluk veriyor. Bu keyifli yolculuğa siz de çocuğunuzla beraber katılın.

A.E. Film Saga Collection Tel: (0212) 324 9292
Yazının Devamını Oku

Okul öncesi eğitimi ihmal etmeyin

20 Mart 2007
Erken çocukluk adı verilen 0-6 yaş arası dönem, çocuğun en hızlı geliştiği, büyüdüğü ve çevresiyle etkileşimden en çok etkilendiği dönemdir. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler beynin gelişimi için belirleyicidir. Çocuğun bu dönemde yeterli beslenmesi ve gelişimini destekleyen bir ortamda bulunması gerekmektedir. * Neden önemlidir?

Araştırmalar, okul öncesi eğitimin çocuğun gelişimine ve okula hazır olmasına, daha çok sayıdaki çocuğun okulu tamamlamasına ve eğitimde başarılı olmasına iyi bir zemin hazırladığını ortaya koyuyor. Bu tür programların, çocuğun belirli becerilerini geliştirdiğini, dolayısıyla çocukların okula uyumunu sağladığını da kanıtlamış durumda.

* İşte o dönem

Çocuk için okula başlamak, ister okul öncesi ister ilkokul olsun, bir sürü yeni deneyim elde edeceği anlamı taşıyor. Bu ilk adım öğrenme, zihinsel, sosyal yönlerin yanı sıra duygusal açıdan da yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelir. Bu dönemde birçok alanda temeller atıldığı için, burada alınacak bilinçli kararlar, çocuğun öğrenim yaşantısı ve diğer pek çok alanlardaki yazgısını belirleyeceğinden oldukça önemli. Bu nedenle çocuğumuzun gideceği okul öncesi eğitim kurumunu seçmek anne-baba için oldukça ciddi bir konu.

* Nasıl karar vereceğiz

Bu karara varmamızda etkin olacak iki ayrı boyut var. Bunlardan biri çocuk, diğeri aile boyutu. Yani seçilecek okulun çocuk ve ailenin beklentilerine uygunluğunu düşünülmesi lazım. Burada çocuk boyutu ile kastedilen, çocuğun gideceği okulu seçmesi anlamını taşımıyor. Bu yaştaki çocuk böyle önemli bir kararı alabilecek sosyal ve zihinsel olgunlukta olmadığı için böyle bir sorumluluk çocuğa yüklenmemeli. Elbette çocukların fikirleri de alınabilir, ancak son kararın ailenin olduğunun unutulmaması gerekir.

* Okulun özellikleri

Okulun yapısının, eğitim felsefesinin çocuğun özelliklerine ve ihtiyaçlarına yanıt verip veremeyeceğinin belirlenmesi gerekir. Çocuğun gelişim özelliklerinin bilinmesi önemli konudur. Her çocuk kendi gelişim özellikleriyle değerlendirilmeli, diğer çocuklarla kıyaslama yapılmamalıdır. Aynı yaş gruplarında çocuklar benzer özellikler gösterebilir. Ancak çocuklar arasındaki bireysel farklılıklar mutlaka dikkate alınmalıdır. Çocuğu tanımak, onu doğru yönlendirmek, yolunda gitmeyen durumlar ile ilgili erken önlem almak, özel ilgi ve yeteneklerin keşfedilmesi ve değişen çocuk davranışları karşısında değişiklikler yapmak açısından önemlidir. Bundan sonra çevremizdeki okullar ile ilgili bilgilenmek gereklidir. Aile bu konu ile ilgili net bilgiler içeren detaylı bir araştırma yapmalıdır. Bu bilgiler daha sonra okulun, aile ve çocuğun beklentilerinin ne kadarını karşılayacağı ile ilgili ışık tutacaktır.

w Akıllı Bebek Akademisi

Hamileyken zaman geçmez, günleri, haftaları sayarsınız... Durum anne olunca da değişmez. Hem yeni anneliğe alışır, hem de yine başlarsınız saymaya; 4 haftalık oldu, 3 aylık oldu, 9 ay 21 günlük oldu...

Bebekler doğdukları andan itibaren de her ev bir "Akıllı Bebek Akademisi"ne döner. Daha emzirirken eğitimiyle ilgili hayaller kurmaya başlarız. Göbek bağları düştükleri anda dünyanın en iyi üniversitelerinin bahçelerine gömüyoruz. Oğlunun göbek bağını dört parçaya bölüp, bir parçasını Robert Kolej, bir parçasını Boğaziçi Üniversitesi, bir parçasını Boston ve son parçayı ise Harvard Üniversitesi bahçelerine atmış bir anne yazıyor bu satırları. Haydi ilk atışı tutturdum diyelim ama ya devamı...

Maalesef, çocuklarımızın eğitim hayatlarıyla ilgili kararları, biz anneler ve babalar vermek zorundayız başlangıçta. Nasıl sorabiliriz ki çocuklarımıza? Diyelim iki yaşında bir bebeğimiz var ve heyecanla anaokulu arıyoruz. İlk arayışta neye bakarız? Eğitim sistemi ne, öğretmenler kim, yabancı dil nasıl öğretiliyor gibi o anda aslında gereksiz binlerce soruyu bebeklerimiz gerçekten bebekten üretiyoruz.

Diyeceğim odur ki; bizim önce kendimizi eğitmemiz lazım. Tabii ki çok önemli bir başlangıç anaokulu seçimi. Bebeklerimizin hayatındaki belki de en önemli ilk kilometre taşı. İşte bu sebeple kreş, yuva, anaokulu seçimleri gündeme gelirken yavaş yavaş, 5 yıllık tecrübeli bir anne olarak öncelikle sakin olmanızı öneriyorum sizlere.

Sakin olun ki, her türlü alternatifi gözden geçirin. Anaokuluna başlama zamanı, öncelikle annenin hazır ve kararlı olması gerekiyor. İnanın bebeklerimiz olayın bu kadar farkında ve bizler kadar stresli olmuyorlar. Onları hazırlamak biz annelere düşüyor.

Genelde problemler, doğru yeri ve eğitim sistemini bulma konusunda gerilim yaşayan, çocuğunu diğer çocuklarla, kendisini diğer annelerle kıyaslayanlardan kaynaklanıyor. İşte bu sebeple, olumlu olumsuz bir sürü şey yaşamış, yıllardır bu sektörü gözlemleyen ve kreş, yuva, anaokullarını gayet iyi tanıyan biri olarak bu yazıda "Sakin olun ve önce ne istediğinizi planlayın, kişisel olarak eğitim değerlerinizi oturun tek tek yazın" diyorum.

Gelecek yazılarda ise zaman zaman okulları tanıtacak, çeşitli dönemlerde de nelere dikkat etmeniz gerektiğini yazacağım.

Sevgilerimle

Pınar ben 5 yıllık anne


Anaokulunun çocuğa kazandıracakları

l Öğrenmeye ilgi duyar.

l Kendini tanımayı öğrenir.

l Yeteneklerinden haberdar olur.

l Farklı bir birey olduğunu öğrenir.

l Yaşıtlarıyla ilişki kurar.

l İşbirliği yapma alışkanlığı kazanır.

l Hakkını korumayı ve başkalarının hakkına saygılı olmayı öğrenir.

l Bencillikten sıyrılır, paylaşmayı öğrenir.

l Anne-babadan ayrı kalmaya alışır.

l Özgür davranma olanağı bulur, bağımsızlık duygusu gelişir.

l Dil gelişimi hızlanır, sözcük dağarcığı zenginleşir.

l Zihin gelişimi hızlanır.

l Girişkenliği artar.

l Var olan yetenekleri gelişir.

l Kendi ihtiyaçlarını karşılama alışkanlığı edinir.

l Sorumluluk duygusu gelişir.

l Karar verme yeteneği gelişir.

l Sosyal kuralları öğrenir.

l Vücudunu etkin bir biçimde kullanmayı öğrenir.

l Bir üst öğrenim için gerekli olgunluğa ulaşır.

AÇEV’den kampanya

"7 Çok Geç" kampanyasının önemli bir iletişim ayağı olan www.7cokgec.org sitesi, erken çocukluk eğitiminin (EÇE) önemini ve faydasını anlatmasının yanı sıra, ebeveynleri, eğitimcileri ve her yaş kesiminden insanı bu konuda bilinçlendirmek ve bilgilendirmek amacıyla hazırlanmış bir site. Uzun vadede bir uzaktan eğitim modeli olarak hizmet vermesi planlanan bu çalışmanın şu aşamada aileler ve eğitimciler için güvenilir, geniş kapsamlı bir bilgi ve eğitim kaynağı olması hedefleniyor. Anne-babalar bu siteyi ziyaret ederek hamilelik sürecinden başlamak üzere çocuklarının ilk 6 yaşındaki gelişimini desteklemek için farklı konularda bilgi, öneri ve fikir alabiliyor, sorularına cevap bulabiliyor.

Anaokulu seçeceğiz ama nasıl?

Okul öncesi eğitimin, bir çocuğun, bedensel, bilişsel, sosyal ve duygusal tüm gelişim alanlarında ne kadar etkili olduğu bilinen bir gerçektir. Literatürde yapılan araştırmalar, okul öncesi eğitim alan çocuklarla almayan çocuklar arasında oldukça belirgin farklılıklar olduğunu ortaya koymaktadır. Ülkemizde de okul öncesi eğitimle ilgili bilinç ve yönelim her geçen gün artış göstermektedir.

Çocuğun gideceği anaokulunu seçmek çok kısa bir süreye sıkıştırılmamalıdır. Çocuğun okula gönderilmesinden önceki bir yıl içinde gözlem ve değerlendirme çalışmaları yapılmalıdır. Bu süre içinde, anaokullarını ziyaret etmek, basındaki haberleri izlemek, anaokullarını bilenlerden görüş almak, çocuklarını çeşitli anaokullarına gönderen anne-babaların görüşlerini almak, anaokullarınca düzenlenen çeşitli faaliyetlere aktif olarak katılmak, bu okullarda görev yapan kişilerle görüşmek gereklidir.
Yazının Devamını Oku

Bu hafta sonu ne yapacağız?

16 Mart 2007
Pınar Yücel, anneler ve çocukları için hafta sonu alternatifleri sunmaya devam ediyor. Kendisi, oğluyla birlikte dünyanın dört bir yanında gösteriler düzenleyen "Holiday on Ice" ekibinin "Büyülü Patenler"ini izleyecek.

TİYATRO

Haylazlar Adası

Oyun, bir uçak kazası sonucunda ıssız bir adaya düşen farklı ülkelerden bir grup çocuğun başından geçen komik olayları anlatıyor. Kahramanlarımız, düştükleri adadan kurtulmak için adanın sahibi olan dedeye verdikleri sözleri yerine getiremez. Bunun üzerine dede, çocukların hatalarının farkına varabilmeleri için onları sırlarla dolu bir yolculuğa gönderir ve tabii ki bu yolculuk kahramanlarımız için hiç ama hiç sıradan olmaz.

Tiyatro Bizbize: 17 Mart Cumartesi: Ümraniye Kültür Merkezi Tel: (0216) 443 56 00

SİNEMA

Terabithia Köprüsü

Jess Aarons, okulunun yanı sıra ailesi tarafından da kendisini dışlanmış hisseden bir öğrencidir. Okulun en hızlı koşan öğrencisi olmak için yaz boyunca sıkı eğitim almıştır. Ancak okula yeni kaydolan Leslie Burke’un sadece erkek çocuklara özgü olan bu yarışa katılıp beklenmedik şekilde birinci olması üzerine Jess’in hedefleri suya düşer.

Yön: Gabor Csupo Oyn: Josh Hutcherson, Anna Sophia Robb, Erin Annis, Tyler Atfield

KİTAP

Burç Masalları

Adından da anlaşıldığı gibi kitapta her burç için bir masal yer alıyor ve o burcun en tipik özelliği ele alınarak bir yol izleniyor. Örneğin lükse, giyime ve para harcamaya düşkün Aslan burcunun masalı, Zadora isimli giyim delisi bir kraliçenin başına gelenlerle anlatılıyor. Çocuğunuzun hayal dünyası kadar renkli, yaratıcı, büyülü ve keyifle okunacak bu kitabı kaçırmayın.

Yazan: Emre Mahir

MEKAN

The Play Barn

The Play Barn, 0-12 yaş arası çocuklarınızı önceden kayıt yaptırmadan, saatlik olarak emanet edebileceğiniz mekánlar. Mekánlar diyoruz, çünkü The Play Barn’ın İstanbul’da Yeniköy, Levent, Florya, Feneryolu, Nişantaşı, Erenköy ve Ortaköy’de şubeleri var.

Tel: (0212) 217 87 97

Mutlu olma halleri

Son zamanlarda inanılmaz bir erkek var hayatımda. Hassas, sevgi dolu, nazik ve çok düşünceli. Aynı zamanda çok aşık, gözlerinin içi parlıyor bakarken. Kulağıma "Seni çok seviyorum" diye fısıldarken öyle içten ki.

Oğlumdan bahsediyorum. Hızla büyüyor. Son birkaç aydır başka türlü bir ana-oğul ilişkisine geçtik. Benim çocuklukta yaptığım gibi kendi kendine eğlenebiliyor. Erkek çocuk olmanın verdiği dinamizmi ve fiziksel oyunları, savaşları, stratejileri geçiyorum, ruh halinden bahsediyorum.

Sinemaya gideceğiz geçen hafta, evden çıkmak için hazırlanıyoruz. Bana yardım ediyor, "Anneciğim katladım pijamalarını, yastığının altına koydum senin için" diyor. O an sadece ikimiz varız ya, arkadaşız ya, işte o yüzden evden çıkarken sorumluluklarımız ortak. Sadece ikimiz eğlenirken de öyle. Eğer yanımızda bir üçüncü kişi yoksa, arkadaşım oluyor.

"İnsan yetiştirme sanatı" enteresan bir iş. Ayna gibiler çünkü. Mutluluğunuzu da görüyorsunuz onun gözünde, kederinizi de. O an ne olduğunuzu size söyleyebilecek bir varlık daha varsa yeryüzünde elini öperim. Böyle işte, en azından benimkisi...

Kulağıma gelip fısıldayarak "Seni seviyorum" dediği zamanlar, hep en ihtiyacım olduğu zamanlar oluyor. İzin istediğimde veren, "Ben markete gidiyorum" dediğimde yerinden kımıldamadan en sevdiği şeyi isteyen, telefon açıp "Ben gecikicem. Azıcık Leyla ablanla uyu olur mu?" dediğimde, "Sabah beni okula sen götürürsen olur" diye anlaşma yapan bir oğlum oldu benim.

Mükemmel olamam, insanım ben. Sakin, sağlıklı ve keyifli olayım, huzur olsun evimde, okumak için kitap alabileyim düşünmeden, istediğim yere gidebileyim yeter. Çünkü bana, "Büyüyünce ben de seni ne çok sevdiğimi yazacağım" diyen bir oğlum var.

İçinizde mutlu ve huzurlu olma isteği olsun, her ne yapıyorsanız gönülden yapın. İnanın size yeter.
Yazının Devamını Oku