Paylaş
Biz istesek de istemesek de hayat hızlanıyor, daha da kötüsü hızlanmaya devam edecek gibi görünüyor. Daha keyifli bir ömür için her şeyden evvel hızlanan hayata beden ve ruhumuzun daha çok direnmesini sağlayabilecek önlemler almamız gerekiyor.
Bunların en başında da yapabileceklerimizi ciddiye almak ama yapamadıklarımızı hoş görmek geliyor.
Daha önce de yazdım: Hızlı bir hayata sadece yüreklerimiz değil, ruhlarımız da dayanamıyor, direnemiyor, yorgun düşüyor. Bu tür yorgunlukları geçiştirmenin bir yolu ise “iç ses”e kulak vermek oluyor. İç ses çok ama çok önemli bir yol gösterici faktör ama çoğumuz onun bu gücünden pek de haberdar değiliz.
Oysa huzurlu, ruhlu ve keyifli bir hayat yaşayanları şöyle dikkatle incelediğinizde çoğunun “iç seslerine kulak veren”, daha da önemlisi “iç seslerine sadık kalan insanlar” olduğunu görebiliyorsunuz.
KENDİ ATEŞİMİZİ YAKIN!
Ernie Zelinski’nin çok sevdiğim bir cümlesi var: “Başkasının ateşinde ısınmak yerine kendi ateşinizi yakın.” Aslında bu ateş hepimizin içinde az veya çok var. Kimimizde alev alev, kimimizde için için ama hep yanık duruyor. Bize o alevi hissetmek, ona kulak vermek düşüyor.
İç sese dikkat etmek çok ama çok önemli bir nokta. İç sesinizden uzaklaştıkça can sıkıntınız artıyor, can sıkıntınız yoğunlaştıkça da bedensel ve ruhsal bir dizi psikolojik sorun birbiri ardına patlıyor.
Çoğu baş ağrılarının, çoğu çarpıntıların, yorgunlukların, uykusuzlukların, el ayak uyuşmaları ve krampların arkasında bence biraz da can sıkıntısı var.
SORUN NE ZAMAN BAŞLIYOR?
Eğer olur olmaz şeylere üzülüyor, sıradan ve geçici şeylere bile kafanızı takıyor, en ufak bir eleştiriye bile ciddi tepkiler veriyorsanız, haliniz, durumunuz, bugününüz ve geleceğiniz konusunda özellikle maddi anlamda sürekli kaygı hali hissediyorsanız, özgüveninizin giderek azaldığını, yaratıcı özelliğinizin yavaş yavaş yük olduğunu fark ediyorsanız probleminizin can sıkıntısı olabileceği aklınızda olsun, çözümün ise “iç sesinize kulak vermek ve onu dinlemek” olduğunu unutmayın...
Tüylenme sorununun çözümü: İlaç mı, lazer mi?
Tüylenme, son zamanlarda daha sık karşılaşılan bir kadın sağlığı sorunu. Arkasında yumurtalık, böbreküstü ve hipofiz bezi ile ilgili bazı hormonal dengesizlikler yatabiliyor.
Örneğin genç kız ve kadınlarda daha sık görülen polikistik over sendromunda tüylenme (ve kilo alma, sivilceler, saç dökülmesi gibi işaretler, hipoglisemi nöbetleri) sık görülen bir belirti.
Böbreküstü bezlerinin doğumsal sorunlardan kaynaklanan hastalıklarında da enzim eksikliklerine bağlı hormonal dengesizlikler sonucu tüylenme ortaya çıkabiliyor.
Ayrıca birçok hastada tüylenmenin belirli bir nedeni bulunamıyor. Bunlarda genetik faktörler sorumlu tutuluyor. Seyrek olarak bazı ilaçların da tüylenme yapabileceği aklınızda olsun.
Tedavi tabiî ki öncelikle nedene yönelik bir planlama içermeli. Ayrıca lazer ve benzeri kozmetik uygulamalardan, basit yöntemlerden (ağda) istifade edilmeli.
Tüyleri tıraş etmek son derece yanlış bir yaklaşımdır. Tedavide hormon karışımları, idrar söktürücü bazı ilaçlar ve değişik kimyasallar kullanılabiliyor.
Fazla kiloları vermek de tedavinin bir parçası olarak görülüyor. Her tüylenme olgusunun bir iç hastalıkları ya da endokrinolog tarafından hormonal denetimden geçirilmesi, lazer uygulamasının ise yalnızca dermatologlar tarafından yapılması öneriliyor.
Depresyona sokan ilaçlar
Tansiyon düşürücü ilaçlardan bazılarının (reserpin, beta blokerler, prazosin, klanidin), çeşitli mide ilaçlarının, kalp yetmezliğinde kullanılan digital glikozidlerinin, progesteron seviyesi yüksek olan doğum kontrol haplarının, bazı Parkinson ilaçlarının (levudopa), kortizonun, alkol bağımlılığının tedavisinde kullanılan disülfiram maddesinin depresyon eğilimini artırdığı biliniyor. Eğer bu ilaçlardan birini kullanıyorsanız ve depresyonla ilişkili bir sorununuz söz konusuysa doktorunuzla konuşmalısınız.
Paylaş