Bu uyarıyı yapanlar kesinlikle haklılar. Peki tamam da bunların yani günlük şeker ve tuz tüketiminin rakamları var mı? Elle tutup gözle görebileceğimiz günlük şeker ve tuz tüketimi konusunda pratik bir fikir edinmemiz mümkün mü? Kişiye, genetik mirasa, sağlık ve sağlamlık düzeyine hatta içinde bulunduğumuz yaş grubuna göre ufak tefek farklılıklar gösterse de size yine de bazı rakamlar verebilirim. Hazırsanız buyurun...
KISA BİLGİ 1
NE KADAR ŞEKER
Önce kısa bir bilgi: Bir çay kaşığı yaklaşık 4 gram civarında şeker içerir. Günlük şeker alımına ilişkin genel fikir birliği ise şudur: KADINLAR İÇİN günde en fazla 6 çay kaşığı 20-25 gram, ERKEKLER İÇİN günde 8-10 çay kaşığı 35-40 gram şeker yeterlidir. Bana sorarsanız bu rakamlar bile maksimum değerlerdir ve daha azı hepimiz için daha iyidir. Önemli bir notum daha var: Söz konusu rakamlar “İLAVE ŞEKERLER”dir. İlave şekerler -eklenmiş şekerler- işlendikleri veya hazırlandıklarında yiyecek ve içeceklere tat verici olarak eklenen şekerlerdir. Meyvelerdeki fruktoz veya sütteki laktoz gibi gıdalarda doğal olarak zaten mevcut olan şekerler, ilave şekerler değildir. İlave şekerlerden kaçınmanın en etkili yolu ise gıda paketlerinin üzerindeki etiketleri daha bir dikkatle incelemektir. Peki, nasıl?
BİR UYARI
GIDA ETİKETLERİNE DİKKAT
Dr.
Daha önce de yazdığım gibi ilk değişimi hastalık teşhis ve tedavisine odaklanmış “reaktif tıbbın” yanına mutlaka ama mutlaka sağlığımızı iyileştirmeye ve güçlendirmeye odaklı kısacası sağlık merkezli “proaktif tıbbı” yerleştirerek yapmalıyız. Bu değişim yeterli mi? Tabii ki değil. Başka değişimlere de ihtiyacımız var. Şimdi de o değişimlerin en önemlilerinden birini gündeme getirmek istiyorum: Sağlığınızı koruyup kollamak istiyorsanız “YAĞLARINIZA DEĞİL KASLARINIZA ODAKLANIN”.
YENİ BİR ÖNERİ
YAĞA DEĞİL KASA ODAKLANIN
Eğer formda ve zinde bir yaşlı olmak istiyorsanız... Bedeni, ruhu ve belleği sağlam, üreten, aktif, sosyal, huzurlu ve mutlu bir yaşlılık hayal ediyorsanız... Ve o yaşlılık sürecinin kas erimesinden/sarkopeni, kemik kaybından/osteoporoz, bellek zaafından/demans, kanserlerden, kalp ve beyin krizlerinden, hipertansiyondan, diyabetten, romatizmal problemlerden uzak, keyifli bir zaman dilimi olmasında ısrarlıysanız -ki öyle olmalısınız- bugünden itibaren önemli bir paradigma değişikliğini daha hayata geçirin: YAĞ ODAKLI paradigmayı KAS ODAKLI paradigmayla değiştirin, kas merkezli yeni bir sağlık yaklaşımı hedefleyin. Sebebine gelince...
İYİ BİLGİ
UZUN ÖMÜRLÜLÜĞÜN GİZLİ MERKEZİ: KASLAR
Dış iskeletinizi oluşturan kaslarınız -kemikleriniz iç iskeletinizdir- yalnızca fiziksel güç ve mimarinizi belirlemekle kalmaz, aynı zamanda fizyolojik, psikolojik, hatta bilişsel altyapınızı bile etkiler. Hormonal sisteminize müdahale eder, metabolizmanızı yönlendirip fazla yağlarınızı yakarak sağlıklı kilonuzu garanti eder. Bağışıklığınıza güç, dengenize sağlamlık, bedeninize direnç ekler. Hareketliliğinizi arttırır, enerji düzeyinize yeni zirveler ilave eder. Kısaca özetlediğim bu avantajların nasıl gerçekleşeceğini önümüzdeki günlerde daha çok konuşup tartışacağız. Şimdilik şu cümleyi büyük harflerle bir kenara dikkatle not edin:
Bu bilgiyi hepimiz çoktan öğrendik. Ne var ki zeytinyağını “SOFRALARIN KRALİÇESİ” yapan sağlık özellikleri sadece oleik asitle yani “OMEGA 9” ile sınırlı değil. Zeytinyağının “POLİFENOL GÜCÜ” de son derece önemli bir sağlık ayrıntısı. Özellikle “erken hasat soğuk sıkım zeytinyağı” düşündüğümüzden çok daha fazla polifenolik güce sahip. Peki o polifenoller neler? Nelere muktedirler? Hazırsanız buyurun...
BU ÜÇLÜYE DİKKAT
OLEOCANTHAL HİDROKSİTİROSOL OLEUROPEİN
Zeytinyağı polifenollerinin en önemlileri ağrı kesici ve iltihap azaltıcı gücüyle tanınan “oleuropein”, antioksidan gücüyle bilinen “hidroksitirosol” ve kan inceltici özelliği ile tanınan “oleocanthal”dır.
Sadece şu örnekle bile size neyi anlatmak istediğimi daha kolay ifade edebileceğimi düşünüyorum: “Bir yemek kaşığı erken hasat soğuk sıkım zeytinyağındaki oleocanthalın kanınızı inceltme -pıhtılaşmayı önleme- kapasitesi bir bebek aspirinine eşittir. Oleuropein neredeyse romatizma ilaçlarına eşit kapasitede güçlü bir ağrı kesici ve iltihap baskılayıcıdır. Hidroksitirosol ise bu marifetlerin çoğunu birlikte taşır.”
İsterseniz gelin zeytinyağı mucizesine biraz daha damardan girelim.
Ama ne var ki bu olumlu gelişmenin bazı tatsız sonuçları da var. Yaşlanmaya bağlı bellek zayıflaması ya da kaybı bunlardan biri, belki de en önemlisi. Hiçbir şey hafızamızın zayıflamasından hatta onun bizi tümüyle terk etmesinden daha kötü olamaz. Eşimizin, çocuklarımızın, en yakın dostlarımızın ve nihayetinde de kendi ismimiz dahil hemen her şeyi yavaş yavaş unutmaktan, varken yok olmak, buradayken kaybolmak, daha kötü bir deyişle yaşarken yaşamamaktan daha tatsız ne olabilir ki? Üzülerek belirteyim ister başka sebeplerle ister Alzheimer’la bağlantılı olsun bilişsel bozulmaya yol açan ve ilerleyici hafıza kaybıyla sonuçlanan bu tatsız süreçlerin nedenlerini henüz tam olarak bilmiyoruz. Elimizde bazı veriler var ama çoğu henüz yeterince kesin ve tatmin edici değil. Ve yine büyük bir üzüntüyle belirteyim ki elimizdeki mevcut ilaçların hiçbirisi bunama meselesine etkili ve kalıcı çözümler üretmiyor, üretemiyor. Bu nedenle dikkatlerimizi sadece tedavi alanına yönlendirmekle kalmamalı, “BUNAMAYI ÖNLEYİCİ TEDBİRLER” konusuna da ağırlık vermeliyiz.
ÖNEMLİ
ÖNLEMEK TEDAVİDEN DAHA KOLAY
Onlardan biri de “Yaşınız 50’yi geçince hayvanların kendilerini değil yediklerini yiyin”dir. Bu mottodaki muradım ise basitçe sizleri hayvansal besinler yerine bitkisel gıdalara yöneltmektir.
Son yıllarda birbiri ardına yayımlanan bilimsel çalışmaların sonuçlarına bakılırsa bu mottom da doğru gibi görünüyor. Özellikle 50’li yaşlar sonrasında “BİTKİ TEMELLİ BİR BESLENME TARZI” sağlığımızı koruma ve kollamada çok daha fazla işe yarıyor.
Ama ne var ki biz hekimler dahil sağlık uzmanlarının neredeyse tamamı, bırakın bitkisel beslenme tavsiyelerinde bulunmayı, hastalarımıza “SAĞLIKLI, YETERLİ, ÇEŞİTLİ VE DENGELİ BİR BESLENME PLANI” uygulamalarını önermelerini bile ihmal ediyor. Bu yanlıştan bir an önce siz de biz de dönmeli, bitki bazlı bir beslenme düzenine -özellikle 50’li yaşlar sonrasında- öncelik vermeliyiz. Nedenine gelince...
BİTKİSEL BESLEN KRONİK HASTALIKLARDAN KORUN
Özellikle hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp damar hastalığı ve obezite başta olmak üzere kronik hastalıkların neredeyse tamamı öncelikle “doğru bir beslenme planını ısrarla uygulamayı” zorunlu kılan sağlık sorunlarıdır. Bu nedenle sadece abur cubur gıdalardan değil, özellikle işlenmiş olanları başta gelmek üzere gereğinden fazla hayvansal gıda tüketiminden de uzak kalmamızda fayda var.
Tavsiyem şudur: Hepimizin basit bir “
Sık ve çok konuşulan bu mühim tehlikeyi, çoğumuz hâlâ bir “KİLO MESELESİ”, bir “OBEZİTE TETİKÇİSİ” bir “YAĞLANMA PROBLEMİ” gibi algılıyoruz. Ne var ki bu sinsi metabolik sorun “kilo meselesi”nden çok daha fazlasıdır. Zira insülin direnci bazen “karaciğer yağlanmasıdır, safra kesesi taşıdır, hipertansiyon, kalp damar hastalığı, kalp krizlerinin ve beyin felçlerinin, damarsal bunamaların, Alzheimer hastalığının, hatta bazı kanserlerin -örneğin meme, prostat, karaciğer...-” ilk adımlarıdır.
Basit olarak hücrelerin, insülin sinyallerini dinlemeyi bırakması insülin sağırlığı ya da körlüğü olarak özetleyebileceğimiz bu tehlikeli metabolik bozuşma zannettiğimizden çok daha fazla bir sağlık tehdididir. Nedenine gelince...
KISA BİLGİ
Eğer değilseniz gelin siz de benim gibi yapın, dünyanın en önemli sağlık merkezlerinden biri olan “CLEVELAND CLİNİC”te uzun yıllardır Sağlık Direktörü ve Emeritus olarak görev yapan Dr. Michael F. Roisen’a kulak verin. Dr. Roisen’a göre “sağlıkta da gelecek inanılmaz bir hızla geliyor”. Yeni tıbbi buluşların sağladığı daha sağlıklı ve üretken 40’lı 50’li, 60’lı 70’li, 80’li hatta 90’lı yıllar kucaklarını açmış bizi bekliyor! Ben de Dr. Roisen’la aynı kanaati taşıyor ve onun hepimize sorduğu şu soruları sizlerle paylaşıyorum...
SORU BİR: Peki ya, yaşlanan ya da ölmek üzere olan hücrelerimizi genç hücreler olarak yeniden programlayabilseydik?
SORU İKİ: Peki ya, DNA’larımızı bizi daha sağlam ve sağlıklı bir geleceğe taşıyabilecek şekilde değiştirip yeniden yazabilseydik?
SORU ÜÇ: Peki ya, bozulan, hastalanan, sorun yaşayan ya da sona yaklaşan uzuv ve organlarımızın yerine 3D baskı yoluyla yenilerini koyabilseydik?
İYİ HABER
HER ŞEY DEĞİŞECEK
İster
“İlk olarak; yaşlanmanın kaçınılmaz olarak daha zayıf, daha yavaş, daha hasta, daha güçsüz veya daha bağımlı olmak anlamına gelmediğini hayal etmeliyiz. Neredeyse herkes 90’lı yaşlarında hâlâ dans eden, yemek yapan, araba kullanan, sevdikleriyle vakit geçiren, kitap okuyan, bulmaca çözen ve hayatta olmaktan büyük keyif alan birilerini tanır. Bu bir ‘anomali’ değil, bir ‘norm’ gibi kabul edilmeli ve öyle olmalıdır. Yürüyüş yapmak, aktif ve formda bir hayat sürmek ve hatta 100 yaşından sonra da sağlıkla yaşamak beklediğimiz şeyler olmalı.
Bunun için de öncelikle ‘hastalık teşhis ve tedavisi’ ve ‘hastalık bakımı’ odaklı mevcut tıbbi paradigmayı yıkmalıyız. Günümüzdeki modern tıp uygulamaları maalesef indirgemeci, bölük pörçük bir durumdadır ve bedenle ruhun tek bir bütünleşik sistem veya ağı olduğunu ortaya koyan yeni tıp yaklaşımını görmezden gelmektedir.”
Yukarıdaki cümlelerin her birinin altını ben de büyük bir inanç ve keyif ile imzalıyorum. Dr. Mark Hyman, kesinlikle haklıdır ve doğru bir noktaya parmak basmıştır.
Ömürler uzuyor, toplumlar yaşlanıyor. Ve bu önlenemez değişim de sağlık hizmetlerine yönelik kökten ve farklı yeni bir yaklaşım hatta yeni bir sağlık anayasası gerektiriyor. Bu yaklaşımın ya da yeni sağlık anayasasının ilk maddesine de “