VARAN 1: ÇAY HAYATTIR!
Soğuk kış gecelerinde de, sıcak yaz tatillerinde de, üzüntülü, sevinçli günlerinizde de onu hep yanınızda, avuçlarınızda bulursunuz. Samimi ve sıcaktır. Duru ve doğaldır. Bazen diyetinize, bazen niyetinize eşlik eder. Diyet de yaptırır, oruç da açtırır. Bitmedi! Simidinize, peynirinize, zeytininize tat katar. Sofranıza ya da iş sohbetlerinize katılır. Sadece soğuk kış günlerinde içimizi, yüreğimizi, nefesimizi, sohbetlerimizi ısıtmakla kalmaz, soğuk da içilir, serinletip ferahlatır.
“Ne gelecek bu övücü sözlerin arkasından?” demeye hazırlandığınızı biliyorum, girişi uzattığımın da farkındayım ama emin olun ki o bu övgülerin hepsini fazlasıyla hak ediyor. Çaydan bahsediyorum. Ülkemizde çaysız bir yaşamı düşünebilmek bile zor. Bana göre çayla kurulacak iki temel cümle var: Bir; çay hayattır. İki; çay mucizedir.
Çayın bizim için vazgeçilmez bir tat olduğu kesin ama aslında o evrensel bir içecek. Evrensel olduğu kadar da yerel. Çin, Seylan, İngiliz, Japon ya da Hint çayı... Her ülkenin çayı yetiştirişi ve hazırlayışı farklıdır. Bizim içtiğimiz, geleneklerimize, kültürümüze nakış ettiğimiz türün, biçimin, lezzetin adı “Türk çayı”dır. Bizimki siyahtır ama başka yörelerde yeşili de, beyazı da vardır. Her birinin tadı, lezzeti, dokusu, rengi, kokusu başkadır. Hepsinin ortak yanıysa bedene de, ruha da iyi gelmeleri, dost olmalarıdır.
Demlenme biçimi bile değiştirir çayın yerini. Demleyene göre Erzurumlu da olur, Konyalı da. Azeri de olur, Özbek de. Hindu da olur, Tibetli de. Her bölge, her coğrafya, her ulus ayrı bir lezzet, güzellik, tat ve sunum üretmiştir onunla. Her biri ayrı bir lezzet, ayrı bir keyif, ayrı bir haz, kültür, hikâye ve var oluş üzerine kurulmuştur.
Çay da pek çok besin gibi marifetlerini son 20-30 yılda, yani yeni yeni öğrendiğimiz doğal lezzetlerden biri. İçindeki kateşinlerle, teaninle ve faydalı diğer bileşenlerle bir sağlık dostu aynı zamanda.
Çay denince aklınıza sadece “Kamelya Sinensis”in yapraklarından elde edilen siyah çay veya yeni tanıştığımız Uzakdoğu kökenli yeşil çay gelmesin. Diğer bitkisel çaylar da en az bizim çay kadar önemli. Önemli çünkü onların da içinde sağlığa faydalı glukozitler, organik asitler, tanenler, alkoloitler, vitaminler, mineraller, hatta antibiyotikler var. Onların da her biri en az bizim geleneksel çayımız kadar değerli ve aslında onlar da bizim.
Başlıktaki sorunun cevabı net ve açık: Ne “zorla”, ne de hap, şurup, krem, serumla güzellik olmaz! Ama yine de doğal bazı bileşenlerin (mesela koenzim Q10, alfa lipoik asit ve likopenin) cildi genç ve diri tutma marifetleri var. Özellikle koenzimin bir değil, birçok marifeti olduğunu biliyoruz.
Koenzim Q10 pek çok besinde bulunan “her derde deva” bir doğal bileşen. Güçlü bir enerji takviyesi. Etkili bir antioksidan. Yetenekli bir kalp ve damar koruyucu. Becerikli bir cilt tamircisi.
İyi yaşlanmak ve yaşlılık sorunlarını azaltmak isteyenlerin bu destek hakkında bilgi edinmek istemeleri de normal! Ortalama yaşam süresi uzadıkça kanserlere, kalp damar hastalıkları, Parkinson, bellek problemleri, hipertansiyon veya kas güçsüzlüklerine yakalanma riski artar.
İşte tam da bu noktada devreye koenzim Q10’un marifetleri girer! Yaşlanma yolculuğunda bizi bekleyen sorunların çoğu ile mücadelede vücudumuza önemli bir destek sağlar. Kısacası sadece cilde destek olarak değil, iyi yaşlanmak için de bu bileşenden zengin besinlerden faydalanmak lazım.
CİLDE NE FAYDASI VAR?
Yaşlandıkça her cilt incelip sarkmaya kırışıp buruşmaya ve de kurumaya başlar. Bu olumsuzluklar en çok da cildin sıkılığını sağlayan kollajen ve elastin lifleri ile onları aktifleştiren koenzim Q10 miktarının yıllar içerisinde azalması ile ilgili bir sorundur.
Foto yaşlanma, yani güneş ışınlarına maruz kalma sonucu oluşan lekeler, pürüzlenme ve ince çizgiler de yaş ilerledikçe çoğalır. Ağız yoluyla alınarak veya dışarıdan kremler, losyonlar veya serumlarla uygulanarak cilde koenzim Q10 desteği vermenin cilt yaşlanmasını yavaşlattığı anlaşılınca cilt kremi üreticilerinin bu maddeye ilgisi arttı, birçok dermokozmetoloji markası esas maddesini koenzim Q10’un oluşturduğu cilt ürünlerini piyasaya verdi.
Günde bir elma giren eve doktor girmez! Bu eski söz hâlâ geçerli. Geçerli çünkü kış aylarında manavlar ve pazarlarda açılan eczane tezgâhlarındaki mucize ilaçlardan biri de elma. Her şeyden evvel tıka basa faydalı sağlık bileşenleriyle dolu. Vitamin ve mineral içeriği yüksek. Bilinen en güçlü antioksidanlardan biri olan kuvarsetin ona ayrı bir önem kazandırır. Kuvarsetin güçlü bir damar dostu, bellek destekleyicisi, kanser koruyucusu.
Elmada ayrıca bol miktarda pektin var ki o da en az kuvarsetin kadar önemli bir sağlık bileşeni. Düşük kalorili olması ve posadan zengin yapısı da elmaya diğer meyveler arasında ayrıcalık verir.
Cornell Üniversitesi’nden bir ekip elmanın meme kanseri riskini azaltmada rolü olabileceğini kanıtladı, başka bir çalışmada kolon ve akciğer kanseri hücrelerinin elma özüyle çoğalmasının durdurulabileceği gösterildi. Ayrıca kuvarsetinin prostat kanseri hücrelerini laboratuvar ortamında azalttığı ispatlandı, benzer etkinin akciğer kanseri için de söz konusu olabileceği tartışılıyor.
PORTAKALC VİTAMİNİ DEPOSU
Kış mucizelerinden bahsederken turunçgillere (portakal, mandalina, limon ve greyfurta) değinmemek haksızlık olur. Bu grupta yer alan meyvelere yaptığımız bir başka haksızlıksa onları sadece C vitamini depoları gibi düşünmek. Onlar da elma gibi tıka basa polifenol ve flavanoid bileşenler içeriyor. Limonenler, tanjelin bunlardan sadece bazıları.
Hemen hepsinin kabukla iç kısmı arasında yer alan beyaz bölümünde bol miktarda sağlık mucizesi arginin var. Ve yine hemen hepsi posadan zengin meyveler. Turunçgillerden faydalanırken sadece bunları soyup yemekle yetinmeyin, kabuklarından da faydalanmanın bir yolunu bulun. Çünkü hepsinin kabuğunda da sadece gizli lezzetler değil, saklı sağlık nimetleri var.
NARHER DERDE DEVA
Kış mucizeleri listesinde mutlaka nara da yer açmalısınız. Nar tıpkı o ünlü bilmecede söylendiği gibi “pazardan aldım bir tane, eve geldim bin tane” tadında bir meyve. İçinde bir değil, bin mucize var.
LAHANAKADIN SAĞLIĞININ GARANTİSİ
Lahana bizim mutfak kültürümüzün baş oyuncularından biridir. Salatasını sever, turşusunu kurarız ama özellikle dolmasından asla vazgeçemeyiz. Çorbasını, haşlamasını, sulu lahana yemeklerini de bir kenara not edelim, biz sağlık yararlarına gelelim.
Lahananın içinde pek çok sağlık bileşeni var, en önemlisi de indol-3-karbinol olarak bilineni... Bu madde tam bir doğal mucize, tam bir doğal ilaç. Özellikle kanserden koruyucu faydalarını kanıtlayan yüzlerce çalışmaya sahibiz. Kalınbağırsak ve prostat kanserlerinden korunmada da işe yarıyor ama kadınları meme kanserinden koruduğunu gösteren çalışmalar özellikle dikkati çekici. Kadınlar ne kadar çok lahana tüketirlerse o kadar çok indol-3-karbinol kazanıyor, meme kanserinden o kadar güçlü bir korunma şansı yakalıyor.
Lahananın suyunda östrojen karşıtı başka bileşenler de gösterilmiş ama indol-3-karbinol daha mühim bir bileşen. Lahananın kalsiyum içeriği de önemli bir ayrıntı. Özellikle kemik erimesi sorunu olan kadınların daha sık ve bol lahana tüketmelerinde fayda var.
Kemikleri güçlendirici etkisi sadece kalsiyum zenginliği ile de sınırlı değil, K vitamini bakımından da zengin bir besin lahana. Zaten bu nedenle de kemik sağlığı söz konusu olduğunda adeta “çift sarılı yumurta” etkisi yapıyor, bir taşla iki kuş birden vuruyor.
KARNABAHARSÜLFORAFAN DEPOSU
Kış mucizelerinden biri de sülforafan deposu karnabahardır. Onda da bol miktarda kalsiyum, indol-3-karbinol, K vitamini, C vitamini, diğer vitamin ve mineraller bulunur ama sülforafan ayrı bir zenginliktir.
SORUN 1 Fibrokistik meme tehlikeli mi?
İki kadından biri, yaşamının bir döneminde fibrokistik meme sorunu ile karşılaşır. Gerçek anlamda bir hastalık olmadığı için uzmanlar “fibrokistik meme hastalığı” yerine “fibrokistik meme değişikliği” deyimini tercih ediyorlar.
Fibrokistlerin neden ortaya çıktığı tam olarak aydınlatılmış değil ama östrojen hormonu baş şüpheli. 20’li yaşlarda, 50’li yaşlara göre çok daha sık görülmesi, hormon-aktif sürecin bir parçası olduğu görüşünü destekliyor.
İşin kalıtımsal yönü olduğu da düşünülüyor. Adetten önceki hafta memelerde gittikçe artan duyarlılık, ağrı ve muayene sırasında (özellikle üst-dış yanda) ele gelen topaklanma ve yumrular fibrokistik memenin en sık görülen belirtileridir.
Bazen meme başlarından kanlı olmayan, sıkma ile değil kendiliğinden gelen beyaz-yeşilimsi akıntı da olabilir. Yakınmaların her iki memede de olması ve adetin başlaması ile gittikçe hafiflemesi fibrokistik meme için tipiktir.
Teşhis için meme muayenesi, meme ultrasonografisi ve mamografiden yararlanılır. 30’lu yaşlara kadar ultrasonografi ilk ve tek görüntüleme tekniği olarak tercih edilebilir. Daha ileri yaşlarda mutlaka mamografi de istenebilir.
Bazı durumlarda, görüntülenen kist(ler)in sıvısı iğne yardımıyla (İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi) boşaltılarak patolojik olarak hücre düzeyinde inceleme planlanabilir. Fibrokistik meme sorunu, biyopside “atipik hiperplazi” sonucu elde edilmemişse, meme kanseri riskini artırmaz.
Kanser vakaları artıyor.
Üzülerek belirteyim ki, önümüzdeki yıllarda kanser sorunu ile daha sık yüzleşeceğiz. İçimiz daha çok acıyacak, canımız daha çok sıkılacak.
Kanser patlamasının tek nedeni çevremizin bir ‘kanser çöplüğü’ne dönüşmesi değil. Yaşam tarzı yanlışlarımız da önemli bir faktör. Kötü alışkanlıklarımız (alkol, sigara), yanlış beslenme, hareketsiz hayat da kansere davetiye çıkarıyor. Kanserlerdeki artış biz doktorları da üzüyor. Özellikle akciğer kanserindeki artış hızı bizi tedirgin ediyor.
İÇMEYENE GÖRE 100 KAT RİSKAkciğer kanseri erkekler arasında da çoğalıyor ama kadınlardaki artışın erkeklerden çok daha yüksek olması dikkati çeken bir ayrıntı. Uzmanlar bu durumdan önce sigarayı sorumlu tutuyor. Başka nedenleri (radon gazı, asbest zehirlenmesi, kirli hava) olsa da akciğer kanserlerinin en az %80’i sigaraya bağlı.
Sigara içme süresi uzayıp içilen sigara miktarı arttıkça ve yaş da ilerledikçe bu olumsuz ilişki daha bir netleşiyor. Hiç sigara içmeyenlerde %5’i bulmayan akciğer kanserine yakalanma riski, günde bir paket içenlerde %60’a, iki pakete ulaşanlarda ise %200’lere varıyor. Sigara içen bir kadının akciğer kanserine yakalanma riski, içmeyenlere göre yüz kat fazla.
KANSERSAVAR
Zerdeçal
Zerdeçalın esas maddesi kurkumindir. En etkin antioksidanlardan biri olan zerdeçalın, günde 200 mg (yaklaşık 2-4 silme tatlı kaşığı) tüketilmesiyle yangı (inflamasyon) giderici, kanseri ve damar sertliğini önleyici özelliklerinin gözlendiğini bildiren yayınlar vardır.
Alzheimer hastalığında, kalp ve beyin enfarktüsü gibi ciddi sonuçlara yol açabilecek damar hastalıklarının önlenmesinde katkısı saptanmıştır. Hint asıllı bu baharat, yaraların çabuk iyileşmesi için de kullanılır.
Cildi sıkılaştırıcı ve nemlendirici özellikleri de bildirilmiştir. İki çay kaşığı zerdeçal günlük demir ihtiyacınızın yüzde 10’unu ve manganez ihtiyacınızın da yüzde 17’sini karşılar.
ŞEKERİN PANZEHİRİ
Bazı sağlık problemlerinin ilaçlarla tedavi edilebildiği doğrudur. 50 yıl öncesinin önemli hastalıklarından pek çoğu, ilaçlarla yüzde 100 iyileştirilebiliyor.
Hipertansiyon, kalp damar hastalıkları gibi kronik sağlık problemlerinin çoğu yine ilaçlar sayesinde kontrol altında tutulabiliyor.
Kronik karaciğer iltihaplarında, hatta bazı kanserlerde ilaçlar sayesinde ömrü uzatmak mümkün oldu.
Ayrıca ilaçların yaşam kalitemizi artırdığı da kesin! Başımız ağrıdığında ağrımızı geçiren, ateşimiz yükseldiğinde düşüren, kaşıntımızı, bulantımızı, kusmamızı, ishalimizi kontrol altına almamıza yardımcı olanlar da yine ilaçlar.
Bütün bunlar güzel gelişmeler ama bu mükemmel fotoğrafın gözden kaçırılmaması gereken başka bir yüzü daha var. İşte o yüz...
İlaçlar, bilinçsiz kullanıldıklarında fayda yerine zarar verebilen iki ucu keskin bıçaklar. Üstelik bazı durumlarda zararları hayatı tehdit edici boyutlara varabilir.
(Araştırmalara göre hastanelere müracaat edenlerin neredeyse yüzde 1’ine yakınında ilaçlara bağlı sağlık sorunları saptanıyor. Bazı ilaçlar karaciğerde, bazıları böbreklerde, bazıları da beyinde önemli hasar oluşturabiliyor.)