Dikkatli, ölçülü, sakin bir yaşamı var. Kendisi hazırladığım sağlık anketini cevapladı, beraber biyolojik yaşını hesapladık. İşte Nilüfer’in “Alkol kullanıyor musun?”, “Kendine gülebiliyor musun?”, “Sık sık diyet yapar mısın?” gibi sağlıkla ilgili sorularıma verdiği yanıtlar...
Sağlıklı yaşayıp sağlıklı kalmak kolay bir iş değil. Emek istiyor, beceri gerektiriyor. Emek dediysem fazla da büyütmeyin.
Sadece başlangıç kısmı yoğun bir çaba bu. Zamanla o da “öğrenilmiş reflekslerden biri” haline gelip otomatikleşiyor. Siz otomatik olarak “doğru şeyler yiyip içiyor, doğru şeyler düşünüyor, hareketli bir yaşam sürüp kafanızı her şeye takmıyorsunuz”. “İyi hayat” hayatın kendisi, olması gerekeni zaten. Ve bu nedenle çok da büyütmemeliyiz onu gözümüzde.
Uzun yıllar hem yakın bir dostu, hem de özel hekimi olarak tanıdığım Nilüfer, iyi hayata odaklanmış güzel insanlardan biri. Dikkatli, ölçülü, sakin bir yaşamı var. Bazı tatsızlıklarla karşılaşmadı da değil.
Mesela bir “meme tümörü” sorunu yaşadı.
Hikâyesi kısaca şu...
1- Yedikçe acıkmak: Hipoglisemisi olanlar genelde erken acıkırlar ve açlığa dayanamazlar. Ama önemli bir sorun daha yaşarlar: Yedikçe acıkmak! Özellikle şekerli, unlu, nişasta zengini yiyecekler onları tekrar tekrar yeme ataklarına sürükler durur.
2- Kilo almak: Biraz tatlı düşkünlüğü, biraz unlu, nişastalı, hamur işi gıdalara yönelme eğilimi, sık sık atıştırıp durmak ve daha da kötüsü yemek yedikçe acıkmak, açlık krizleri içinde gidip gelmek çoğu hipoglisemilide kilo kontrolünü de imkânsız hale getirir.
3- Uyku sorunları: Hipoglisemik biriyseniz uykunuzda da bazı problemlerin çıkabileceğini bilmelisiniz. Geceleri özellikle baş-boyun bölgesinde gelişen terleme atakları, hızlı kalp çarpıntılarıyla uyanmalar, uyku bölünmeleri ve bazen bu bölünmelere eşlik eden mutfak/buzdolabı ziyaretleri, şuursuz atıştırmalar, sabahları baş ağrısıyla uyanma, sabah sersemliği, mutsuz ve keyifsiz, hatta endişeli bir şekilde güne başlamalar da uykuda kan şekerinin düşmesine işaret edebilen belirtilerdir.
4- Unutkanlık: Hipoglisemik kişiler genelde odaklanma zorluğu yaşayan, özellikle yemek sonrası saatlerde kafa karışıklığından yakınan, hatta unutkanlıktan bunalan biri haline de gelebilirler.
Nedeni, şekersiz kalan beynin fonksiyonlarını yürütmede ve ileri kayıt etme ya da hatırlamada zorlanmasıdır.
Unutmayın ki, beynin temel enerji kaynağı şekerdir. İhtiyacı kadar şekeri bulamayan beyin işini yeterince göremez.
5- Kronik yorgunluk: Gün içinde gidip gelen yorgunluk atakları, özellikle yemek sonrası bastıran yorgunluk halleri de kronik bir hipogliseminin işaretleri olabilir.
1- Çocuğunuzun eşyalarını sık sık kaybetmesi, ev ve okul eşyalarına sahip olamaması.
2- Ödevlerini yaparken odaklanamaması, çalışmasını sonuca götürmede zorlanması.
3- Sadece ödevlerini yaparken değil, arkadaşlarıyla oynarken veya belirli bir eğlenceyi sürdürürken de aynı sorunu yaşaması.
4- Odaklanmayı, dikkati, zihinsel konsantrasyonu zorunlu kılan oyun ve ödevlerde sık sık tekrarlanan “yarım bırakmaları” veya “kaçmaları” da dikkate alın.
Lezzet bakımından da besin değeri yönünden de yumurtanın sarısı beyazından iyidir. Orta boy bir yumurtada 6-7 gram civarında protein, 4-5 gram kadar yağ, 70-80 kalori var. Yumurtanın besleyici içeriğini oluşturan ve beden için lazım olan vitamin ve minerallerin çoğu da yumurtanın beyazına değil sarısında yerleşmiş.
Ayrıca omega-3 yağları ve kolin gibi çok önemli besin unsurları da yine yumurtanın sarısında bulunuyor. Beyazı toplam proteinin yarısını (3-4 gram protein) ve bolca da sodyum, potasyum içeriyor. Bu rakamlar dikkate alınınca beyazı mı, sarısı mı gibi bir tartışmaya girmenin gereği bile yok.
Eğer “daha çok protein, daha az kalori kazanayım” derseniz veya “benim kolesterol sorunum var, doktorum yasakladı” gibi bir gerekçeniz varsa tabiî ki sadece beyazını da yiyebilirsiniz.
1-2 çay kaşığı zeytinyağı ya da tereyağı ekleyerek hazırlanmış bol sebzeli yumurta beyazı omleti düşük kalorili ve yüksek proteinli iyi bir öğün olabilir.
Ama bana sorarsanız yumurtanın sarısından asla vazgeçmeyin derim. Eğer daha fazla protein peşindeyseniz 2-3 yumurtanın sadece beyazını ayırıp üzerine bir tam yumurta ekleyin ve o leziz sebzeli omletinizi peynirle (önerim lor peyniridir) hazırlayın.
UNUTMAYIN
Kıpkırmızı olgun bir kızılcık meyvesi olağanüstü antioksidan gücü ile bizi oksitlenip paslanmaktan (ve bir ölçüde kanser belasından bile) koruyabiliyor ama onun asıl özelliği idrar yolu enfeksiyonları, özellikle koli basiline bağlı sistitten korunmada gösterdiği müthiş performans.
Biliyorsunuz özellikle menopoz dönemi sonrasında kadınlarda idrar yolu enfeksiyonlarına yakalanma ihtimali yüksek. Aynı konu genç hanımlar için de çok mühim. Bazıları çok sık sistit atağı geçiriyor. Benzer problem hamilelik sürecinde de var.
İşte bu tür “tekrarlayan sistit” atakları ve “kronik sistit” ile mücadelede elimizin altında olması gereken ilaçlardan daha kıymetli ve de güvenli iki doğal silahımız var: Biri probiyotik bakteriler, diğeri de kızılcık özleri.
Probiyotik bakterilerin genital akıntıdan, idrar yolu enfeksiyonlarından korunmada neden işe yaradıkları ayrı bir yazı konusu. Bugünkü hatırlatmam “kızılcık mucizesi” ile ilgili.
Kronik idrar yolu enfeksiyonu olanlar enfeksiyonların tekrarlamasından korunmak istiyorlarsa, doktorlarıyla da konuşarak bu doğal mucizeden faydalanmayı ihmal etmesinler.
Zira olgun kızılcık meyveleri ve onlardan elde edilen kızılcık suyu (veya bundan hazırlanan özel kızılcık ekstresi destekler) özleri kronik ve tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonlarından korunmada ciddi bir destek, güvenilir bir yardımcı.
Kızılcığın bu faydası bilimsel olarak da kanıtlandı.
Beslenmek mühim bir konu. Her şeyden önce “yaşamak” için beslenmek zorundayız. Kalbimizin çalışması, karaciğerin temizlemesi, böbreğin süzmesi, beynin fikir üretmesi için enerji şart.
Enerjimiz yoksa bırakın yürümeyi, kolumuzu kaldıramaz duruma geliriz. Enerji için de yiyip içmek zorundayız.
Sadece “enerji” ihtiyacı için besleniyor da değiliz. Çocuk ve gençsek büyüyüp gelişmek, yetişkinsek varlığımızı sürdürmek, yaşlıysak eskimeyi durdurup kırılıp dökülenlerimizi onarmak, hastaysak iyileşmek, sağlamsak hayattan keyif almak için de beslenmemiz lazım.
Peki, nasıl ve neler yiyip içerek besleneceğiz?
İşte bu sorunun cevabı karışık! Hem de çok karışık!
Karışık, çünkü konu beslenme oldu mu, birçok ayrıntı işin içine anında dâhil oluveriyor.
Örneğin, cinsiyetiniz önemli: Erkek ve kadın için azıcık farklı beslenme modelleri oluşturmanız lazım.
Sağlığımızın iki temel belirleyicisi var: Beslenme ve egzersiz.
Genetik mirasınız, yaş, cins, iş ve gücünüz ne olursa olsun sağlığın en az %70’ine bu ikili karar veriyor. Bu nedenle sadece “ne yiyorsan osun” diye düşünmemek lazım, doğrusu “ne yiyor ve ne yapıyorsan osun” olmalı. Beslenmeyle egzersiz arasındaki ilişki ise biraz karışık. Böyle olduğu için de çoğu egzersiz tutkunu beklediği verimi kazanamamaktan, düşündüğü hedeflere ulaşamamaktan yakınır. 6 ay-1 yıl sabırla her gün egzersiz yapan, spor salonlarının sabırla yolunu aşındıran ama kilo vermek yerine kilo alan birçok kişi var.
KAS YAPARKEN GÖZ ÇIKARMAYIN
“Daha fit ve formda olayım” diye egzersize başladığı halde yorgun düşen, kasları sarkan, sağlığı bozulan çok sayıda insanla tanıştım. Ortak sorunları aynıydı: Beslenme hataları.
Özellikle kas yapmak isteyen gençlerin beslenme hataları nedeniyle istedikleri hedefe ulaşamadıklarını da biliyor, çoğunun da hataları örtbas etmek için yanlış yollara saptıklarını, ottan çöpten şeylerden medet umduklarını da duyuyorum. Oysa işin uzmanları net ve açık olarak bilirler ki “kasların %70’i mutfakta, %30’u spor salonunda yapılır!” Eğer biraz daha fazlasını merak ediyorsanız buyurun…
SORU ŞU: AMACINIZ NE
Malumunuz kış ne kadar “kar beyazı” demekse bir o kadar da “nezle, grip, sinüzit, bronşit” demek. İşte bu nedenle kışa mutlaka hazırlıklı ve güçlü girmek lazım. Peki, nasıl yapılacak bu hazırlık? Nelere dikkat edilecek? Nelere yakın, nelerden uzak durulacak?
Kış hazırlıklarının başında bağışıklık sistemini güçlendirmek ve kış boyunca güçlü tutmak geliyor. Bu arada onu zayıf düşüren yanlışları da yapmamak lazım. Bağışıklık sistemi deyip geçmeyin, o çok ama çok önemli bir sağlık belirleyicisi.
Özellikle kış enfeksiyonlarına direnmede temel güç o. İsterseniz önce “bağışıklık gücümüzü nasıl artırabileceğimizi” bir bakıp sonra da “bağışıklık düşmanlarından uzak kalmanın yollarını” 10 maddede özetlemeye çalışalım.
1- D VİTAMİNİ STOKLARINIZ YETERLİ Mİ? Her vitamin bağışıklığı desteklese de D vitamini en güçlü bağışıklık belirleyicisidir. D vitamini stoklarınız düşükse daha ilk virüs saldırısında aksırıp hapşırmaya başlayacağınız da kesin gibidir.
İşte bu nedenle ilk işiniz D vitamini seviyenizi öğrenmek olsun. Kanda D vitaminini ölçen testler -çok şükür- sağlık ocaklarında bile yapılabiliyor.
Normal değerler yetişkin biri için 50 ünite ve üzerindeki rakamlar. İdeali 60-80 aralığı. Ben 100’ün üzerindeki rakamları biraz iddialı, fazla buluyorum, 50’nin altını ise sevmiyorum.
Özellikle 30’un altındaki rakamları riskli görüyor, hele hele 20’den düşük değerlerde daha hızlı takviye planları yapıyorum.