Ve biriken o çöpler de hücrelerimizi daha kötü ve hızlı yaşlandırıyor. Bu nedenle hem az yiyerek çöp üretimini azaltmak hem de çöplerini temizlemesi için hücrelere yardımcı olmakta fayda var.
İşte tam da bu noktada OTOFAJİ MUCİZESİ devreye giriyor. AZ YİYİP AÇLIK SÜRESİNİ DE UZATABİLİRSEK hücre hem daha az çöp üretiyor hem de enerji ihtiyacını kendi çöplerini yakarak karşılamaya yani OTOFAJİ YETENEĞİ’ni devreye sokmaya başlıyor.
Otofajinin sözlük anlamı “kendi kendini yemek”. Durumun bilimsel açıklaması ise oldukça farklı. Otofajide hücrelerimiz kendi kendilerini değil, üretim artığı toksik atıklarını, yaşlanmış parçalarını, döküntülerini, toksinlerini yiyerek beslenmeye başlıyor. Otofaji sürecine giren hücreler içlerindeki “lizozom” isimli minik yapıların da yardımıyla “kendi atıklarını” tüketerek yaşamını sürdürmeye başlıyor. Neticede, hücre de beden de beslenme çabasının getireceği zahmetlerden, yüklerden, toksik atıklardan kurtuluyor. Daha önceki üretim atıklarını, yaşlanmış parçalarını enerji kaynağı olarak kullanıp bir tür “iç temizlik”, bir çeşit “doğal detoks” sürecine giriyor. Kısacası otofajide adeta bir “arınma”, toksinlerden kurtulup hafifleme durumu söz konusu. Ve tabii ki bu olumlu gelişmeler aşağıdaki kutuda okuyacağınız muhtemel 10 faydayı sağlıyor.
Otofajinin faydalarını bilimsel olarak araştıran Japon bilim insani Yoshinori Ohsumi 2016’da Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı. Peki otofajiyi ilk keşfeden kim ya da kimler? Otofajinin geçmişi insanlık tarihi kadar eski. Oruç onu devreye sokmanın en etkili yollarından biri ve ilki. Çünkü günde 12 saati geçen, 14-16 saatlik açlık kürleri bu hedefe ulaşmak için yeterli. Eğer oruç sürelerini daha sık ve düzenli tekrarlayabilirseniz de açlıkla geçireceğiniz 14-16 saatlik periyodu yalnızca su içmekle sürdürürseniz otofajiyi tetiklemeniz mümkün olabiliyor. Muhtemelen de bu nedenle “iki öğün beslenme” metodu özellikle orta yaşlardan sonra taraftar bulmaya başladı. Özeti şudur: Eğer otofajiden faydalanmak istiyorsanız günde iki öğünle beslenmeyi deneyebilirsiniz.
KISA BİLGİ
K2 VİTAMİNİNE NEDEN İHTİYACIMIZ VAR
Büyük bir felaketti. Ve zaten bu nedenle de “100 YILIN/ASRIN DEPREMİ” olarak tanımladık. Haklıydık, 50 binden fazla insanımızı kaybettik. Kayıplarımız arasında hâlâ yeri yurdu bilinmeyen, ölü mü sağ mı olduğu bugün bile netleşmeyen pek çok çocuğumuz, gencimiz, yaşlımız var. Özetle büyük kayıplar verdik. Ve her büyük kaybımızdan sonra olduğu gibi bu kayıpları da maalesef “UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ!” gibi iki sözcükle özetleyiverdik. Peki, yeterli mi? Asla! Neden asla? Cevabı ben değil, hepimizin kıymetli hocası, ağabeyi İlber Ortaylı versin... Hazırsanız buyurun...
UNUTMAYIN
İLBER ORTAYLI’YI DİNLEYİN
İlber Hoca bakın ne diyor: “Bazı şeylere dikkat etmemiz lazım; depremde yetim, öksüz kalan çocuklara hepimizin destek olması şart. Bu işi Aile Bakanlığı’na bırakarak -vebalden- kurtulamayız. O çocukların şefkate ve yakın ilgiye ihtiyaçları var. Türk halkı bu iyi niyeti gösteriyor, hükümetin de bu iyi niyeti anlaması ve bilhassa Aile Bakanlığı’nın bu konuda özverili çalışmaya devam etmesi lazım. Acıların üzerine konuşmak çok zor. Yaraların sarılması için ‘GÖNÜLDEN DESTEK OLMAYA DEVAM ETMEMİZ’ şart. Vatanımızın, tarihimizin gördüğü en acı olaylardan biri. Sadece yıldönümlerinde anarak geçiştirilecek bir hadise değil. Savaşlarda ve muhaceretlerde bile bu kadar acı üst üste gelmemiştir.”
ÖZETİ ŞUDUR: Vatandaş olarak bizlerin de derlenip toparlanması çok zorlu günler içinden geçiyor olsak da özellikle deprem sonrası öksüz ve yetim kalan çocuklara yardımcı olması vazgeçilmez ve öncelikli toplumsal görevdir.
Özellikle üst solunum yolu enfeksiyonlarında hatta bir ölçüde bronşit ve zatürre gibi akciğer enfeksiyonlarında muazzam bir artış var. Üstelik bu yıl virüsler adeta “takım halinde saldırılar!” yapıyor. Vakaların önemli bir bölümünde “inflüanza A/B, COVID-19 ve rhino virüs enfeksiyonları” aynı anda ya da birbiri ardına bizi yatağa düşürebiliyor. Bu üçlü salgın nedeniyle de bazı ülkeler “tripledemic alarmı” vermeyi bile tartışıyor.
TAVSİYEM ŞUDUR: Okulların yeniden açılacağı bu yeni haftayla birlikte biraz daha tedbirli olmamız “kalabalık alanlarda maske kullanıp yakın temastan kaçınmamız, kişisel hijyene dikkat edip ellerimizi sık sık yıkamamız, öksürürken aksırırken ağzımızı kapamamız ve bulunduğumuz kapalı ortamları fırsat buldukça havalandırmamız” gerekiyor.
KISA BİLGİ BU YIL HANGİ VİRÜSLER ÖN PLANDA
Bu yıl görünen virüs enfeksiyonu vakalarının birinci sırasında enflüanza A ve enflüanza B var. Özellikle inflüenza A (DOMUZ GRİBİ) çok ağır ve uzun seyretme eğiliminde. İnflüenza enfeksiyonlarını RHINO VİRÜS VE RSV ENFEKSİYONLARI izliyor. COVID-19 hem biraz daha gerilerde kalmış durumda -ki iyi ki öyle oldu- hem de eskiye oranla biraz daha hafif seyrediyor (çok şükür!) ve daha az can yakıyor.
İYİ BİLGİ E VİTAMİNİ ZENGİNİ BESİNLERDE İLK 10
BİR:
Örneğin “biyoteknoloji” ve “nanoteknoloji” birleştirilince şeker hastaları, özellikle Tip 1 diyabetliler için muazzam bir umuda ve rahatlığa ve de mutluluğa dönüşebiliyor.
Bilindiği gibi dünyada milyonlarca şeker hastası var ve bunların önemli bir bölümü insülin iğneleri kullanarak sağlıklarını koruyabiliyor. Norveç ve Avustralyalı bilim insanları tarafında yürütülen ortak çalışmanın sonuçları ise bize yeni ve farklı ufuklar açabilecek gibi gözüküyor: Görünen o ki bir parça çikolatanın içerisine nanoteknoloji sayesinde yerleştirilebilecek insülin molekülleri ile kan şekerini ayarlama çözümünü insülin iğnelerinden çikolata tabletlerine taşıyabileceğiz.
Bu önemli ve yeni çalışmanın sonuçlarına bakılırsa “kapsül formunda ya da küçük bir parça çikolatanın içine yerleştirilerek vücuda insülin kazandırmak” mümkün olabilecek. Umalım ki sonraki çalışmalar da bu olumlu ilk verileri desteklesin, insülin iğnelerinin yerini çikolata tadında tabletler ya da kapsüller alsın.
İNSÜLİN NEDİR NE YAPAR
İnsülin
Eğer bu önemli problemin hâlâ yeterince farkında değilseniz aşağıda sizlerle paylaşacağım bilgileri lütfen dikkatle ve tekrar tekrar okumanızı tavsiye ederim. Hazırsanız buyurun...
KÖTÜ HABER
UYKUSUZLUK: PÜSKÜLLÜ BELA
Nörobilimci ve uyku uzmanı Dr. Matthew Walker adeta bir “PÜSKÜLLÜ BELA” haline gelen bu önemli sorunun altını yıllar önce yazdığı “Niçin Uyuruz?” kitabında oldukça sert ve uyarıcı cümlelerle bize net ve açık olarak anlatmıştı. Prof. Walker’a göre, “Uyumak beynimizin öğrenme, ezberleme ve mantıklı karar verme dahil pek çok işlevini destekliyor, duygularımızı yeniden düzenliyor, bağışıklık sistemimizi güçlendiriyor, metabolizmamızın ince ayarını yapıyor ve iştahımızı dengeliyor. Rüya görmek ise beyne geçmişte ve yakın zamanda edindiğimiz bilgileri harmanlayabileceği görsel bir gerçeklik alanı sunarak yaratıcılığı arttırıyor”.
Kısacası uyku son derece önemli bir fizyolojik ihtiyaç, uykusuzluk düşündüğümüzden çok daha ciddi bir sağlık problemi ve püsküllü bir bela. Bu önemli sorunun ciddiyetle araştırıldığı bir başka kitap daha var...
BİR KİTAP
Bu nedenle telaşa kapılmadan hepimizin koruyucu tedbirleri biraz daha sıkılaştırması gerekiyor. Uzmanlar vakaların neredeyse yüzde 70-80’ine yakınının inflüenza olduğu düşüncesindeler, daha önce de yazdım; bu yılki inflüenza vakaları eskiye oranla çok daha ağır seyrediyor.
Bu nedenle...
- Hasta olanların evlerinden çıkmamalarında fayda var.
- Hastalık belirtilerinden şüphelenenlerin evlerinde bile olsalar mutlaka ama mutlaka maske takmaları lazım.
- Önemli bir uyarım daha var: Sağlık Bakanlığı acilen bir genelge yayımlayarak hastaneler, poliklinikler, hatta doktor muayenehanelerinde bile maske zorunluluğunu hiç olmazsa 2-3 hafta süreyle yeniden gündeme getirmeli.
- Diğer taraftan viral enfeksiyonların yaygınlaşmasında toplu taşıma araçlarının, uçakların, otobüslerin, metrobüslerin ve metroların önemli bir payının olduğu da kesin. Maske ile korunma meselesi bu alanlarda daha da önemsenmeli.
- Son bir uyarı da uçak firmaları yöneticilerine olacak: Uçaklarda öksüren yolcular için bile yeterince maske bulunmuyor. Doğru olanı prensip olarak öksüren, aksıran, hapşıran yani virüs yayma ihtimali olan yolcuları hosteslerin uyarmaları ve maske taktırmalarıdır.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve örgüte üye ülkelerin uzmanları, yıllık toplantılarında yakın bir tarihte çıkabilecek yeni bir pandemiyi “X PANDEMİSİ” olarak kodlayıp bu muhtemel pandemiye karşı proaktif bazı eylem planlarını her yıl yeniden hazırlar. Bu planları da sık sık uluslararası toplantılarda ülke yöneticileri ve yetkililerle paylaşarak ülkelerin sağlık sistemlerini gelecekteki o muhtemel pandemiye karşı nasıl hazırlayacaklarını, dünya ölçeğinde nasıl bir işbirliği planı yapılması gerektiğini tartışmaya açarlar. Peki, bu tartışma, bu yeni korku nereden çıktı?
Korkunun kaynağı öncelikle sosyal medyadaki klavye delikanlılarıdır. Ve onların çıkardığı bu tür yaygaralara asla kulak asmamak lazımdır. Bilelim ki şimdilik ortada mevcut bir ne “X” ne de “Y” pandemisi söz konusu değildir.
Ayrıca şunu da belirtelim: Bu tür bilinmeyen sağlık sorunlarını gerçek anlaşılıncaya kadar “X” harfiyle yani “bilinmeyen” olarak tanımlamak modern tıp biliminin yeni değil eski bir geleneğidir. Şimdilerde “metabolik sendrom/insülin direnci” olarak adlandırdığımız ve nedenlerini de sonuçlarını da çok iyi anladığımız sağlık sorununu da uzun süre meseleyi anlayana kadar “SENDROM X” olarak tanımlanmıştı.
ÖZETİ ŞUDUR
SENDROM X BİR HAYALETTİR
Bugünlerde pek gündemde olan “X hastalığı” sadece bir varsayımsal bir terimdir, bir hayalettir. Prensip olarak Dünya Sağlık Örgütü yakın bir gelecekte ortaya çıkabilecek bir salgına karşı hepimizi uyarmak için böyle bir tanımı gündeme getirmiştir. Bizim yapmamız gereken adı ister “X”, ister “Y”, ister “Z” olsun bağışıklığımızı güçlü tutmak, kendimize iyi bakmak ve koruyucu önlemleri özellikle viral enfeksiyonların daha kolay yayıldığı kış aylarında mümkün olduğu ölçüde gündemde tutmaktır. Bu nedenle isterseniz gelin bir önceki bağışıklık uyarısı yazımızı biraz daha güncelleyelim, bağışıklığımıza nasıl daha çok güç kuvvet kazandıracağımız meselesini etraflıca ve yeniden hatırlayabileceğimiz kısa bir “BAĞIŞIKLIK TURU”na çıkalım.
BAĞIŞIKLIK TURUNA HAZIR MIYIZ
Kiminle konuşsam evinde nezle, grip ya da soğuk algınlığı nedeniyle yorgan döşek yatan bir yakınından bahsediyor. Üstelik bu yıl kış virüsü menüsünde önemli değişiklikler de var. Mesela bu yıl inflüenza/grip enfeksiyonu çok ağır ve ağrılı seyrediyor. Bu nedenle de anlaşılan o ki yeni haftaya “BAĞIŞIKLIK NOTLARI”nı hatırlatarak başlamak gerekiyor. Hazırsanız buyurun...
D VİTAMİNİNİ NASIL KULLANALIM?
D vitamini destekleri bu zor günlerin en önemli ve en gözde bağışıklık takviyeleri. Peki o takviyelerden nasıl daha doğru faydalanabiliriz?
BİR: Mümkünse damla formatını tercih edin.
İKİ: Damla formlarında lipozomal ürünlere öncelik verin.
ÜÇ: Tek kullanımda 1-2 bin üniteyi geçmeyin.
DÖRT: 2 Bin ünite üzerine doktordan tavsiye alın.
BEŞ: