Bu nedenle hepimiz son derece dikkatli ve duyarlı olmak zorundayız. Ama nedense ne Çevre Bakanlığı’ndan ne de Sağlık Bakanlığı’ndan konunun çözümüne ilişkin herhangi bir açıklama gelmedi, gelmiyor.
Diğer taraftan Adana Çukurova Üniversitesi ile Danimarka Roskilde Üniversitesi’nin yaptığı ortak bir çalışma ise mikroplastiklerin artık ilaçları damar yoluyla verdiğimiz serum torbalarına bile girdiğini gösteriyor. Kısacası mesele zannettiğimizden çok daha önemlidir. Mikroplastik tehdidi geleceğimizi tehdit eden en önemli sağlık bozuculardan biridir. Eğer damardan da mikroplastik almaya başladıysak vay halimize!
KISA BİLGİ SİVİLCELİ GENÇLER NE YEMELİ, İÇMELİ
Sivilce meselesi hepimiz için can sıkıcı bir sorun ama özellikle ergen çağdaki gençler konuya daha fazla önem veriyor. Haksız da sayılmazlar. Ama bilelim ki özellikle ergen çağdaki gençleri çok üzen o sivilceler beslenme seçimlerinden bile etkileniyor.
Un ve şeker içeriği azaltılmış, işlenmiş/rafine karbonhidrat oranı düşürülmüş bir beslenme tarzı bu gibi sivilceleri azaltmada yağları kısıtlamaktan daha etkili netice veriyor. Kısacası bu sivilcelerle mücadelede öncelikle şekeri, şekerli içecekleri, gazlı, kolalı meşrubat ve meyve suyu konsantrelerini, soğuk çayları (buzlu çay!), fırın, pastane ürünleri, bisküvi, cips ve gofretleri kesmek gerekiyor.
Eğer sağlıktaki yeni gelişmelere bakılırsa kronik bir hastalığa yakalanmadan, şekere, tansiyona, Alzheimer’a kansere, romatizmaya, kalp ve beyin krizine paçanızı kaptırmadan yaşlanmanız hatta ömrünüzün son nefesi ve kalp vuruşuna kadar formda ve zinde bir hayat sürmeniz mümkün olabilecek. Peki nasıl? Longevity sayesinde. Nedenine gelince...
Longevity muazzam bir hızla büyüyen yeni ve önemli “interdisipliner/farklı disiplinlerin işbirliğini gerektiren” muazzam ve yeni bir sağlık alanı. Son yıllarda bu kadar popülerleşmesinin sağlık sohbetlerimizin bir numaralı konusu haline gelmesinin öncelikli nedeni de insan ömrünün hızla uzaması. Eskiden 60’lı 70’li yaşlara kadar yaşamaya razı olan bizler, şimdilerde 80’ler, 90’lar için bile “Bir tık daha fazlası olmaz mı?” arzusu içindeyiz. Bana sorarsanız haksız da sayılmayız.
İsterseniz gelin öncelikle longevity ne demektir ve niçin bağımsız bir bilim ya da uzmanlık alanı değil de pek çok bilim insanı ve uzmanın birlikte çalışmasını gerektiren çok yönlü bir kavramdır, onu bir anlamaya çalışalım.
İYİ BİLGİ LONGEVİTY=İYİ YAŞLANMA
Eğer longevityi “iyi yaşlanmanın yeni standardı” ve “kronik bir hastalığa yakalanmadan yaşlanmak” daha da önemlisi “zamanın ötesinde bir gençlik halini son nefesine kadar korumak” olarak düşünüyorsak bu yeni ve dönüştürücü gücün önemini ve bilimsel dayanaklarını daha iyi kavramamız lazım. Longevity muazzam bir sağlık işbirliği gerektiren yeni ve sınırsız bir alan. Siz işte bu nedenle ortalıkta “Longevity uzmanıyım” diye dolaşan sözde uzmanları pek ciddiye almayın. Longevity kavramının “yetenekli, işinde uzmanlaşmış, tecrübeli bir sağlık takımının ‘nörolog, psikiyatrist, iç hastalıkları uzmanı, endokrinolog, kadın sağlığı uzmanı, diyetisyen, fizyoterapist, genetik uzmanı ve geriatrist...’ gibi pek çok klinik tecrübesi olan uzmanın işbirliğini gerektirdiğinden” de hiç şüphe duymayın. Kısacası longevity uzmanlığı diye özel bir uzmanlık alanının olmadığına ve bu işin mükemmel bir takım çalışması gerektirdiğine yürekten inanın. Eğer birisi size “Ben longevity uzmanıyım” derse de o uzmanlığı “nerede, nasılve hangi eğitimlerden geçerek” kazandığını sorgulamaktan çekinmeyin.
UNUTMAYIN EPİGENETİK ‘LONGEVİTY’NİN ANAHTARIDIR
Epigenetik değişikliklerin sadece hastalık süreçleri, daha da önemlisi yaşlanmanın getirdiği problemlerimiz üzerinde değil, kişilik ve karakterlerimizin şekillenmesi ve gelişmesi üzerinde de etkili olabileceği kanaatindeyim. Bu nedenle de “KARAKTER Mİ, KOŞULLAR MI?” sorusuna yanıt arıyorum.
Aradığım yanıtlardan birini uzun zamandır elimden düşmeyen ve içeriğini zaman zaman bu köşede sizlerle de paylaştığım DANİEL J. LEVİTİN’İN BAŞARILI YAŞLANMA kitabında buldum: Dr. Levitin de benimle aynı fikirde. O da gen tiyatrosunun önemli, çevre gen tangosunun mühim olduğunu düşünenlerden. O da benim gibi karakter çizgilerimizin oluşumunda genler kadar yaşadığımız çevrenin ve koşulların da etkili olduğunu söylüyor. Kısacası gen tiyatrosunun önemine işaret ediyor.
İYİ BİLGİ
HAYAT BİR TANGODUR
Dr. Levitin’e göre, “Karakter çizgilerimizin oluşumunda genlerimiz kadar çevre de çok önemlidir. Genlerimizin ‘saç rengi, ten rengi ve boy gibi fiziksel özelliklerimizi’ etkilediği kesindir. Ne var ki genler fiziksel özelliklerimizin yanı sıra ‘kendinden emin olma, şefkat eğilimi ve duygusal/zihinsel/kişilik özelliklerimizi de’ etkilemektedir. Bedenimizde uyku halinde mevcut olan genler yaşadığımız çevresel tetikleyicilerin etkisiyle -KOŞULLAR- karakterimizi bile değiştirebilir”.
Dr. Levitin’e göre, “Beynimizin -dolayısıyla davranışlarımız ve karakter çizgilerimizdeki değişimlerin- kendini yapılandırma biçimi ‘genetik olasılıklar ve çevresel etkenler arasında süregiden ve ritmi zaman zaman değişebilen muazzam bir tangodan ibarettir”.
Oysa o araştırma geleceğimizi tehdit eden önemli ve tehlikeli bir probleme işaret ediyordu. Araştırmada uzun zamandır bu köşenin de gündemi olan “MİKRO/NANOPLASTİK TEHDİDİ” ile ilgili önemli bir tespit vardı. Araştırmanın sonuçları New England Journal of Medicine dergisinde yayımlandı. NET
MESAJ ŞUYDU: Bedenimize şu veya bu yolla giren nanoplastiklerle kalp krizleri ve felçler arasında da ciddi bir bağlantı var. Nanoplastikler felç ve kalp krizi riskini de arttırıyor. Konu çok mühim, isterseniz gelin biraz daha detaylara girelim...
AMAN DİKKAT
HER YERDE ONLAR VAR
Nanoplastik tehdidi aslında uzun zamandır gündemde. Plastik kaplı içme sularındaki nanoplastiklerin yaratabileceği tehlikelere bilim insanları uzun zamandır zaten dikkatimizi çekiyordu. Hatırlayalım: Ortalama bir litre plastik şişedeki suyu içtiğimizde bedenimize ortalama 240 bin civarında nanoplastik girebiliyor. ABD’de yapılan bir araştırmada yaygın olarak kullanılan 3 plastik şişe suyu markası test edildiğinde boyutları 100 nanometreye kadar değişen mikro/nanoplastiklerin tespit edildiğini de çok iyi biliyoruz. O araştırmadaki analizlerin sonucunda 1 litre plastik kaplı içme suyunda 110 bin ile 370 bin arasında değişen rakamlarda mikro/nanoplastik bulunabiliyor. Bu bilgileri bir süre önce bir ara Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarlığı da yapan Prof. Dr. Mustafa Öztürk Hoca bize ulaştırmıştı. Mustafa Hoca’ya göre, bir şişe plastik suda ortalama gözle görülmeyen çeyrek milyon civarında nanoplastik bulunabiliyor.
İsterseniz gelin tam da bu noktada şu nano ölçeği konusunda da sizi bilgilendirelim.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk
Daha az kalori kazanımı yani yiyecek, içecek tüketimi belirli bir süre ve ısrarla kısıtlandığında sadece metabolizmamız dinlenmiyor, bedenimizde daha doğrusu hücrelerimizde başka pek çok iyi ve olumlu süreçler de devreye giriyor. Neticede de daha sağlıklı, temiz ve dingin bir hayat sürme şansı yakalıyoruz. Peki nasıl? Detaylar için hazırsanız buyurun...
NET BİLGİ
KALORİLER AZALDIKÇA ÖMÜRLER UZUYOR
Kalori kısıtlanmasının insülin ve insülin benzeri büyüme faktörü olarak bilinen İGF-1’in etkinliğini azalttığını neredeyse 20-30 yıl önce net ve açık olarak öğrendik. İnsülinin ve İGF-1’in azalması, aşırı ve gereksiz insülin ve İGF-1 üretiminin frenlenmesi, neticede de insülin direncinin engellenmesi şeker hastalığından Alzheimer’e, kalp damar hastalıklarından kanserlere pek çok sağlık sorununu engelleyebiliyor. Diğer taraftan son yıllardaki güvenilir çalışmalar, kalori kısıtlamasının yani daha az yiyip içmenin “Adenozin Mono Fosfat” ile aktive olan “Protein Kinaz”ı (AMPK) ve “Sirtüinler”i aktive ederek de bize hayat veriyor. İsterseniz gelin tam da bu noktada sizlerle daha önce de paylaştığım şu bilgiyi yeniden hatırlayalım: İnsülinin ve İGF-1’in aktivasyonu ömrü kısaltırken AMPK ve sirtüinlerin aktivasyonu ömrümüzü uzatmakta, yaşam kalitemizi arttırmaktadır.
KESİN BİLGİ
AZ YE ÇOK YAŞA
Oruç tutmak sadece bizim ruhumuz ve bedenimizi değil, ailemizle, dost ve arkadaşlarımızla hatta bu alemle ile kurduğumuz ilişkileri bile iyileştirir. Bu güzel ay sadece belirli bir süre yememe, içmeme, bedeni/metabolizmayı dinlendirme ayı da değildir. Bir “vites değiştirme”, bir “mola verme”, bir “hayat ile ilişkilerimizi gözden geçirme fırsatı” gibidir. Eğer oruca sadece oruç gibi bakmaz sürecin tamamını doğru ve eksiksiz anlayıp uygularsak bedenimiz de ruhumuz da bize adeta teşekkür edecektir. Orucun sağlığımızla ilişkisine bu güzel ay boyunca sık sık değineceğim. Şimdilik bu mübarek ayın hepimize sağlık, mutluluk, neşe, iyilik, bereket, dostluk, barış, hoşgörü, sevgi ve huzur getirmesini diliyorum.
BİR UYARI
OBEZİTE PATLAMASINA DİKKAT
Obeziteye ilişkili yeni rakamlar son derece korkutucu. Özellikle kadınlar söz konusu olduğunda daha da ürkütücü bir obezite gerçeği daha doğrusu tehdidiyle karşı karşıyayız. En son açıklanan verilere göre KADINLARIMIZIN yüzde 24’ü obez. Maalesef yüzde 31’i de aşırı kilolu. Yani her 2 kadınımızdan biri sağlıksız. Her 2 kadınımızdan biri şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp damar hastalığı, inme hatta Alzheimer riski ile karşı karşıya. Her 2 kadınımızdan biri muhtemelen yaşı 60’a bile gelmeden diz protezi ameliyatına ihtiyaç duyacak. Her 2 kadınımızdan biri horlamayla, uyku apnesiyle, bel ağrısıyla boğuşacak. ERKEKLERİMİZE gelince... Durum onlar için de pek iç açıcı değil. Erkeklerimizin yüzde 17’si obez. Yüzde 40’ı da aşırı kilolu. Kısacası obezite rakamları “ÜRKÜTÜCÜ” bile değil kelimenin tam anlamıyla “KORKUNÇ”!
Buradan SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZA bir AÇIK ÇAĞRIDA bulunmak istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanım OBEZİTE MESELESİNE lütfen ve acilen el koyunuz. Çözüm için ilgilileri devreye sokunuz. Zira tehlike çok büyük.
İYİ BİLGİ 1
İYİ BİLGİ YENİ BİR EGZERSİZ TRENDİ: RUCKİNG
Rucking uygulaması köklerini askerlerin sırt çantalarını yüklendikleri ağır ekipmanla birlikte taşımalarından alıyor. Yani arka planında “ordusal/askeri” bir birikim var. Sırttaki ağırlıkla yürümek, sırt çantasının ağırlığı altında kısa ya da uzun mesafeler kat etmek hem kas kütlenizi ve gücünüzü hem de aerobik performansınızı ciddi oranda arttırabiliyor. Rucking yapmak özellikle eklemlere koşmaktan daha az stres, ağırlık ve zorlama yüklüyor. Hatırlayalım, koşarken her iki ayağımızın yerden kesildiği bir an, bir süre ve hemen onu takip eden yere ayaklarımızla ilk çarpma anında özellikle diz ve kalça eklemlerine ani ve ciddi bir yüklenme olabiliyor. Bu yüklenme de bir süre sonra dizlerimizde ciddi sorunlar yaratabiliyor. Oysa sırt çantanızla yürürken bir ayağınız her an ve her zaman yerle temas halinde. Bu ince fark doğru egzersiz ayakkabıları kullanılır ve sırt çantasına ağırlık yükleyerek yürüyüş yapıldığında diz ve kalçalara ulaşabilecek darbelerin seviyesini ve olumsuz etkilerini azaltıyor, diğer taraftan yürüyüşün fizyolojik verimini önemli ölçüde arttırabiliyor.
İYİ HABER RUCKİNG İLE DAHA ÇOK KALORİ YAKILIYOR
Sırt çantasıyla yapılan keyifli rucking yürüyüşlerinde bile neredeyse koşmak kadar kalori yakmak mümkün. Araştırmalara bakılırsa ağırlıklı bir sırt çantasıyla yürümekle ağırlık eklemeden yürümeye göre yüzde 40-50 daha fazla kalori yakabiliriz. Rucking’in sadece kilo vermeye ve kas geliştirmeye değil, duruşu geliştirmeye ve özenli bir postür oluşturmaya da yararlı olabileceğini hatırlatayım. Diğer taraftan rucking egzersizlerinin mükemmel bir sosyalleşme fırsatı olabileceğinin de altını çizeyim. Zira arkadaşlarınızla toplu halde yapacağınız sırt çantalı yürüyüşler size koşularda olduğu gibi nefes nefese kalmadan onlarla konuşma ve sohbet etme fırsatı da sağlayacaktır. Özetle, ağırlık eklenmiş bir sırt çantası ile yapacağınız yürüyüşler yani rucking antrenmanları hepimiz için iyi bir egzersiz seçeneği olabilir.
BİR ÖNERİ HALSİZ VE YORGUNSANIZ ŞUNLARI ARAŞTIRIN
Halsizlik
Nedeni şu: Görünen o ki etrafımda dolaşan sözde ve sahte bilimcilerden uzak kalabilirse bir interdisipliner bilimsel alan olarak Longevity, ayakları yere iyi ve sağlam basan bir “YENİ HAYAT MOTTOSU” haline gelecek. İnşallah yanılmam ve böyle olur. Böyle olabilmesi için de “epigenom” kavramına daha iyi sarılır. Detaylar için buyurun...
ÖNEMLİ HARVARD’LI DOKTOR SINCLAIR BAKIN NE DİYOR
2000’li yılların başında uzun yaşam genlerinden birini, “sirtüinler”i bulan ve “uzun yaşam-genetik ilişkisi” üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Harvard’lı bilim insanı Dr. David Sinclair’e göre, insan genomunun haritalanmasının tamamlanmasından sonra daha da önemli hale gelen longevity alanını kavrayabilmek için Dr. Sinclair’in “ÇILGIN PİYANİST” kavramını veya “DVD metaforu”na göz atmamız lazım...
Dr. Sinclair’in “çılgın bir piyanist” olarak tanımladığı “EPİGENOM” kavramını daha iyi anlayıp öğrenmek zorundayız. Zira “yaşlanmanın bilgi teorisi”ni kavrayabilmemiz için iyi ve kötü genlerin yönetimi ve kontrolünde önemli bir faktör/belirleyici olan epigenomu daha iyi tanımak mecburiyetindeyiz.
Yakın zamana kadar “vazgeçilmez bir kader” zannettiğimiz “DNA ipliklerimiz”de yazılı “genetik miras”ımızın, nasıl bir yaşam tarzı icrasıyla bir “iyi ya da kötü hayat senfonisi” haline geleceğine “epigenom” kavramı ve epigenomun yönetimi karar veriyor. Dr. Sinclair’e göre, epigenom basitçe “DNA ipliklerimizde yazılı genetik şifreler”den oluşuyor. DNA ipliklerini “piyano”, o ipliklerde yazılı genetik şifreleri “hayat şarkımızın notası” kabul edersek, epigenom o piyanoda o notaları icra eden “piyanist”i temsil ediyor. Yaşlanma sürecini daha doğrusu DNA mirasımızı değiştirilemez bir kader olmaktan çıkarmak istiyorsak o piyanisti iyi tanımak, eğitmek, doğru bilgilendirmek zorundayız.