Gebelik, hem anne adayının artan metabolik yüklerini karşılaması hem de fetüsün sağlıklı bir gelişim süreci yaşaması açısından beslenme konusunda titizlik gösterilmesi gereken bir dönemdir.
Dengeli ve nitelikli beslenen anneler, gebelik sürecinde oluşabilecek problemlere karşı daha dirençli olurlar.
Bebeğin bedensel gelişimi ve doğum ağırlığı kadar beyin ve sinir sistemi gelişimi de annenin beslenmesiyle yakından ilişkilidir.
Rahim içinde ölüm, erken doğum ve gebelik zehirlenmesi gibi sorunlar da annenin beslenmesindeki yanlışlıklardan kaynaklanabilir.
Gebelik döneminde günlük enerji ihtiyacı hesaplanırken gebenin yaşı, fiziksel aktivitesi, boyu, kilosu gibi faktörler dikkate alınmalı, ilk 3 ay günlük kaloriye ortalama 100-200, ikinci ve üçüncü üç aylık dönemlerde ise 200-350 kalori civarında kalori ilavesi yapılmalıdır.
Annenin gebelik süresince ek proteine de ihtiyacı olur. Anne ve bebeğin gebelik sürecinde depoladıkları protein miktarı 900 gr civarındadır.
Gebelik süresince normal gereksinime ek olarak günde 20 gr daha protein verilmesi önerilmektedir.
Sabahları eklemleriniz adeta paslanmış gibi tutukluk yapıyor, ağrıyor.
Gün içindeyse eskisi kadar rahat hareket edemediğinizi fark ediyorsunuz.
Aslında sorun yeni de değil. Birkaç yıldır yürürken, merdiven çıkarken diz eklemlerinizde zaten ağrılar vardı. Başta önemsemediğiniz bu ağrılar birkaç ay içinde kalça eklemlerinize, omuz, el, bilek, dirsek ve hatta sırt eklemlerinize kadar yayıldı. Artık neredeyse parmaklarınızdaki eklemler bile ağrıyor! Peki sorun ne?
Bunlar erkeklerde 50, kadınlarda ise 40 yaş civarında başlayan yaşlılık romatizmasının ilk işaretleridir.
Özellikle kadınlarda menopozla birlikte belirgin bir hâl alan osteoartrite bağlı bu gibi şikayetler, yaşamınızın kalitesini olumsuz etkiler.
Yaşlanmayla birlikte eklemlerde yastık görevi yapan kıkırdak doku aşınır.
Kıkırdak yapısının bozulması ve zamanla yok olması, eklem yüzeylerinin sürtünmesine, aşınmasına, hatta kırılmasına neden olur.
Bir kere şu kesin: Tatlının her türlüsü en az miktarlarda yenilecek!
“Ben tatlısız yapamam hocam!” diyorsanız da (ki çoğunuz böyle düşünüyor), kesinlikle haklısınız. Harika bir tatlı damak çatlatır. Güzel bir tatlı beyinde mutluluk rüzgarları estirir.
Tatlılar sadece damak çatlattıkları için değil aynı zamanda hoş sofralara eşlik ettikleri, keyifli sohbetleri destekledikleri için de önemlidir.
Tamam ama aynı zamanda ölçü kaçınca her tatlı “tehlikeli”dir.
Nedeni net ve açık: Tatlıların çoğu un ve şekerden üretiliyor. Bazıları da kızarmış yağ kaynıyor.
İçlerinde sağlığa yararlı ne bir vitamin, mineral, antioksidan ne de posa, protein var. Boş kaloriler içeren besinler.
Bununla birlikte siz ille de “ben tatlısız yapamam” diyorsanız şu tavsiyeler işinize yarayabilir:
Uyku esnasında biraz daha fazla salgılanan büyüme hormonu, cildin canlı, diri, parlak ve genç kalmasını sağlar. Sağlığınızın altın anahtarlarından biri de “iyi bir gece uykusu”dur. Tıp biliminin en az bilinen konularından biri olmasına rağmen elimizdeki sınırlı veriler bile “iyi bir uyku”nun hayat kalitemizin temel belirleyicilerinden biri olduğunu gösteriyor. Uykusuz kişilerin kalp krizinden felce, kalp ritim bozukluklarından tansiyon yüksekliğine, kilo almadan depresyona pek çok hastalığa yatkın hale geldiği yüzlerce araştırmayla kanıtlandı.
Dahası, eğer bir gece önce güzel bir uyku çekemediyseniz yorgun, bitkin, halsiz, sinirli, gergin, olur olmaz zamanlarda patlamalar gösteren, işine gücüne odaklanmada zorluk çeken, öğrenme zorlukları yaşayan, yani iş başarısı ciddi ölçüde bozulan, daha da önemlisi kaza yapmaya eğilimli biri haline geldiğiniz ispatlandı.
Özetle; uyku sadece bir “mola” gibi düşünülmemesi, vücudun kendini iyileştirdiği, uyanıklık döneminde ortaya çıkan problemleri tedavi ettiği, yara bereleri sarıp sarmaladığı bir “tedavi süreci” veya “iç ilaç” olarak kabul edilmesi gereken bir zaman dilimi.
Araştırmalara bakılırsa önümüzdeki günlerde uykusuzluğun daha pek çok problemle doğrudan ilişkili olduğunu göreceğiz. Bunlardan bazılarının ipuçları daha şimdiden elimize geçti bile: Mesela eğer iyi bir uyku uyuyamıyorsanız, obez olma ihtimaliniz ve diyabete yakalanma riskiniz artıyor.
Uykusuzlarda ani ölüm riski beklenenden daha yüksek görünüyor. Uykusuzların yaşlılıklarında bellek sorunları ile uğraşmaları, hatta daha da kötüsü bunamaları ihtimali de daha fazla deniliyor! Kısacası uykusuzluk çok ama çok mühim bir mesele...
Sofralar büyüdükçe kilo riski de büyür
Beslenmenin psikolojisi en az fizyolojisi kadar önemli bir ayrıntı. Sofraların sadece karın değil, aynı zamanda aileyle, eş, dost ve arkadaşlarla iyi zamanların geçirilerek ruhun da beslendiği bir çeşit terapi alanları olduğu da kesin. Zaten bu nedenle de aile sofralarına dönmek gerektiğini ısrarla söylüyoruz. Ancak burada küçük bir nüans var, ona da dikkat etmek lazım. Araştırmalar, uzun süren sofra keyiflerinde özellikle arkadaşlarla birlikte yenilen uzun yemeklerde beklenenden daha fazla gıda tüketimi olabileceğini gösteriyor. Diğer taraftan sofrada kalma süresi uzayıp tüketilen gıda miktarı arttıkça yemekten sonra tatlı tüketme eğilimi de artıyor. Kısacası tek başına yemek yemek güzel bir şey değil ama kalabalık sofraların da bazı riskleri var. Küçük bir ayrıntı da şu: Erkek erkeğe veya kadın kadına yani hemcinslerle beraber yenen yemeklerde de gereğinden fazla kalori tüketme eğilimi başlıyor. Örneğin, kadınların erkeklerle beraber yedikleri yemeklerde kadın kadına oldukları yemeklere oranla daha az gıda tükettikleri tespit edilmiş. Enteresan bir bilgi de şu: Yemek yediğiniz restoranda siparişlerinizi zayıf değil de kilolu bir garson alıyorsa siz daha fazla yeme eğilimine girebiliyorsunuz. Kısacası yeme içme işinin psikososyal yönü de bir hayli karışık, biraz daha dikkatli olmanızda fayda var.
Kefirin faydaları saymakla bitmez
Takiben de “B12’mi ölçtüreyim, D vitaminime, demirime bir baktırayım” telaşları başlıyor. Oysa sorun sadece “eksiklerimiz”den değil, basit yanlışlarımız, ruhsal ya da bedensel “fazlalıklarımız”dan da kaynaklanabiliyor. Konsantrasyonumuzu bozan hatalardan bazılarını aşağıdaki kutuda özetledim. Bir göz atmanızda fayda var.
Konsantrasyon sabotajcıları
1- Aç olabilir misiniz? Açsanız şekeriniz düşer, hipoglisemiye girersiniz, beyniniz biricik yakıtı olan şekerden mahrum hale gelir. Öğün atlamak, özellikle kahvaltı yapmayı unutmak en yaygın konsantrasyon katillerinden biridir. 2- Uykusuz musunuz? Uykusuzluk bilinen en eski konsantrasyon düşmanıdır. Hele bir de horlamanız veya uyku apneniz varsa işiniz daha da zorlaşır.3- Gergin misiniz? Stres bilinen en güçlü konsantrasyon katillerinden biri. Hele aşırı endişe, kafa karışıklığı ile birlikte olduğunda konsantrasyonunuzun canına okuyabiliyor. Stres emen “sünger”lerin (!) stres yansıtan “teflon”lara oranla daha sık konsantrasyon sorunu yaşamalarının nedeni budur. 4- İlaç kullanıyor musunuz? Sık kullanılan bazı ilaçlar konsantrasyon bozukluğu yapabiliyor. Bazı antidepresanlar, betabloker’ler, kolesterol hapları, hatta ağrı kesiciler konsantrasyonu olumsuz yönde etkileyebiliyor, aklınızda olsun.5- Çok mu meşgulsünüz? Cep telefonunuz susmuyor, e-mail’lerinizin ardı arkası kesilmiyor olabilir mi? Yeni hayatın en etkili konsantrasyon katili hangisidir sorusunun üç cevabı varsa eğer, cep telefonu ve e-mail yoğunluğu mutlaka bunlardan biri olmalıdır. Tekrar tekrar çalan bir cep telefonu ve mail kutusunu dolduran elektronik postalar kadar çok az şey beynimizin art yükünün canına okuyabiliyor. Bu ikiliye aslında biraz da “sosyal medya!” sorununu eklemekte fayda var. Sosyal medyada turlama sayınız arttıkça odaklanma sorununuzun büyüyeceğinden hiç kuşkunuz olmasın. 6- Testosteronunuz düşmüş olmasın? Testosteron azlığı sadece erkeklerin değil, kadınların da konsantrasyonunu bozuyor. 7- Zaman yönetmeniz bozuk olabilir mi? Belli bir zaman diliminin içine ne kadar iş sıkıştırırsanız bunlardan birine konsantre olma çabanız o oranda aksayacaktır. Aynı anda iki-üç hatta dört işi yapmaya çalışırsanız beyninizdeki bilgi hatlarının ve trafiğin karışması o kadar yüksek bir ihtimaldir. 8- Yoksa depresyona mı girdiniz? Odaklanma güçlüğü kapınızı çalmak üzere olan bir depresyonun ilk habercisi de olabilir, aman dikkatli olun.
Yaşlılık üzerine 5 güzel cümle
◊ Yaşlılık sizi bulmaz, siz yaşlılığı bulursunuz. ◊ Zarafet kırışıklıklarla birleştiğinde hayranlık uyandırır.◊ Genç bir insan roman yazarken otobiyografisini, yaşlı bir insan otobiyografisini yazarken roman yazar.◊ 60’lı yaşlardan sonra sabah keyifle uyanmak bile başlı başına bir zaferdir, teşekkür gerektirir. ◊ Bir insan hayallerinin yerini pişmanlıklar alana kadar yaşlı değildir.
Asya ve Uzakdoğu’da sadece Singapur ve Japon halkı seksen yılı geçebiliyor. Bize gelince... Erkekler için 72-73, kadınlar için 75-77 yaş aralığında ömrümüzü tamamladığımız anlaşılıyor. Yaşam süresi en kısa olanlarsa Afrika’da ikamet edenler. Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ortalama yaşam elli yılı bile bulmuyor. Yaşam süresi farkı söz konusu olduğunda ise kadınlar hemen her ülkede erkekleri geçiyor. Aradaki fark ortalama altı yıl kadar. En büyük fark komşumuz Rusya’da. Bir Rus erkeği hayata kadınından 11 yıl daha erken veda ediyor. Bugün erkeklerin kadınlara oranla neden daha erken hayata veda ettiklerini hatırlamaya ne dersiniz? Buyurun...
ERKEKLER İÇİN ÖMÜR TÖRPÜSÜ 15 SEBEP
- ALKOL VE SİGARA: Kadınların alkol tüketiminde de bir miktar artış var ama erkekler bu konuda birinci. Sigara alışkanlığı da erkeklerde daha yaygın.
- SAĞLIK BAKIMINA DİKKATSİZLİK: Vücutlarından gelen sinyalleri ciddiye almak, düzenli sağlık kontrolleri yaptırmak gibi bir alışkanlık erkeklerde maalesef hala yok, çoğu erkeği yıllık sağlık değerlendirmelerine, hatta prostat muayenelerine bile hep eşleri götürüyor!
- İŞ STRESİ: Kavram olarak “stres sorunu” erkekten çok kadını etkilese de erkekler stres yönetimi konusunda çok beceriksiz. Dahası strese karşı adeta “sünger tipi” bir yaklaşım içindeler. Kadınlarsa genelde başarılı birer “teflon davranışı” sergiliyor, stresi bedenlerine öyle kolay kolay yapıştırmıyorlar.
- KAZAYA EĞİLİM: Bu biraz “kontrolsüz ve aşırı cesaret” durumu, biraz da “dikkatsizlikle” ilişkili. İş kazaları ya da trafik kazaları fark etmiyor, erkekler daha çok kaza yapıyor.
- TEDBİRDE DİKKATSİZLİK: Motosiklet-bisiklet sürerken kask takmak, otomobil kullanırken sürücü kemeri kullanmak, korunmasız cinsel ilişkide vurdumduymaz davranmak kadınlardan çok, erkekler arasında yaygın.
-
Bahar bitiyor, yaz kapıda, mayoları giyip deniz keyfi yapma günleri inşallah çok yakın. Bu arada kıştan kalan kilolardan kurtulmak için de en uygun zaman dilimi. Hatta fazla yağları vermek için “köprüden önceki son çıkış” denilebilecek günlerdeyiz. Eğer siz de fazla kilolarınızdan kurtulmak, hafifleyip forma girmek istiyor ve de “Verdiğim kilolar 3-5 ay sonra geri gelmesin!” diyorsanız basit ama mühim bazı kuralları bilmeniz lazım. En iyi sonuç veren ilk 10 kuralı aşağıda özetledim, umarım işinize yarar. Buyurun...
Kilo kontrolünün anayasası
1- SORUNUN NEDENİNİ ÖĞREN! Kilo artışına sebep olan tıbbi sorun çözülmedikçe, diyetlerle verilen kilolar kısa bir süre sonra yeniden ve fazlasıyla geri alınır. Bu nedenle çözümü sadece diyet yapmakta görmeyin, kilo sorununa eşlik edebilecek sağlık probleminin araştırılmasını isteyin.
2- HAREKET ET! Bahane bulmayı bir yana bırakın. “Eve yorgun dönüyorum, işe çok erken gidiyorum, nefes alacak bile zaman bulamıyorum” gibi cümlelerle kendinizi kandırmaktan vazgeçin. Mutlaka ama mutlaka fiziksel olarak daha aktif biri olun, daha çok hareket edin.
Prensip şu: Yuttuğunuz lokmaların sayısını azaltmalı, attığınız adımların sayısını artırmalısınız. Yağlanmamak için her gün 7 bin 500, fazla yağlardan kurtulmak içinse 10 bin adım atmayı unutmamalısınız.
3- YAVAŞ YE! Hızlı yemek gereğinden çok kalori yüklenmesine yol açan önemli bir sorun. Lokmaları yavaş yavaş ve iyice çiğnemeyi alışkanlık haline getirmek vazgeçilmez bir kuraldır.
Hızlı yediğinizde mideden beyne gönderilen ‘ben doydum’ sinyallerini es geçersiniz. Yavaş yiyenlerin kilo sorunu yaşama olasılığı hızlı yiyenlerden yüzde 40 daha az bulundu.
Son yılların trend sağlık desteklerinden biri, probiyotik takviyeleri. Bütün dünyada olduğu gibi bizde de bu takviyeler kısa sürede “en çok satan destekler” listesine girdi.
Ne var ki diğer pek çok destekte olduğu gibi probiyotikler konusunda da ciddi bir bilgi eksikliği ve kirliliği sorunu var.
İsterseniz konuyu biraz daha açalım:
Yeni hayatın beslenme modeli bizi gıdalarla kazandığımız probiyotiklerden mahrum kılıyor.
Maalesef ne yoğurtlarımız, peynirlerimiz ne de endüstriyel üretim turşularımız yeteri kadar probiyotik bakteri içeriyor.
Neticede de bedenlerimiz probiyotik fakiri yapılara dönüşüyor.
Sonuç ise daha çok kanser, kabızlık, ishal, gastrit, kolit, reflü, şişkinlik, hazımsızlık, hatta romatizmal sorun, bağışıklık problemi, alerjik hastalık olarak karşımıza çıkıyor.