Bu köklü zihniyet, Türk eğitim sisteminin de olmazsa olmazlarındandır. Düşünce dünyamıza göre, Batı uygarlığının temeli, dini gündelik hayatın dışına çıkarabilmesidir.
Paris'te düzenlenen vahşi katliam, yeniden bu yargıların kuvvetli bir şekilde ifade edilmesine yolaçtı. “Bu şiddet sarmalı nasıl çözülecek” sorusuna yanıt arayan bir çok yorumcu, "Müslümanların ciddi bir eğitimden geçirilmesi" gerektiğini ifade ediyorlar. Türkiye'de de Batılılardan daha sert bir şekilde suçun İslamcılığa yüklendiğine tanık olabiliyoruz.
Oryantalizm rüzgarı
Birbirini tamamlayan iki oryantalist yaklaşım var: Birincisi, “dini siyasi amaçlarla kullananların, şiddet içeren bir yol izledikleri” şeklinde. İkinci yaklaşım ise, “zaten dinin kendisi şiddeti meşrulaştırıyor, terör eylemlerine malzeme sağlayan unsurlar içeriyor” olarak tanımlanabilir.
Bektaş, “özensiz bir dil kullanılmasından dolayı başta kadınlarımız olmak üzere tüm vatandaşlarımızdan özür diliyorum” dedi.
Bu özür açıklaması, Başbakan Davutoğlu ve İçişleri Bakanı Selami Altınok'un valiye yönelik eleştirilerinin ardından geldi.
Manisa Valisi Erdoğan Bektaş, “Cemaat operasyonu”nda başörtülü zanlıların sağlık kontrolüne kelepçeli götürülmesiyle başlayan tartışmanın ardından yaptığı yazılı açıklamada, şunları söylemişti: “Hukuki süreçte suçluluğu sabit olmayan hiç kimsenin hele de toplumda çok olumlu bir imajla algılanan başörtülü bayanların, şartları oluşmadan böyle bir işleme tabi tutulmaları her kademede üzüntüyle karşılanmıştır”
Haklı tepkiler
Valinin sözleri geniş tepki ve eleştirileri beraberinde getirdi. Önce Emniyet Müdürü açığa alındı. Tepkilerin gelişmesi üzerine Vali devreye girdi ve (özür dilemesine neden olacak olan) ünlü açıklamayı yaptı.
Kadınlar üzerinden gelişen tartışma; toplumsal kodlarımızı, eşitlik anlayışımızı, farklılığa olan yaklaşımımızı göstermesi bakımından ilginç okumaları beraberinde getiriyor. Önceleri, bir gericilik simgesi olarak algılanıp dışlanan başörtülü kadınlar, şimdi iktidarın el değiştirmesiyle, devlet güçlerinin dilinde farklı bir yere yerleştiler. Manisa Valisi onlar için "çok olumlu bir imajla algılanan başörtülü bayanlar" diyor.
1 Kasım seçimlerinin ardından PKK'nın gençlik yapılanması YDG-H bölgede yeni bir hamle daha başlattı.Silvan'da durum: Halk perişan. Hizbullah, YDG-H, devlet… Silvan'da büyük bir olasılıkla (YDG-H içinde) dağdan gelmiş gerillalar da olduğu söyleniyor. Sokağa çıkma yasağının 10.günündeyiz. Her an tomalar, zırhlı araçlar hareket halinde, sokak aralarından dumanlar yükseliyor.
YDG-H
YDG-H hendek kazıyor, hendeklerin içine bombalar yerleştiriyor. Halktan faaliyetlere katılması, hendek kazması, kazılmış hendekleri koruması isteniyor. Yerli halkın, evlere yığılan silah ve bombaya sahip çıkmasını bekliyorlar. Bu istekleri yerine getirmekten geri duranları, "ihanetçi" olarak adlandırıyor, teşhir ediyor, evlerini terk etmeleri talimatını veriyorlar. Evlerinden çıkarılan insanlar, sükunet sağlandığında evlerine dönmek istediklerinde, bu istekleri kabul edilmiyor. “Her evden en az bir kişinin örgütün faaliyetlerinde aktif olarak yer alması gerektiğini” tebliğ ediyorlar.
Hizbullah
En yüksek oya, 1977 seçimlerinde Bülent Ecevit önderliğinde ulaşıldı. 1977’deki oy oranı, yüzde 41.8'di.
1990 sonrasında değişik dönemlerde koalisyonlara ortak olan SHP/CHP geleneği, sonuç olarak iktidarda olmak yerine çoğunlukla bir “ana muhalefet” kimliğiyle öne çıktı.
2002 yılından beri iktidarı AK Parti elinde tutuyor. İkinci parti de sürekli CHP oluyor. 2019 seçimlerine kadar geçecek süreyi de hesaba katarsak, 17 yıllık bir iktidar/ana muhalefet ilişkisinden söz edebiliriz.
İngiltere Almanya örneği
Oturmuş parlamenter rejimlerde de zaman zaman uzun iktidar dönemleri görülür. Örneğin İngiltere Muhafazakar Partisi (büyük oranda Margaret Thatcher liderliğinde olmak üzere) 1979-1997 yılları arasında aralıksız 18 yıl iktidarda kaldı.
Aynı şekilde Almanya'da Hıristiyan Demokrat Birliği Partisi lideri olarak Helmut Kohl, tam 16 yıl(1982-1998) iktidarı tek başına elinde tuttu. Bu örnekleri artırabiliriz. Özellikle de sağ partilerin uzun yıllar iktidarı ellerinde tutmalarında sıradışı bir taraf yok.
Bu uzun iktidar yıllarına rağmen, muhalefetteki sosyal demokratlar, İngiltere ve Almanya'da “iktidar alternatifi olma” iddialarını hiç terk etmediler. Ciddi bir seçenek olarak varlıklarını sürdürdüler. Uzun muhalefet yıllarının ardından İngiltere'de Tony Blair, Almanya'da Gerhard Schröder, başarılı sol liderler olarak iktidara gelebildiler.
CHP'nin tarihsel yükleri
"O şarlatan bu işi bırakmalı! O zat seçimden sonra bir daha araştırma yapmamalı. Rezil olacak. Biz bunun metodolojisini öğreten insanlarız. Ben siyaset bilimciyim. Ben araştırmacıyım. AKP'nin % 47 alma gibi bir imkanı yok. Hadi çıksın Adil Gür benimle televizyona, eğer onun dediği gibi çıkmazsa o artık araştırmacılığı bıraksın. Çıkarsa ben akademisyenliği bırakacağım. Birinci parti % 47`yi bırak ona yaklaşamaz bile!"
Seçim öncesinde belki “ilginç” bir iddia olarak görülebilecek bu sözler (hakaret yanını bir yana bırakırsak) şimdi artık bir mizah konusu. Stres atmak istediğinizde, seyredip gülebilirsiniz.
“Koray Çalışkan'ın, eninde sonunda, günün birinde böyle bir duruma düşeceği belliydi” diyebilirsiniz. Her şeyi propagandadan ibaret sayan, gerçekleri yalnızca kendisinin bildiğini düşünen, akademisyenliğini olur olmaz yerde öne sürmekten geri durmayan bir “kariyer”in, eninde sonunda bir duvara çarpması kaçınılmazdı.
İddialı konuşmanın bilim ile bağdaşmadığı bir gerçek. Bilim şüphecidir, maddi verilere dayanır, nesnel olmayı hedefler. Türkiye'nin şu garip karmaşık atmosferinde bilim insanlarımızın bazıları, siyasi tercihleriyle, sayısal verileri, birbirine karıştırabiliyorlar.
HDP'nin kısık sesle dile getirdiği, "yerel yönetimlerin özerkliği" ile bu yapılanlar arasında bir ilişki kuramıyorum.
PKK, bir stratejik deneme yaptı. Ne halktan, ne de uluslararası güçlerden umduğu desteği bulamadı. Siyasette yanlış stratejilerin (hele de silah kullanılıyorsa) bedeli ağır olur. Ancak, bu kez, hatanın bedelini, daha çok, HDP'ye yüksek destek veren halk kitlesi ödedi. Evleri yakıldı yıkıldı, ekonomileri büyük sarsıntı geçirdi, çocukları öldü.
PKK'nın yapması gereken, çözüm sürecinin başındaki çizgiye geri dönmek. Abdullah Öcalan, 2013 Newroz'unda Diyarbakır meydanında toplanan yüzbinlere, “PKK için Türkiye'de silahlı mücadele döneminin bittiğini ve siyasi mücadele döneminin başladığını” ilan etti. Bu çağrıyı Kürtlerin hemen hemen tamamı sevinçle karşıladı.
PKK çekilme sözünde durmalı
Sonbaharın bütün çekiciliği, en çok parklara yansıyor. Yerleri renklendiren yapraklar üzerinde yürürken ılık ve cazip bir havayı içimize çekiyoruz.
Balkan ülkelerinden ve Türkiye'den gelen gazeteciler, medya uzmanları, Avrupa Birliği ülkelerinden katılan akademisyenler ve araştırmacılarla birlikte, "Batı Balkanlar'da ve Türkiye'de ifade özgürlüğü ve medya" başlıklı toplantıdayız.
Tahmin edilebileceği gibi, toplantının en cazip konusunu, Türkiye'deki gelişmeler oluşturuyor. AB'nin Komşuluk Siyaseti ve Genişleme Müzakerelerinden Sorumlu Komiseri Johannes Hahn'ın konuşması da, büyük ölçüde (ve dolaylı olarak) Türkiye'deki gelişmelere gönderme yapıyordu.
Türkiye'den gelen katılımcıların ağırlıklı kesimi, Türkiye'de son dönemde medyaya yapılan operasyonları, sert bir dille ifade ettiler. "Neden Türkiye ilgili raporu seçimlerden önce yayınlamadınız?" diyerek, AB yetkililerini eleştirdiler.
İşte tablo:
Diyarbakır'da HDP'nin oyları yüzde 79.8'den, yüzde 73.6'ya düşerken, AK Partinin oyları 13.9'dan 21.1'e yükseldi. Benzer bir tablo neredeyse bögelenin tümüne hakim olmuştu.
İl il gidelim:
Muş: HDP, 71.6'dan 62.8'e, AK Parti, 23.9'dan 33.5'e
Bitlis: HDP, 60.8'den 50.3'e, AK Parti, 31.0'den 43.5'e