Diyarbakır'da, meydanda toplanan yüzbinler, bu çağrıya sahip çıkmıştı.
Bu yılki Newroz, endişeler içinde kutlandı. Diyarbakır Newroz meydanında, ne o eski kalabalığı ne o eski coşkuyu görmek mümkündü.
Dün, Newroz nedeniyle, PKK ve HDP'den "yeni" sayılabilecek açıklamalar geldi.
Kandil'den Murat Karayılan'ın yaptığı açıklamayı, ajanslar, "Biz çözüm için hazırız" başlığıyla verdiler.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı imzalı bildirinin başlığı şöyleydi:
"Sivillere yönelik saldırıları kim yaparsa yapsın karşı çıkılmalıdır."
Hatırlayalım: Bir hafta önce, Ankara Kızılay meydanındaki, ondan önce Ankara Merasim Sokak’taki, savunmasız sivillere yönelik saldırıların ardından; KCK'dan herhangi bir açıklama gelmemişti. Katliamları yapanların kimlikleri, saldırıyı düzenleyenlerin PKK ile ilgisi olduğunu gösteriyordu. Her iki saldırıyı da PKK ile bağlantılı TAK örgütü üstlendi. Kandil, sesini çıkarmadı.
Önceki saldırılarda sessiz kalan KCK, Beyoğlu saldırısının ardından, hızlı sayılabilecek bir açıklama yapma gereğini duydu:
Önceki gece Habertürk TV'de Ece Üner'in "Enine Boyuna" programında birlikteydik.
Ankara Merasim sokaktaki katliamın failinin taziyesine giden HDP milletvekili Tuğba Hezer'le ilgili ilginç bir değerlendirmede bulundu Vahdettin İnce: "Tuba Hezer, Van'ın Erciş kazasından. Köylerimiz birbirine yakın. Onun ailesinin büyük bölümü Zilan Deresi katliamında(1930) yaşamını yitirdi. Bir milletvekili olarak, bir insan olarak katliamcının taziyesine gitmesi yanlış, ancak onun hangi duygular içinde olabileceğini anlamanız da kolay değil."
Vahdettin İnce, dindar gelenekten geliyor. 1 Kasım seçimlerinde AK Parti'den Van'da üçüncü sıradan adaydı. Sonuç olarak bir Kürt aydını. Olaylara bakış açısını bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
Kürtlerin yaşadıklarını biliyor muyuz? Hendek savaşları, onları perişan etti. Binlerce çocuk dağlarda yok olup gitti. Devlet tarafından yakılıp yıkılan köylerini terk eden milyonlarca Kürdün, şehirlerin sokaklarında, işsiz güçsüz, evsiz barksız kaldığını, unutmuş değiliz.
Sonra onları kitap haline getirdim.
Hakkımda Terörle Mücadele Yasası'nın 8/1. maddesi uyarınca, "terör örgütünün propagandasını yapmak"tan dava açıldı. Mahkeme beni üç yıla mahkum etti. Dosyam Yargıtay'a gitti. Ünlü “9.Daire”ye.
CHP milletvekili bir arkadaşım, 9.Daire Başkanını tanıdığını, derdimizi anlatabileceğimizi söyledi. Benim yaptığım gazetecilikten ibaretti. Üstelik, söyleşiler sırasında eleştirel bir tavır almıştım.
Randevu alıp, Yargıtay 9.Ceza Dairesi Başkanına gittik. O zaman, Terörle Mücadele Kanunu'nun 8. maddesinin 1. fıkrasında, "her ne maksatla olursa olsun" şeklinde bir ifade vardı. Bir “suç kastı” olmasa bile, yaptığınız suç sayılabiliyordu. 9. Daire Başkanı, "Bu hüküm değişmezse, seni mahkum ederiz" dedi.
Tesadüf mü? diye sorabiliriz.
Kürtlerin, anadillerini kullanmaları, kendi kendilerini yönetmeleri dahil, her türlü kimlik haklarını kazanmalarını, her zaman savundum. Başım defalarca derde girdi. "Kürt" kelimesinin yasaklandığı dönemlerde, bu sözcüğü mahkemelerde savunmaktan cezalar aldım.
Türkiye'nin demokratik bir ülke olması için, Kürtlerin kimlik haklarının verilmesi, olmazsa olmazların başında geliyor. Hep böyle düşündüm. Bunları, her koşulda, her ortamda ağır tehditler altında bile savundum. 90'lı yıllarda, bu nedenden ötürü yayınlanmayan yazılarım da oldu.
Çözüm sürecini bu beklentilerle destekledim, barışın kalıcı olabilmesi için elimden geleni yapmaya çalıştım.
Yüksekova, kartalların kenti. Van'dan tırmanarak varılır. Minibüsçüleri dünyanın en gözü kara sürücüleri olarak adlandırılabilir. Onlarla yolculuk bir cesaret işidir.
İran ve Irak'a çok yakındır Yüksekova. Karlı dağların arasındadır.
Dün İstanbul'da Yüksekovalı dostlarla buluştuk. Tedirginler. Operasyonun ne anlama geldiğini, nasıl bir felakete dönüşebileceğini tahmin edebiliyorlar.
Yüksekovalılar, uzun süredir çaresiz. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından, bu kentte "özyönetim" ilan edildi. Hendekler kazıldı.
12 Mart 1971 askeri müdahalesi günlerindeyiz. Bu darbe, 27 Mayıs 1960'taki darbeden değişikti. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve üç kuvvet komutanı, bir bildiri yayınlayarak, hükümetin istifasını istedi. O sırada Başbakan olan Süleyman Demirel ve bakanlar kurulu istifa etti.
Meclis kapatılmadı. Yerine "reform hükümeti" adı verilen Nihat Erim başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. "Atatürkçü reformlar" yapacak olan hükümet, askerin denetimi altında çalışmalarını sürdürdü. Bu arada hükümet Meclisten de güvenoyu aldı.
Ardından İstanbul ve İzmir başta olmak üzere 6 ilde sıkıyönetim ilan edildi.
Mahir Çayan ve arkadaşları, Deniz Gezmişleri kurtarmak hedefiyle İstanbul'da İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'u kaçırdılar. Bir süre sonra öldürdüler.
Yazıdaki bir hatayı düzeltmemi istediler…
7 Şubat 2012’de, savcı Sadrettin Sarıkaya; MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve yakın çalışma arkadaşlarını Oslo sürecinde PKK'lılarla görüştükleri gerekçesiyle "KCK soruşturması"ndan ifadeye çağırmıştı… Ben, yazımda, “Fidan'ın endişelenerek Abdullah Gül'ü aradığını ve Gül'ün de Fidan'a ‘bence ifadenizi verin, bir problem çıkacağını sanmıyorum’ dediğini” yazmıştım.
Olayın yakın tanıkları, gerçek durumun böyle olmadığını, benim de uydurulan bu senaryoyu aktardığımı söylediler.