LAFA nereden başlamalı? Önce meşhur hikâyeyi mi anlatmalı yoksa önemini dikkate alıp: “Anayasa’nın 19’uncu maddesi, ‘Her ne sebeple olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz’ diyor” mu demeli? Bizi tereddüde Başbakan’ın, insanları “ikna” edemeyince baskı hatta tehdide başvurması düşürdü.
Nitekim yaklaşık on gündür Başbakan Erdoğan giderek daha saldırgan bir üslup kullanıyor. Onunla kalmayıp hemen her kesimi:
“Ya EVET kampanyasında bizi desteklersiniz, yahut da referandumdan sonra başınıza geleceklere katlanırsınız” diye tehdit ediyor.
O bağlamda kişilere ve kuruluşlara demediğini bırakmadı.
Önce Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği’nin Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç’un, “Referandumun sırası mı?” türünden bir sözüne kızdı. “Bunlar gerçekten siyaset acemisi... Böyle saçmalık mı olur” dedi.
Sonra daha da hızlandı. Odalar Birliği gibi, Meslek Odaları gibi, TÜSİAD gibi kuruluşları “görüşlerini açıklamaya” davet etti.
Davetine -birkaç yalaka kuruluş dışında- yanıt alamayınca:
“Sendikalar çok garibime gidiyor, destekleyenler var, desteklemeyenler var. Ama hâlâ kanaatini açıklamayanlar var. 12 Eylül Anayasası’na hep karşı olduğunu söyleyen bazı odalar, hatta kaymak takım, bunlar şimdi sessiz kalıyor. Bizim yanımıza geldiklerinde farklı konuşuyorlar. Ama kalkıp da bu süreci desteklediklerini açıklayamıyorlar. Niye? Bugünlerde ortaya çıkmayacaksınız da ne zaman ortaya çıkacaksınız?” dedi.
O da yetmeyince tuttu, Çorum mitinginde ve ardından bir TV programında, TÜSİAD’ı sıvadı:
“Senin paran olduğu kadar benim de arkamda milletim var. Ben milletimin gücüyle buradayım. TÜSİAD kendini check etsin (kontrol etsin). (...) Çıksın Anayasa değişikliğine neden karşı olduğunu söylesin. Olmuyorsa çıkıp ‘Ben bu değişikliği destekliyorum’ desin. Bitaraf olan bertaraf olur” (Tarafını belli etmeyen ortadan kaldırılır) diyerek ne kadar “demokrat”(!) bir Başbakanımız olduğunu bir kere daha gösterdi.
Gördüğünüz gibi, tam bir Enver Paşa zihniyetiyle karşı karşıyayız.
Neyse ki TÜSİAD’ın şimdiki Başkanı da, bir önceki gibi “kişilikli” çıktı. Nitekim Ümit Boyner, Başbakan’a “Kanaatlerimizi açıklamaya bizi hiç kimse zorlayamaz” denebileceğini gösterdi.
Bütün bunlar bize en başta sözünü ettiğimiz pek demokratik(!) bir “referandum” hikâyesini anımsattı:
Bir tarihte bir askeri birlikte referandum yapılacakmış. Komutan biri “Evet”, öteki “Hayır” oyları için olmak üzere ortaya 2 oy sandığı koydurmuş.
Sonra birliğin karşısına geçip “Arkadaşlar, isteyen oyunu serbestçe kullansın” dedikten sonra şapkasını “Hayır” sandığındaki oy atılacak deliğin üstüne koymuş.
Ardından:
“Gel buraya teğmenim. Ben şimdi gidiyorum. Oylamaya nezaret edeceksin! Ama seni uyarıyorum. Şapkamı oradan kımıldatanı mahvederim” demiş. Bizimki de oraya geldi dayandı.