FELEK fırsat verirse şu Yargı Reformu meselesine değinelim diyoruz. Ama siz yine de bu satırları okuduğunuz dakikaya kadar emin olmayın çünkü dahayazıyı yarılamadan yeni bir olayın bizi yeni bir konu yazmaya mecbur etmesi mümkündür.
Hele de bizim ülkede...
Neyse ki Başbakan Tayyip Erdoğan da dün Yargı Reformu’na değinmiş. Değinirken ilginç görüşler de ortaya atmış. Önce oradan başlayalım: Başbakan Erdoğan’a göre, ülkemizdeki parlamenter demokrasinin temel koşulu olan “kuvvetler ayrılığı” sistemi iyi işlemiyormuş. Bunun kanıtı da, “yargının”, “yürütme” yani hükümet tarafından verilen bir kararı yahut “yasama” yani Meclis tarafından çıkarılan bir yasayı bir kalemde “silip atıyor” olmasıymış. Başbakan’ın şikâyeti, Türkiye’nin “hukuk devleti” değil, “kanun devleti” olduğu dönem yani 1938-1960 arası için doğrudur, yerindedir. Çünkü o dönemde tüm devlet mekanizmasını “hukuka göre” kurmak ve işletmek gibi bir meselemiz -ve ilkemiz- yoktu. Ama onun ilkelliği ve iktidarları giderek “faşizme” kaydırdığı görüldüğü için 1961 Anayasası, devletimizin temel niteliklerinden birinin “hukuk devleti” olduğu hükmünü koydu. Anayasa Mahkemesi bu yüzden yani “hukuka aykırı” yasaları önlemek için kuruldu. “İdarenin her türlü eylem ve işlemleri” o yüzden yani hükümetin keyfiliğini önlemek amacıyla “yargı denetimine açık” hale getirildi. Şimdi Başbakan bunlardan şikâyet ediyor. Dahası “siyasi partileri kapatma” konusunda halen Anayasa Mahkemesi’ne ait olan yetkiyi ondan alıp “Meclis’e devredelim” diyor. Yani “kuvvetler ayrılığına” taban tabana zıt bir şey istiyor. Eğer bu noktaya gelirsek acaba biri çıkar da, “Sayın Başbakan önerdiğiniz model tek parti devrinin 1924 Anayasası’na bile değil taa 1921 Anayasası dönemine uyuyor. Sadece o zaman tüm kuvvetler Meclis’te toplanmıştı. Şimdi sizin ‘İLERİ DEMOKERASİ’ dediğiniz model o mu?” diye sorarsa merak ediyoruz yanıtı ne olur? İşin kötüsü ortada sadece öneri değil, bir de “dil” farkı var. O yüzden Başbakan Erdoğan’la ve onun etkisi altında konuşan iktidar politikacılarıyla anlaşamıyoruz. Sadece biz değil, belli ki Yüksek Yargı kurumlarının Başkanları da aynı sıkıntıyı yaşıyor. Nitekim hükümet adına öneri üreten Adalet Bakanı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na Meclis’in de üye seçmesinde ısrar ediyor. Adalet Bakanı ile Bakanlık Müsteşarı’nın bu kurulda üyeliğinin devam etmesini istiyor. Aslında hükümet yargıya müdahale etmeme terbiyesini içselleştirse insan, “Kurulda onlar da bulunsun” diyebilir. Ama kızdıkları savcı ve yargıçları cezalandırmak için hemen müfettiş gönderen, yetmezse ihbar mektupları üretip hakkında soruşturma açtıran, o da yetmeyince tutuklatan bir zihniyetin egemen olduğu ortamda buna “Evet” denebilir mi?