KEMAL Türkler’in ölümünün üzerinden tam 30 sene geçmiş olmasına rağmen, cinayetle ilgili adalet gerçekleşmedi.
Çünkü kızı Nilgün Soydan’ın “Gözlerimle gördüm” dediği cinayet sanığı “davanın zamanaşımına uğradığı” gerekçesiyle mahkûmiyet almadan kurtuldu. Ve adalet sistemimizin asıl “reform” bekleyen hastalığı tekrar ortaya çıktı.
Tamam, “zamanaşımı” hukuk sisteminin kabul ettiği bir kavram ve bir kurumdur. Ama zamanaşımı eğer “yetkililere atfedilecek bir kusur olmadan” gerçekleşmişse kamu vicdanına ters düşmez. İnsanlar “Ortada bir haksızlık var” demek gereğini duymaz.
Peki ya Kemal Türkler’i öldüren canilerden birinin -en azından gözümle gördüm diyen kızının iddiasına göre- belli olduğu bir ortamda adalet 30 sene boyunca tecelli etmiyorsa, bunun bir (veya birden çok) kusurlusu yahut sorumlusu olmak gerekmez mi?
Sadece bu soru bile bize, Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın, “kendisiyle ilgili tutuklama kararını ‘gerekçe’ göstermeden reddeden 9 yargıcı kendisine tazminat ödemelerine” mahkûm ettirmekle, hukuk sistemimizde ne önemli bir çığır açtığını göstermeye yeter.
Söze devam etmeden, bu tür yargı haksızlıklarına uğrayanların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmayı ihmal etmemelerini anımsatalım. Çünkü haklılıklarını orada ispat edince Türkiye devletini kendilerine tazminat ödemeye mahkûm ettirebilirler. Devlet sonra onu, sorumlu kişiden geri alır mı, o ayrı konudur.
Gerçekten Türkiye’de kuşaklar boyu zihinlere yerleşmiş bir yargı vardı. Eğer hakkınızı aradığınız mahkeme aslında tam tersini yapar da hakkınızı yerse, onu sineye çekmeye mecbur olduğunuzu düşünürdünüz.
Hoş kâğıt üzerinde bazı adresler vardır. Örneğin Adalet Bakanlığı’na veya Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na başvurarak -şansınız varsa- şikâyetinizden bazen sonuç aldığınız da olurdu.
Ama Ergenekon davasında bazı savcıların yetkilerini kötüye kullanmaları nedeniyle haklarında dava açılması gibi hususlar ne gündeme gelir ne de bir yaptırıma yol açardı.
Neticede “hukuka” bağlı olması gereken adalet dağıtma işi, hukukun göz göre göre çiğnenmesi için kullanılırdı.
Zamanaşımı bunlardan biri, belki de en yaygınıdır.
Nitekim Türkiye’de “zamanaşımı” yoluyla adalet önünün bir yılda kaç kere tıkandığına ilişkin Ankara Ticaret Odası’nın 2004 yılında yayınladığı rakamlar var. Buna göre her yıl ortalama 400 bin dava dosyası aynen Kemal Türkler cinayetindeki gibi zamanaşımı nedeniyle işlemden kaldırılmaktadır.
Yeri gelmişken anımsatalım:
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in, Adalet Bakanlığı sırasında başlattığı bir çalışma vardı. “Dosyaları kasten sümen altında tutarak yargıya göndermeyenler veya geç gönderenler hakkında soruşturma açılacak”tı. Çiçek “Özellikle banka hortumlama davalarında bu yöntem kullanılmış görünüyor” diyordu. (26 Ağustos 2004 Milliyet)
“Yargıda reform” yaptığını sanan şimdiki Adalet Bakanı acaba “adaletin” asıl mağdur olduğu bu konuya ne zaman el atacak?