DOĞRUSU, bir hafta süreyle gazete okumayan, radyodan, televizyondan uzak duran bir insan sudan çıkmış balık gibi oluyor. Hele Türkiye’de gazeteci iseniz, durumunuz daha zor demektir. Ama telafi ederiz. Çünkü bizde sorunlar çözülmez. Çözülmeyince aynı konu bir süre sonra tekrar karşınıza çıkar.
Nitekim daha önce de değindiğimiz Başkanlık sistemi -hoş henüz işin çok başındayız- New York’a giden Cumhurbaşkanı ile beraberindeki gazeteciler arasında konuşulmuş. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, özetle:
“Başkanlık sisteminin kongresi, yetkileri, seçim sistemi, kontrol dengeleme sistemi farklıdır.
Sadece yasa değil onun ötesinde farklılık olur. Milletvekillerinin seçim şekli farklı olur. Tarihimize baktığımızda biz Türklere sempatik gelebilir. Ama buradan da hakanlık, sultanlık anlayışı çıkmamalı. Avantajları da var. Parlamenter sistemin de avantajları var” demiş. Mutat üzere sözlerini “Onun ya da başka sistemin lehine bir şey söylemek istemiyorum. Zamanı gelince tartışılır” gibi, “tarafsızlık” kokan bir cümle ile tamamlamış.
Cumhurbaşkanı Gül, bildiğiniz gibi “İki kere iki dört eder” gibi, itiraz olanağı bırakmayan bir üslup sahibidir. O nedenle yukarıdaki sözleri de “itirazsız kabul edilecek” türden görüşler gibi görünmektedir.
Ama cümlelerinin dokusundan anladığımız yanlış değilse Gül, “lehinde veya aleyhinde” konuşmak istemediği Başkanlık sisteminin “aleyhinde”dir.
Eğer öyle olmasaydı, “başkanlık” sisteminin bizde uygulanan “parlamanter sistem”den farklı yanlarına işaret ettikten sonra:
“Tarihimize baktığımızda biz Türklere sempatik gelebilir. Ama buradan da hakanlık, sultanlık anlayışı çıkmamalı. Avantajları da var. Parlamenter sistemin de avantajları var” demezdi.
Gerçi “başkanlık” sisteminin Türklere neden “sempatik” geleceğini anlayamadık. Daha doğrusu Cumhurbaşkanı’nın değindiği, “hakanlık, sultanlık” anlayışının “marjinal“ birkaç grup dışında kaç Türk’e “olumlu” göründüğünü bilmiyoruz.
Cumhurbaşkanı Gül, haklı olarak o sisteme göre yasama organı için yapılacak üye seçimlerindeki farklılık dahil pek çok farklılığın, “başkanlık” sistemiyle birlikte söz konusu olacağına değiniyor.
Doğrudur ama aslında, yasama organı (parlamento) üyeleriyle ilgili seçim sistemini veya kurallarını değiştirmek için “başkanlık” sistemine kadar gitmeye hiç gerek olmadığını hepimiz biliyoruz.
Türkiye’ye “gerçek” demokrasinin gelmesi için ele alınacak ilk iş, budur:
Adayları belirleme yetkisi, parti liderlerinin iki dudağından alınıp parti örgütüne veya parti üyelerine bırakılırsa sorun bizde de biter. Çünkü şimdi “lidervekili” olanlar ancak o zaman “milletvekili” olur. Üstelik o zaman, örneğin Parlamentonun, Radyo-Televizyon Üst Kurulu’na, Sayıştay’a, Anayasa Mahkemesi’ne gidecek üyeleri belirleme yetkisine kimse itiraz etmez. Çünkü o organlara giden üyelerin “tek seçici”nin keyfine değil, “milletin vekillerinin” tercihine göre belirlendiğini herkes kabul eder.