Paylaş
Biliyorsunuz bazı meslektaşlarımıza ve üniversitede hocalık yapan bazı aydınlarımıza göre demokrasimiz müthiş bir gelişme içindedir.
Doğrusu demokrasinin gelişmesi bizim de özlemimiz ama galiba demokrasi deyince bu arkadaşlar ve Başbakan başka şeyden, biz başka şeyden söz ediyoruz. Hani derler ya, “Maksud (maksat) bir ama rivayet muhtelif” diye... Bunun tam tersi söz konusu, çünkü burada, “Rivayet bir ama maksud muhtelif!.”
Sebep basit:
Biz, her insanın kendi düşüncesini özgürce ifade ettiği, bu yüzden ekmeğiyle oynanmadığı, baskı altına alınmadığı, hapsedilmediği bir rejimin adının “demokrasi” olabileceğini söylüyoruz.
Bizim bildiğimiz demokrasilerde de başbakanlar medyaya sık sık kızar. Yeri gelir eleştirir de... Ama medya patronlarına, “Sen nasıl patronsun? Adamlarına söz geçiremiyor musun?” demezler. Çünkü bunun denebildiği yerde “demokrasi”den söz edilemeyeceğini herkes bilir.
Başbakan Erdoğan bir süre önce “Yalan yazıyorlar” yahut “Gerçekleri çarpıtıyorlar” diyordu. Böylece olayları kamuoyuna kendisinin istediği gibi sunmayanlara kızdığını anlıyorduk.
Belki bazı örneklerde de haklı idi.
Anlaşılan sıra şimdi, onun istediği gibi düşünmeyen, beklediği yorumu yapmayanlara geldi. Onları da işten attırabilirse sıra, kendisi alkış beklerken susanlara gelecek.
Sonra da birileri Türkiye’de demokrasinin geliştiğini savunacak.
Sadece Başbakan değil, işin tuhafı karşımıza geçip “demokrasi havariliği” taslayan bazı yazarlar da aynı telden çalıyorlar. Örneğin özellikle bir iki kalem beğenmedikleri -veya karşıt görüşte oldukları- sütun yazarlarını ve gazete yöneticilerini sistemli kampanya açarak o medya grubunun patronuna şikâyet ettiler. Onunla kalmayıp “Şu adamları o görevden uzaklaştır” yahut “kov” mesajı verdiler.
Bunun “demokrasi”den vazgeçtik en basit insan -ve özellikle iş- ahlakı ile bağdaşması mümkün değildir. Dahası pek de parlak olmayan medya tarihimizin en kirli sayfalarında bile bu ahlaksızlığın örneğini bulmak imkanı yoktur.
Not: Hocabey yani Prof. Dr. İhsan Doğramacı yapıcı, yaratıcı ve uzun bir ömrü tamamlayarak ebediyete gitti. Yoktan var etmenin ve insan ilişkilerini en iyi şekilde değerlendirmenin eşsiz bir ustasıydı. Kural üstüydü. Gerek bu tarafı gerekse YÖK Yasası’nın üniversitelere kışla gözüyle bakan hükümleri nedeniyle çok eleştirmiştik. Ama kabul edelim ki sonsuz enerjisi ve azmiyle bilim dünyamıza üniversiteler kazandırdı. Çok değerli bilim adamları yetiştirdi. Bu ülkeye hizmetleriyle adını unutulmazlar arasına yazdırdı. Şimdi hatırası önünde saygı ile eğiliyoruz. O.E.
Paylaş