Paylaş
Birleşik Krallık bugün uluslararası sistemdeki en önemli ülkeler arasında yer alıyor ve Dünya’daki en büyük ilk 5 ekonomi arasında. Bu husus bile bu ülkeyi önümüzdeki dönemde kimin yöneteceğini tek başına önemli yapıyor. Ama dikkatlerimizin 12 Aralık seçimleri üzerinde toplanmasının asıl sebebi seçim sonucunda ortaya çıkan tablonun nihayet Brexit konusuna son noktayı koyması. İngiltere’nin 31 Ocak 2020 tarihinde Avrupa Birliğinden (AB) çıkması artık kesinleşmiş ve Brexit süreci bitmiş durumda.
12 Aralık seçimlerini, şimdiki Başbakan Boris Johnson liderliğinde seçime giren Muhafazakar Parti oyların % 43’ünü alarak kazandı. Muhafazakar Parti’nin ana rakibi İşçi Partisi’nin oyları ise % 32’de kaldı. Bu oy oranları ile Muhafazakar Parti 650 üyeli Avam Kamarası’nda 365 milletvekilliği aldı ve tek başına hükümeti kurma hakkını elde etti. Avam Kamarası’nda salt çoğunluk 326 ve kazandığı sandalye sayısı Muhafazakar Partiye önümüzdeki dönemde ülkeyi rahat bir çoğunlukla yönetme imkanı tanıyor.
Seçim sonucunda muhalefetteki İşçi Partisi’nin sadece 203 milletvekili çıkartabilmesi ciddi bir yenilgi ve Avam Kamarası’ndaki mevcut 59 sandalyesini kaybetmesi anlamına geliyor. Bu durumun 1935 yılından bu yana İşçi Partisinin uğradığı en büyük yenilgi olduğuna işaret ediliyor. Zaten İşçi Partisi lideri Jeremy Colbyn de istifa edeceğini ve “önümüzdeki seçimlere İşçi Partisinin kendi liderliğinde girmeyeceğini” açıklamış durumda.
Birleşik Krallığın 2016 yapılan referandumundan bu yana Brexit’i gerçekleştirememesi ülke için ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmış, Brexit’in sürüncemede kalması ve bunun yarattığı belirsizlikler ülkede istikrarsızlığa yol açmıştı. Brexit düğümünü çözmek için 2017’de yapılan seçimlerde Muhafazakar Partinin Avam Kamarası’nda çoğunluğu kaybetmesi ve küçük bir partinin desteğiyle iktidarda kalabilmesi sorunları büyütmüş, Başbakan ile Avam Kamarası (Parlamento) arasında Brexit konusundaki görüş ayrılıklarının büyümesine neden olmuştu.
Theresa May’den sonra Muhafazakar Parti liderliğine gelen ve Başbakan olan Boris Johnson da bu zorlukları aşamamış, Brexit’i gerçekleştirememiş ve sonunda erken seçime gitmek durumunda kalmıştır. Johnson için Parlamento’dan erken seçim kararı çıkartmak da hiç kolay olmamış, kendi partisi içindeki “muhalefetle” uğraşmak ve ilk önce kendi partisi içinde disiplini sağlamak gereği ortaya çıkmış, muhalefetteki İşçi Partisi de ne Brexit ne de erken seçim konusunda Başbakan Johnson ile işbirliğine gitmekte istekli davranmamıştır.
Ancak Boris Johnson’un erken seçim kararının kendisi ve Muhafazakar Parti için çok isabetli olduğu seçim sonuçlarından ortaya çıkmaktadır. Boris Johnson seçim kampanyası sırasında Brexit’i gerçekleştirme ve Birleşik Krallığı AB’den çıkartma sürecini tamamlama sözü vermiş, 12 Aralık seçimleri adeta bir Brexit oylaması konumuna dönüşmüştür.
Seçimi Boris Johnson ve Muhafazakar Partinin pekte beklenmedik bir şekilde büyük bir çoğunlukla kazanması, Birleşik Krallık seçmenin Brexit’i desteklemeye devam ettiği anlamına gelmektedir. 12 Aralık seçiminde Brexit yanlısı Başbakan Johnson seçmen tarafından “desteklenmiş”, Brexit konusundaki tutumları 2016 referandumu ile hiçte uyumlu olamayan İşçi Partisi ile Liberal Demokrat Parti seçmen tarafından ağır bir şekilde “cezalandırılmıştır”.
Kraliçe Elizabeth tarafından yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen ve zaten Brexit taraftarı olan Başbakan Johnson’un şimdi Brexit sürecini tamamlayacağı, Avam Kamarasının Avrupa Birliği ile varılan Brexit Anlaşmasını kısa sürede (bu kez) onaylayacağı ve yeni bir uzatma olmadan Birleşik Krallığın 31 Ocak 2020 tarihinde (nihayet) AB’den ayrılacağı artık kesinleşmiş gibi görünmektedir.
Böylece Birleşik Krallık-AB ilişkilerindeki belirsizlik de ortadan kalkmaktadır. 31 Ocak tarihinden itibaren AB’den ayrılması kesinleşen Birleşik Krallık o tarihten itibaren artık AB organlarında temsil edilmeyecek, AB’nin üye sayısı da 28’den 27’ye düşecektir. Birleşik Krallık-AB Anlaşması ekonomik ilişkilerini düzenlemek için taraflara bir yıllık bir “geçiş süresi” tanımaktadır. Bu süre içinde, siyasi bakımdan Birleşik Krallığın AB’den çıkması kesinleşmiş olmakla beraber, ekonomik ve ticari konularda mevcut AB kuralları ilişkilerin yürütülmesinde geçerli olacaktır.
Bir yıl içinde Birleşik Krallık ile AB arasında ticaretin yürütülmesi konusunda bir Anlaşmaya varılamaması halinde ne olacağı ise belirsizliğini korumaktadır. Tabii tarafların ticari müzakerelerin tamamlanması için ek süre istemeleri her zaman mümkündür. Ancak, Başbakan Johnson ve Muhafazakar Partinin Birleşik Krallık-AB ticari müzakereleri için ek süre istemeyeceklerini açıklamışlardır.
Birleşik Krallık-AB ekonomik anlaşmalarının bir sene içinde yapılamaması ve Başbakan Johnson’un görüşmeler için ek süre istememesi halinde, birçokları, sert (anlaşmasız) Brexit’in gerçekleşmiş olacağına işaret etmektedir. Böyle bir durumda Birleşik Krallık-AB ticari ilişkilerinin Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre yürütüleceğini ve bazı sapmalar olmasına karşılık, iki taraf arasındaki ticaretin devam edeceğini düşünmek mümkündür.
Konunun bir de İskoçya tarafı bulunmaktadır. İskoçya Ulusal Partisi’nin 12 Aralık seçiminde gösterdiği başarı ve İskoçya’da AB üyeliğine devam eden destek, Brexit sonrası, İskoçya’nın Birleşik Krallık içindeki yeri konusunda bazı soru işaretlerine neden olmaktadır.
Brexit’in nihayet gerçekleşmesinin İskoçya’daki ayrılıkçı hareketi güçlendirebileceği ve İskoçya’nın tekrar bir bağımsızlık “referandumu” isteyebileceği yorumları yapılmaktadır. Brexit’in İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılmasına neden olabileceğini düşünenler olduğu gibi, İskoçya’nın Birleşik Krallık içinde yer almaktan dolayı sağladığı faydalardan vazgeçmeyeceğine inananlar da bulunmaktadır.
Birleşik Krallık 47 yıldan bu yana AB üyesidir. Bunca uzun bir zamandan sonra Birleşik Krallığın AB üyeliğinin sona ermesinin kolay olmayacağı açıktır. Brexit’in bazı belirsizlikleri ortaya çıkartması, Birleşik Krallığın AB ile ilişkilerinin Brexit sonrasında nasıl şekilleneceği konusunda bazı soru işaretlerinin ortaya çıkması normal karşılanmalıdır.
Birleşik Krallık halkının çoğunluğunun AB’den ayrılmak istemesi ve bu kararını 12 Aralık seçimlerinde yenilemesi karşısında Brexit gerçekleşmektedir. Birleşik Krallık halkının çoğunluğunun Brexit’in getireceği yararların ortaya çıkacak sorunlardan daha fazla olduğunu ve çıkacak sorunların halledilebileceğini düşündüğü açıktır.
Birleşik Krallığın AB’den ayrılması Avrupa ve Dünya dengeleri açısından çok önemli; kısa, orta ve uzun dönemlerde ciddi sonuçları olacak bir gelişmedir. Her şeyden önce Avrupa’da AB çevresinde Rusya, Türkiye ve Birleşik Krallık’tan oluşan bir dış çember oluşmaktadır. Önümüzdeki dönemde AB’nin Avrupa’da dış komşularını oluşturan bu 3 ülke ile ilişkilerini nasıl düzenleyeceği ve yoluna sokacağı daha fazla önem kazanacaktır.
AB ile Rusya arasındaki çatışma bugün Balkanlar’da, Ukrayna ile Gürcistan gibi ülkelerde yaşanmaktadır. AB’nin, en azından Fransa gibi bazı ülkelerin, bu bölgelerde Rusya kadar Türkiye’yi de bir rakip, hatta hasım olarak görüp görmediği ciddi bir soru olarak ortaya çıkmıştır. AB’nin bir süreden bu yana, Türkiye’yi tam üyelik perspektifi olan, katılım müzakereleri yürüttüğü bir ortak olarak değil, rakip ve hasım olarak gördüğü ve kastı olarak Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerinin önünü kestiği izlenmektedir.
Birleşik Krallık’taki 12 Aralık seçimleri sonuçlarının, Brexit’i daha önce “felaket” olarak nitelendiren, Brüksel’de endişe ve tedirginlik yaratırken, Vaşington’da “sevinçle” karşılandığına şüphe bulunmamaktadır. Başkan Trump 12 Aralık seçimleri konusundaki “düşüncelerini” saklamak gereği bile duymamaktadır. Vaşington’un AB’den ayrılan Birleşik Kralık’la geleneksel olarak yakın siyasi ve ekonomik ilişkilerini bir an önce tekrar kurmak konusunda “sabırsızlandığı” görülmekte, bu durum en azından Trump Yönetiminin AB ile AB’nin önde gelen ülkeleri Almanya ile Fransa’ya bakış açısını da ortaya koymaktadır.
Brexit’in Avrupa ve Kuzey Atlantik bölgesinde doğuracağı yeni dengelerin bütün Dünya gibi Ankara tarafından da yakından izlenmesi gerektiği açıktır. Burada Vaşington-Londra ilişkilerinin alacağı şekil önem kazanmaktadır. Ancak ABD’den olumsuz yönde haberler gelmeye devam etmekte; Türkiye ile ABD arasındaki sorunlar azalma değil artma eğilimine girmiş gibi gözükmektedir. Tamamen Türkiye aleyhtarı lobilerin etkisi altında hareket eden ABD Kongresi Türkiye-ABD ilişkilerinde güven ortamına ve olumlu gündeme dönülmesine karşı bir tutum içinde hareket etmektedir.
Son olarak ABD Kongre’sinin Senato kanadında 1915 olayları konusundaki Ermeni yorumunu ve Ermeni soykırım iddialarını tarihi gerçek olarak gören bir kararın Senato genel kurulunda oylamasız kabul edilmesi endişe verici bir gelişmedir. ABD Kongresinin Temsilciler Meclisi kanadında benzer bir karar tasarısının çok açık farkla 29 Ekim günü kabul edildiği hatırlandığında, Ermeni iddiaları konusundaki bu kararlar Kongre’de estirilen Türkiye karşıtı havayı çok iyi bir şekilde yansıtmaktadır.
Her ne kadar kabul edilen kararlar sadece 1915 olayları konusundaki Senato ve Temsilciler Meclisi hissiyatını yansıtsa ve bağlayıcılığı bulunmasa da önemlidir. Ermeni lobisinin 30 yılı aşkın bir süreden beri geçirtmeye çalıştığı bu karar tasarıların şimdi kolaylıkla Kongre’nin iki kanadından da geçmesi Kongre’deki Türkiye aleyhtarı lobilerin faaliyetlerinin vardığı boyutu göstermektedir.
Temsilciler Meclisi ve Senato’da kabul edilen kararlardan sonra gözler şimdi yönetime, Beyaz Saray’a çevrilmiş bulunmaktadır. Beyaz Saray son yıllarda geleneksel olarak 24 Nisan sözde soykırımını anma gününde bir açıklama yapmaktadır. Geçmiş ABD Başkanları ve son 2 yıldır Başkan Trump 1915 olayları için soykırımı kelimesini kullanmamışlar, Obama ve Trump’ın kullandığı Ermenice büyük felaket anlamına gelen “Meg Yeghern” ise Ermenileri tatmin etmemiştir.
Ermeni lobisi şimdiden Başkan Trump’ın 24 Nisan’da “soykırımı” kelimesini kullanması için harekete geçmiş, Beyaz Saray üzerinde baskıyı arttırmıştır. Temsilciler Meclisi ve Senato kararlarından sonra Başkan Trump’ın “soykırımı” kelimesini kullanıp kullanmayacağı merakla beklenmekte, bu konuda gözler bir anlamda Beyaz Saray’a çevrilmiş bulunmaktadır. Beyaz Saray’dan koyuyla ilgili şimdiye kadar gelen açıklamalar Başkan Trump’ın Kongre’deki gelişmeleri “hoş” karşılamadığını ve tasvip etmediğini göstermektedir.
Diğer yandan Ermeni lobisi ile yakın bağları olan Milletvekili (ve Temsilciler Meclisi Başkanı) Nancy Pelosi ve Senatör Bob Menendez gibi Kongre üyelerinin bundan sonraki adımları da bilinmemektedir. Etnik lobilerle ilişkilerini ve şahsı çıkarlarını ABD çıkarları üzerine koyan bu Kongre üyelerinin, (Temsilciler Meclisi ve Senato) ortak karar tasarısı gibi bağlayıcılığı olan, Ermeni iddiaları konusunda yeni bazı adımlar atmaya kalkışmaları her zaman mümkündür.
Esasında Ermeni iddiaları konusunda ABD’de çok uzun bir zamandan beri gelişmelerin tarihi gerçeklerin ve Türkiye’nin aleyhine olduğu da zaten bilinmektedir. ABD sistemi içindeki federe devletlerin çoğunluğu şu veya bu şekilde Ermeni Soykırım iddialarını kabul etmiş, Ermeni iddialarını ABD okul programlarına sokmuşlardır.
ABD Kongresi’nde Türkiye aleyhine estirilen hava sadece 1915 olayları konusunda tarihi gerçeklerin çarpıtılması konusuyla da sınırlı kalmamaktadır. Türkiye’nin Rusya’dan S-400’ler satın almasıyla ilgili olarak Türkiye’ye yaptırımlar uygulamaya yönelik kararlar, Türkiye’nin F-35 savaş uçaklarını satın almasının kesinlikle engellenmesinin sağlanması, hatta Türkiye-Rusya yeni doğalgaz boru hattını hedef alan bazı yaptırım kararları Kongre’den geçmek ve (onay için) Başkan Trump’ın masasına gönderilmek aşamasındadır.
Kongre’den geçecek bu kararlar önümüzdeki ay ve haftalarda Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni sorunlar yaratabilecek, iki taraf için de ilişkilerin yolunda tutulmasını daha da zorlaştırabilecektir.
Paylaş