Paylaş
Batı yönetimleri ve basın-yayın organlarının PKK terör örgütünün Suriye kolu olan PYD/YPG’ye verdiği desteğin tam bir Türkiye karşıtlığı ve terör örgütü destekleyiciliği haline dönüşmesinin Türkiye’yi hemen hemen bir bütün halinde karşı harekete geçirdiği izleniyor.
ABD ve Rusya’nın Türkiye’de kırmızı bültenle aranan PKK’lı bir teröriste siyasi bir figür, askeri önemli bir şahsiyet muamelesi yapmasının Türkiye’de doğurduğu tepki çok haklı nedenlere dayanıyor. Ancak bu konu da esasen ABD’nin 2014’den bu yana Suriye’de uygulamaya başladığı ve bütün uyarılara rağmen ısrarla sürdürdüğü yanlış ve tehlikeli politikaların sadece bir parçası ve sonucu.
Esasında Türkiye ile ABD’nin Suriye’de yollarının ayrılmasının başlangıcı Vaşington’un ,DEAŞ terör örgütü ile mücadele etmek bahanesiyle, PKK’nın Suriye koluyla başlattığı yakın ilişkilere ve PYD/YPG’ye verdiği açık desteğe dayanıyor. Vaşington’un PYD/YPG’yi Suriye Kürtlerinin temsilcisi olarak Cenevre Sürecinin içine sokma gayretleri, daha sonra PYD/YPG’ye sağladığı milyonlarca dolarlık silah desteği hep bu yanlış politikanın bir parçası olarak gelişiyor.
Vaşington esasen çok uzun bir zamandan beri Türkiye’den gelen “bir terör örgütü ile mücadelenin başka bir terör örgütü ile yapılamayacağı” eleştirilerine kulaklarını zaten kapamış vaziyette. Obama Yönetimi döneminden beri 70 yıllık müttefiki olan bir ülkenin çıkarlarını doğrudan hedef alan bir terör örgütünün Suriye uzantısını açıkça destekliyor ve o örgütü “yerel ortağı” hatta “müttefiki” olarak gördüğünü açıklıyor.
Bugün Türkiye ile ABD’nin Suriye’de karşı karşıya kalmalarının esas müsebbipleri ABD’nin Suriye stratejisini, PKK olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen, PYD/YPG ile işbirliği üzerine oturtanlardır. Vaşington, 2014 yılından itibaren Suriye stratejisini PKK üzerine oturtarak, adım adım Doğu Suriye’deki mevcut tablonun ve Türkiye’nin bu tabloya olan reaksiyonunun ortaya çıkartılması yönünde hareket etmiştir.
Türkiye’nin, Vaşington’un bugün artık açık bir şekilde Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini hedef aldığı ortaya çıkan politikalarına itirazları ise oyalama taktikleri, kozmetik bazı değişikliklerle karşılanmak istenmiştir. PYD/YPG‘ye verilen desteğin dönemsel olduğu ve DEAŞ ile mücadele ile sınırlı olduğu yönündeki söylemlerin de gerçek olmadığının ortaya çıkışı Ankara’da ABD’nin Suriye politikasına olan tepkiyi arttırmıştır.
ABD’nin Münbiç Mutabakatı gibi Türkiye’ye verdiği sözleri uygulamaması da sonuçta Ankara’nın Vaşington’a güvenini törpülemiş, DEAŞ’ın ortadan kalkması süreci içinde Vaşington’un PYD/YPG’e sağladığı desteğin artarak sürmesi Ankara’da Doğu Suriye’de ne yapılmak istendiği yönündeki şüpheleri büyütmüştür.
Trump’ın iktidara gelmesinden sonra Vaşington’da Suriye politikası konusunda görüş ayrılıklarının çok daha derinleştiği görülmüş; Trump’ın DEAŞ’la mücadele kisvesi altında, Irak ve Suriye’de yeni siyasi oluşumlar peşinde koşan kesimlere destek vermek istemediği ortaya çıkmaya başlamıştır. Başkan Trump’ın, Avrupalı bazı başkentler tarafından da daha bilinçli bir şekilde desteklenen Suriye’deki yeni siyasi projelerin uygulamaya konulmasının ABD için kaynak ziyanına yol açacağını düşündüğü anlaşılmaktadır.
Bu durum Trump’ın “tweetleri” ve açıklamalarında görülmekte; Trump Yönetimi Orta Doğu’da sınırların değiştirilmesi için ABD askerlerinin öne sürülmesini istemediğini, PKK’nin odak noktasında olduğu Suriye’deki siyasi projelerin gerçekleştirilebilmesi için 70 yıllık bir NATO müttefiki ile çatışmanın doğru olmadığını savunmaya çalışmaktadır. Suriye’deki gelişmelerin ABD’deki iç siyasi kutuplaşmanın ortasına düşmesi ciddi bir talihsizliktir. Azil süreci ve 2020 seçim atmosferi içinde Trump’ı görevden uzaklaştırmak veya tekrar seçilmesini engellemek isteyen taraf, Suriye dahil elindeki her konuyu, sonuçları ve gerçeklerle ilgisi ne olursa olsun, kullanmaya hazır görünmektedir.
Başkan Trump’ın kendi partisinin de Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığındaki Suriye politikasının mimarlarının ağır baskısında olması işleri Vaşington’da daha da zora sokan bir durumdur. Cumhuriyetçi Parti, Kongre ve ABD basın-yayın organlarına yönelik bu ikna çabasına ve baskıya Suriye ve Irak’taki siyasi oluşumları destekleyen İsrail yanlısı lobinin de katılmasıyla ABD’de Suriye politikasındaki (Obama yönetimi sırasında başlayan) yanlışları ortaya koymak çok daha zorlaşmaktadır.
Türkiye’den bakıldığında geçmişte PKK’yı bugün de Suriye’deki uzantısı PYD/YPG’yi kendi amaçları doğrultusunda kullanan ve PYD/YPG ile sürekli temas halinde olan ülkeler bulunmaktadır. Bu ülkeler arasında ABD dışında Fransa ve Rusya’nın da bulunduğu zaten bir süreden beri izlenmektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Macron Fransa’ya giden PYD/YPG heyetlerini geçmişte de kabul etmiştir.
Aynı durum geçmişte PKK için yaşanmış; Öcalan Suriye’de 10 seneden fazla bir terörist gibi değil siyasi bir kişi imiş gibi yaşamını sürdürebilmiştir. O dönemde Öcalan’a Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi pasaportlarının bile verildiği, terör örgütünün elebaşının yakalanmasından sonra ortaya çıkmıştır. Öcalan’ın en azından görünüşte de olsa “saklanmak” zorunda kalması, PYD/YPG terör örgütünün elebaşlarının ise Batı ülkelerinde ellerini kollarını sallayarak dolaşmaları, pohpohlanmaları bu örgütün Batı ülkelerinden aldığı siyasi desteğin de en açık göstergesidir.
Suriye, Öcalan ve PKK’nın üst düzey kadrosuna 1980’li yılların başından 1990’lı yılların sonlarına kadar destek vermiş; bu kadro PKK’yı Suriye’den yönetmiş ve Türkiye’deki terör eylemlerini Suriye’den yönlendirmiştir. Suriye bu dönemde PKK terör örgütüne her türlü desteği sağlamıştır. 10 seneyi aşan bu dönemde Suriye, Türkiye’nin gözüne baka baka yalan söylemiş ve Öcalan ve PKK’nın Suriye’deki varlığını kabul etmemiştir.
Bugün de PKK’yı terör örgütü olarak kabul eden ama PYD/YPG’yi amaçları doğrultusunda kullanan ülkelerin, PYD/YPG’nin PKK olduğunu gayet iyi bilmelerine rağmen, bu gerçeği kabul etmez gibi davranmaları Suriye’nin o dönemki tutumundan çok farklı değildir.
Türkiye 1998‘de, çeşitli faktörlerin etkisiyle, Hafız Esad rejimini Öcalan’ı Suriye’den çıkartmaya ve PKK’ya verdiği desteği kesmeye zorlamıştır. Türkiye’nin Şam rejimi üzerinde kurduğu baskı 1997 yılı başında Türk Silahlı Kuvvetlerinin yeni bir askeri stratejik görüş oluşturmasıyla başlamış, Türkiye’nin güvenliğine en büyük tehdidin kuzeyden değil bölücü terörist örgütten ve bölücü terörü destekleyen ülkelerden geldiği ilan edilmiştir.
1998 Temmuz ayında Türkiye Suriye’yi PKK terörizmi konusunda işbirliğine ikna edebilmek ve ilişkileri düzeltmek amacıyla Şam’a 10 maddeyi kapsayan bir “İyi Komşuluk Forumu” kurmayı önermiştir. Ankara’nın bu önerisi bağımsızlık ve egemenliğe saygı, toprak bütünlüğüne saygı, sınırların değişmezliği, sorunların görüşmeler yoluyla barışçı şekilde çözümü, içişlerine karışmama, ilişkilerde kuvvet kullanmama, terörizme karşı ortak mücadele ve diğer tarafın menfaatlerini hedef alan terörist örgütlerin topraklarını kullanmasına izin vermeme esaslarında ilişkilerin siyasi, ekonomik ve kültürel alanda gelişmesini esas almıştır.
Ankara’nın bu önerisine Şam’ın olumlu yanıt vermemesi üzerine, Türk askeri ve sivil yetkililerinin Suriye üzerindeki ağır baskısı Eylül ayında başlamıştır. Kara Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı düzeyinde Suriye PKK terörizmini desteklemeye devam ederse Türkiye’nin askeri cevap verme hakkı bulunduğu, Ankara’nın sabrının bitmek üzere olduğu belirtilmiştir. Hatta Genel Kurmay Başkanı esasen Türkiye’nin Suriye ile ilan edilmemiş bir savaş içinde olduğunu dile getirmiş, Suriye üzerindeki baskıyı arttırmıştır.
Türkiye’nin Suriye’yi PKK terör örgütü konusunda işbirliğine zorlamak için ortaya koyduğu kararlılık bu kez sonuçlarını vermiş ve Türkiye ile Suriye arasındaki küresel ve bölgesel güçlerin de şu veya bu şekilde karıştığı büyüyen kriz 17 Ekim’de Şam Yönetiminin geri adım atması ve Öcalan’ın Suriye’yi terk etmesiyle yumuşamaya başlamıştır.
Öcalan’ın Suriye’den ayrılmasıyla Türk ve Suriye heyetleri Adana’da doğrudan görüşmeye başlamışlar, bu görüşmeler Türkiye’nin istediği yönde gelişmiş ve 19-20 Ekim’de yapılan görüşmeler Adana Mutabakatı’nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. Kısa bir metin olan Adana Mutabakatı ile Şam, Suriye’deki PKK faaliyetlerinin sonlandırıldığını ve bu faaliyetlere bir daha müsaade edilmeyeceğini ilan etmiş, PKK ile mücadele konusunda Türkiye ile işbirliğinde bulunma taahhüdü altına girmiştir.
Adana Mutabakatı’nın imzalanması sırasında Ankara ile Şam iki ülke arasındaki işbirliğini arttırmak amacıyla ileri dönük tedbirler de almayı kararlaştırmışlardır. Bu amaçla Türkiye ile Suriye arasında bir “İzleme Mekanizması” kurulmuştur. Başlangıçta üçlü olarak düşünülen bu mekanizma, daha sonra Lübnan’ın kabul etmemesi üzerine, ikili olarak Türkiye ve Suriye arasında oluşturulmuştur. Senede iki kez toplanması öngörülen Adana Mutabakatı’nın sahada uygulanmasını sağlayacak bu izleme mekanizması, tarafların başkentlerindeki Büyükelçiliklerine terörizmle mücadele alanında temasları yürütecek iki özel temsilci atanmasıyla kuvvetlendirilmiştir.
İzleme mekanizması tekrar kurulmadan Suriye’yi ülkesindeki PKK varlığını tamamen temizlemek taahhüdü altına sokan Adana Mutabakatının uygulanması imkanı bulunmadığı açıktır. Zaten imzasının üzerinden 21 yıl geçen Adana Mutabakatının yerini iki ülke arasında Dışişleri Bakanları tarafından 21 Aralık 2010 tarihinde imzalanan ve TBMM tarafından onaylanmasından sonra 9 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren bir Anlaşma almıştır.
Türkiye ile Suriye arasında imzalanan “Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması” Adana Mutabakatına birçok yerinde atıflar yapmakta ve Adana Mutabakatından sonra kurulan izleme mekanizmasına çok benzer bir yapı kurulmasını içermektedir. Anlaşmada Adana Mutabakatına yapılan göndermeler, Anlaşmanın PKK ve bu terör örgütünün Suriye uzantılarını kapsadığını çok açık olarak göstermektedir.
Mevcut şartlarda, Adana Mutabakatı ve Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması, ancak Suriye’de genel bir siyasi çözüm sağlandıktan, Suriye bu siyasi çözümün arkasından topraklarının tümü üzerinde hakimiyet ve kontrolünü sağladıktan sonra Türkiye ve Suriye arasında terörizm konusunda işbirliğinin zemini olabileceklerdir. Adana Mutabakatı gibi Terörizme karşı işbirliği Anlaşmasının da işletilebilmesi iki ülke yönetimleri arasında etkili bir izleme mekanizması kurulması ile mümkündür.
Adana Mutabakatının Türkiye’nin PKK ve Suriye’deki uzantılarına karşı bugün hukuki zemini hazırladığı görüşü ise doğrudur. Ancak Türkiye’nin terör örgütlerine karşı mücadelesi için Suriye’de yaptığı askeri harekatlar için Birleşmiş Milletler Yasası’nın 51. maddesi zaten gerekli ve yeterli hukuki bir dayanaktır. Türkiye’nin kendisini terör örgütlerine karşı koruma ve meşru müdafaa hakkı bulunmaktadır.
Adana Mutabakatını geçen yıl ilk defa tekrar gündeme getirmekle Putin’in Ankara ile Şam rejiminin arasını düzeltmeye çalıştığı açıktır. Başta ABD ve Fransa olmak üzere Suriye sorununda rol ve etkinliği bulunan ülkelerin, Türkiye’nin Suriye’den kaynaklanan güvenlik sorunlarını görmemezlikten gelmeye devam etmeleri, (Bağdadi’nin öldürülmesinden sonra da) vurdumduymaz tutumlarını sürdürmeleri halinde, Türkiye’nin Suriye Anayasa Komitesi’nin çalışmaları paralelinde, bu yola gitmesi zaten kaçınılmaz olacaktır.
Cumhuriyetimizin 96. Kuruluşunun yıldönümünü büyük bir coşku ile kutlarken; İstiklal Savaşımızın kazanılmasında ve Cumhuriyetimizin kurulmasında emeği geçen herkesi, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, minnet ve saygı ile anıyoruz.
Paylaş