70’ine yakın üç moruk bir rakı masasına oturunca ne konuşurlar? Tabii ki siyaset... Biz de yine öyle yaptık.
Yavuz ve ben önce ekonomik krizin gerçek nedeni olan borsayı kapattık ve banka sayısını üçe indirdik. Sonra hükümette bazı değişiklikler yaptık. Başkansız bir Partisizler Partisi kurup halk oylamasına, yani referanduma gittik. Halkın oyuyla Meclis’e gelip ülkeyi 3-5 parti başkanının elinden kurtardık. Alçakgönüllü olduğum için arkadaşların beni Kültür Bakanı yapmalarına ses etmedim. Ama Cevat’ın ille de Temizlik Bakanı olmasına karşı çıktım. Evet, Cevat deli titiz bir adamdı. Sizinle toka etse hemen gidip ellerini yıkar, para saymadan önce cebinde taşıdığı lastik eldivenlerini giyerdi. Ama milletimiz mutlaka ve her gün yere tükürür diye tükürük vergisi almak, Devlet Çöp Denetim Kurumu kurup her evin çöpünü teftiş etmek ve beğenmediği çöpleri evlere geri göndermek gibi uygulaması olanaksız tasarıları vardı. Zaten Temizlik Bakanlığı diye bir bakanlık da yoktu. Yavuz Spor Bakanlığı’na razı oldu. Cevat’ı da Birleşmiş Milletler Çöpçüler Federasyonu Genel Başkanı yaptık ve hırsız-gürsüz ikinci kadehlerimizi de bitirdik.
Çünkü bir rakı sofrasında üç duble rakının mayışıklığından sonra üç moruğun en derin muhabbeti zamparalık üstünedir. Cevat dördüncü kadehinden bir fırt çekip gözlerini tavana daldırdı. Tam hicranlı bir ah çekecekti ki, Yavuz ondan hızlı davrandı:
‘Şu patlıcan salatasına baktım da aklıma Suna geldi’ dedi. Boş yere patlıcan salatasıyla Suna’nın ne ilgisi var diye düşünmeyin. Yavuz taramaya ya da piyaza da baksa aklına yine Suna’yı getirecekti. Çünkü muhabbetin programı buydu.
‘Hatırlar mısın Oğuz, kız benim için trilyoner tekstil fabrikatörü nişanlısından ayrılmıştı.’
‘Hatırlamaz olur muyum? Nohut büyüklüğündeki tek taş pırlanta nişan yüzüğünü de oğlanın yüzüne fırlatmıştı.’
‘Ama ben kızın kıymetini bilemedim. Onu Sevim’le boynuzladım.’
Ben de gözlerimi midye tavaya daldırıp bilgiç bilgiç kafamı salladım.
‘Ne yapalım, zamparalık zor meslek.Mevlám Ademoğlunun bir kısmını zampara yaratmış.Bizim ne günahımız var?İnsanın yalvarıp yakaran, kendi için gözyaşı döken bir hatuna karşı yüzü tutmuyor.Hele o hatun Semra gibi anadan doğma sarışın ve selvi boylu bir dilber olursa... O sırada ben Canan ile yaşıyordum ve Füsun ile de flört ediyordum. Canan’la Füsun’un peşinde kimler yoktu ki?.. İsimleri lazım değil, bakanlar, yakışıklı film artistleri, bankacılar vs.. Ama o kızlar beni seçmişlerdi. Fakat ben Semra yüzünden ikisini de yüzüstü bıraktımdı. Hatırladın değil mi Cevat?’
‘Hatırlamaz mıyım? Hatta Canan tentürdiyot içip intihara bile teşebbüs etmişti de, hastaneye zor yetiştirmiştik. Ama sen yine şanslısın. Benim Sabahat intihara boşverip beni babasının av çiftesiyle kovalamıştı. Şu anda hayatta olmamı tüfeğin boş oluşuna borçluyum. Çünkü beni Maksim Gazinosu’nun assolistinden kıskanmıştı. Sen hatırlarsın Yavuz, kızın kıskanmakta da hakkı vardı değil mi? Keh... Keh... Keh!..’
Yavuz,
‘Bilmez miyim canım, Sabahat’ın korkusundan tam 2 hafta benim evde saklanmıştın’ dedi.
Aslında birbirimize anlatıp onayladığımız bu zamparalık anılarının hiçbirini hatırlamıyorduk. Ama bir arkadaşın zamparalık öyküsüne tanık olarak katılınca öykü üçüncü kişiye karşı gerçeklik kazanıyordu. Yani ben Yavuz’un Suna’sına tanıklık edince, Cevat’ın inanmaktan başka çaresi kalmıyordu. Bir nevi zamparalık şikesi bu. Ama beşinci kadehle ve acılı ezmeyle çok iyi gidiyordu.
O sırada gözüm arka masadaki huri gibi üç genç kıza ilişti. Ne güzel artık genç kızlarımız da yanlarında erkek olmadan meyhaneye gelebiliyorlar. Yavuz’la Cevat’a döndüm,
‘Gerçek zamparalık genetik bir kişiliktir. Bunun yakışıklılıkla ya da yaşla başla ilgisi yoktur. Ölen horozun gözünün çöplükte kalması gibi, kaçınılmaz bir tutkudur. Oysa sizin zamparalıklarınız tarihin tozlu sayfaları arasında kalmış. Fıstık gibi delikanlıyken dedem de zamparalık yapar.’
İçimizde en genç olan Cevat bu mini tiradıma bozuldu.
‘Ben hayatımda yarı kel, koca göbekli ve bastonsuz zor yürüyen zamparaya pek rastlamadım!’ diye bana laf dokundurdu. Aklınızda bulunsun, altıncı kadehten sonra kimseye laf dokundurmayın. Cevat’ın yüzüne en küçümser ve alaycı bakışlarımla baktım. Sonra bastonuma dayanıp ayağa kalktım ve de gidip kızların masasına oturdum. Ama daha önce yedinci kadehi diplediğim için bu gidiş biraz sallantılı ve çarptığım yan masadaki kadehleri devirdiğim için biraz da maceralı oldu.
‘Merhaba kızlar, nasılsınız?’
‘Aaa, hoşgeldiniz... Siz nasılsınız?’
‘Sizce nasılım? Bence hálá yakışıklıyım öyle değil mi?’
Bu cesaretimden ötürü gururla dönüp bizim masaya baktım. Ama masa boştu. Yani Cevat’la Yavuz alçağı beni bırakıp tüymüşlerdi. Benim için artık dönüş yoktu. Bir zamanlar suratıma yakıştırdığım en çapkın ifade olan sol kaşımı kaldırıp yamuk yamuk bıyık altından gülerek,
‘Niçin bu kadar yalnızsınız? Oysa gece daha yeni başlıyor. Bu dünyada ıssız adanızı paylaşacak elbet yalnız bir yürek bulunur’ gibisinden edebi birkaç söz ettim.Kızların ikisi yüzüme ekşi ekşi bakıp randevuları olduğunu söyleyip gittiler.Ama adının Banu olduğunu öğrendiğim sarışın maalesef gitmedi. Üstüne üstlük mavi gözlerini benim miyop gözlerime daldırıp,
‘Eee, şimdi ne olacak?’ diye sordu.
‘Ne mi olacak, ben sana önce Erasmos’un Yaşama Sevinci Felsefesi’nden söz edeceğim. Sonra da Edgar Alan Po’dan şiirler okuyacağım.’
‘Senelerce senelerce evveldi
Bileceksiniz, yaşayan bir kız vardı
İsmi Annabel Lii...’
‘Yemezler!..’
‘Türk şairlerinden de okurum canım. Örneğin Nazım’ın,
‘Sen yanmasan, ben yanmasam
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?..’
‘Palavrayı bırak. Sen bu masaya zamparalık yapmak için gelmedin mi?’
Ben kem-küm etmeye uğraşırken Banu,
‘Lafı dolandırma. Zamparalığa geldin. İşte o zaman yap da görelim!..’ dedi.
‘Aman kızım...’
‘Ben senin kızın değil, artık kız arkadaşınım. Senin eve mi gidiyoruz, yoksa benim eve mi?’
‘Seninkine asla olmaz. Ben yatağımı yadırgarım. Ayrıca çizgili pijamalarım olmadan da uyuyamam.’
‘O zaman senin eve gidiyoruz.’
‘Neee? Benim evde boya-badana var. Ayrıca benim ev Edirne’de!..’ diye itiraz ettimse de fayda etmedi.
‘O zaman en yakın otele gidiyoruz. Üstelik parası da benden. Ben zampara adamı severim. Üstelik yaşlısını daha çok severim!’ deyip ite-kaka beni sandalyemden sökütüp sokağa çıkardı. Uzun boylu, güçlü kuvvetli bir kızdı.
Otel odasında beni yatağa oturttu. Sonra bir şarkı tutturup dans ederek yavaş yavaş soyunmaya başladı. Dolgun ama yerçekimine itiraz eden göğüsleri ve balerin gibi uzun bacakları vardı. Yerimden kalkıp pencereyi açtım,
‘İmdaaaat!.. Burada adam öldürüyorlar, cankurtaran yok muuu!..’ diye haykırmaya başladım.