Vermeyince mabut neylesin Maamut?

‘‘Abi be, benim neyim eksik?’’

‘‘Hiçbir şeyin eksik değil, maaşallah fazlan bile var.’’

‘‘Öyle ise bu karı milleti neden bana yüz vermiyor?’’

‘‘Vermiyor mu?’’

‘‘Vermiyor be abicim. Hatta belediye zabıtası görmüş işportacı gibi kaçışıyorlar. Gencim, yakışıklıyım, hamdolsun paramız pulumuz da var... Biraz zamparalık yapmak bizim de hakkımız değil mi? Sen görmüş geçirmiş adamsın ağabey. Ne olur bana bu işin yolunu yordamını öğret.’’

‘‘Aman Mahmut, kelin merhemi olsa başına sürer. Ben bu işlerden anlamam.’’

Mahmut öyle melül ve mahsun bakmaya başladı ki, içim acıdı. Biraz safçana, ama dürüst bir delikanlıydı. Her delikanlı gibi kadınlar tarafından beğenilmek istiyordu. Hatta bunu erkeklik meselesi bile yapmıştı.

‘‘Bence kendine biraz çekidüzen vermelisin.’’

‘‘Nasıl yani?’’

‘‘Örneğin, böyle bir karış sakalla dolaşmamalısın.’’

‘‘Ama bu sakal moda sakalı ağabey. Televizyonda görmüyor musun, kliplerdeki şarkıcılarla, dizilerdeki artistlerin hepsi böyle kısa sakal bırakıyorlar.’’

‘‘Onları bilmem ama sana yakışmıyor. Zaten kaşların ikişer parmak kalınlığında. Kapkara saçların da hemen üstlerinden başlıyor. Eh, bıyık dersen maazallah mümbit araziden yetişmiş. Tenin de esmer olduğundan bunca kapkapa kıl içinde kömürcü çırağı gibi görünüyorsun. Ben olsam hemen kestirirdim.’’

Mahmut biraz düşündü, sakallarını sıvazladı sonra,

‘‘Ama bıyığımı kestirmem’’ dedi.

‘‘Tamam kestirme ama alttan biraz incelt. Ağzın bile görünmüyor. Halbuki çok güzel dişlerin var. Üstelik tepende kabarttığın saçlarını da daha kısa kestir. Horoz ibiği gibi duruyor.’’

‘‘Ama saçımı kabartınca daha uzun boylu gösteriyorum ağabey.’’

‘‘Uzun değil, koca kafa gibi gösteriyorsun.’’

Mahmut zamparalık uğruna kıllarından ayrılacağı için homurdanarak berberin yolunu tuttu.

*

‘‘Yine bir halt olmadı ağabey.’’

‘‘Ne yani, bir tıraşta kızlar üstüne mi atlayacaktı? Bak ne güzel yüzün gözün açılmış. Kara gözlerinin parlaklığı ortaya çıkmış. Kısa saçlarınla artık daha bir beyefendi gibi görünüyorsun. Ama kılık kıyafet işini de halletmeliyiz.’’

‘‘Kılığımda ne var ki? Bu ipek gömleğe tam 40 milyon saydım ağabey. Pabuçlar dersen ısmarlama.’’

‘‘Pabuçlar ısmarlama ama ayağına dar geldiği için küçük parmağındaki nasırlar yandan pırtlamış. Burunlarını da daha fazla yaptırmak için bileyciye mi götürdün? Üstelik uzun görünmek uğruna üstüne bindiğin o yüksek topukların tepesinden bir düşersen mutlaka bir yerini kırarsın. Gömlek de ipek ama üç dakikadan fazla bakanın gözleri şaşı olur. Mor zemin üstüne sarı çiçekli ve kırmızı yapraklı desenli bu kumaştan yorgan bile yaptırmazlar.’’

‘‘Ama ağabeyciğim Galatasaraylı olduğumuz nereden belli olacak?’’

‘‘Göğsüne küçük bir rozet tak yeter. Ayrıca gömleğinin düğmelerini göbeğine kadar açma. Boynuna taktığın halat kalınlığındaki o altın zinciri çıkar. Kolundaki altın künyeyle nal kadar şövalye yüzüklerini de çıkar. Onlarla şangır şungur dolaşırken fincancı katırlarına benziyorsun.’’

‘‘Ama kalbimi kırıyorsun ağabey.’’

‘‘Kalbin niye kırılıyormuş? Sen benden akıl sordun, ben de seni sevdiğim için yardımcı olmaya çalışıyorum. İstersen bir daha ağzımı açmam.’’

Zamparalık umudu ağır basmış olacak ki Mahmut,

‘‘Bana boşver, sen yine akıl ver ağabeyciğim.’’ dedi.

‘‘Ayrıca külotlu kadın çorabı gibi kıçına yapışan o yeşil çizgili pantolonu at da kendine gri ya da bej kumaştan dökümlü bir pantolon al. Üstüne de lacivert blazer bir ceket... İçine de mavi-beyaz çizgili bir gömlek giy. Siyah mokosen ve siyah çorap giymeyi de unutma.’’

‘‘Hiç olmazsa çorap sarı-kırmızı olsa?’’

‘‘Olmaz, siyah olacak!’’

*

Mahmut'taki değişiklik inanılmazdı. O maganda tipli bol kıllı kenar mahalle delikanlısı gitmiş, yerine efendiden yakışıklı genç bir adam gelmişti. Ama yüzünde yine umutsuz bir keder ifadesi vardı.

‘‘Hayrola yine ne oldu?’’

‘‘Azıcık olur gibi oldu ama, sonunda yine olmadı.’’

‘‘Niye?’’

‘‘Ne bileyim ağabey, kız önce bana güldü, ben de ona güldüm.’’

‘‘Eh, dişlerine bayılmıştır.’’

‘‘O da öyle dedi, sonra biraz konuştuk onu yemeğe davet ettim.’’

‘‘Yoksa gelmedi mi?’’

‘‘Geldi, hem de koşa koşa...’’

‘‘Eee?’’

‘‘Eee'si, yemeğin yarısında ben tuvalete gidiyorum diye kalktı, bir daha masaya dönmedi. Ben de 15 tabakla donattığım, alevli meyve tabağı koydurduğum masada sap gibi kalakaldım.’’

Mahmut'u uzun zamandır tanıyordum. Neler olup bittiğini tahmin edebiliyordum.

‘‘Kıza nelerden söz ettin?’’

‘‘Şundan bundan.’’

‘‘Dur ben tahmin edeyim. Önce Galatasaray muhabbeti yaptın, Fatih Terim'in Arif'i takımdan çıkardığını, Ümit'i takıma koyduğunu anlattın. Sonra da kuru meşe tahtası fiyatlarının yüksekliğinden ve Avrupa parke cilasının üstünlüğünden söz ettin.’’

Mahmut'un bir parkeci atölyesi vardı.

‘‘Valla yalnız onları anlatmadım ağabey. Pişpirik oynarken nasıl káğıt araklandığını da öğrettim.’’

‘‘Aferin, zaten bir genç kızın en büyük ihtiyacı da pişpirik oynarken káğıt çalmayı öğrenmektir. Hatta, elini ağzına kapatmadan kızın yüzüne bakarak gaarkk diye geğirmişsindir bile... Sonra serçe parmağını kulağına sokup cırk cırk ettirerek kaşımışsındır. Ve hatta elini pantolonunun içine daldırıp takım taklavatını da hart hurt kaşımışsındır.’’

‘‘Yok be abicim, bu yeni aldırdığın pantolonun içine elim girmiyor. Artık oralarımı kaşıyamıyorum.’’

Bir kalem káğıt alıp yazmaya başladım.

‘‘Bunlar ne ağabey?’’

‘‘Bunlar senin ev ödevin. Hepsini bir bir ezberleyip yerine getireceksin.’’

‘‘Bunları yapınca kızlar garanti mi?’’

‘‘Kuyruğa girecekler. Seni görünce Tarkan'ı görmüşten beter olup böğürlerini yumruklayacaklar. Üstüne atlayıp giysilerini parçalayacaklar.’’

Mahmut'un gözleri ışıdı, dilini dudaklarında gezdirip,

‘‘Yaz ağabeyciğim yaz... Boğaz Köprüsü'nden atla diye yazsan bile atlamayan namerttir!’’

‘‘Atlayıp zıplamana hiç gerek kalmayacak. Bu yazdıklarım herkesin yapabileceği basit ve güzel şeyler Mahmut'çuğum!’’
deyip yazdım.

1. Kızın önünde değil, yanında yürünecek.

2. Ter kokmamak için sık yıkanılacak ve lavanta kolonyası, deodorant falan kullanılacak.

3. Benn... Benn... diye dipsiz tiratlar çekilirken arada bir susup kızın ne dediği de dinleniyormuş gibi yapılacak.

4. Orhan Veli, Nazım Hikmet, Özdemir Asaf, Attila İlhan gibi şairlerin şiirleri ezberlenecek. Güneş batarken uzun bir suskunluk icat edildikten sonra sigaradan derin bir nefes çekip kızarık bulutlara göz daldırılarak bu şiirler inileye inileye okunacak.

5. Yemeğe çıkardığın kız tuvalete gidince kenef kapısında beklenecek. (Neme lazım kaçar maçar.)

6. Beklediğin o an gelince özellikle mahcup, masum hatta korkak davranılacak. Böylece kız, yıllar öncesine dönüp kozadan çıkmış kelebekler gibi orana burana uçup konacak.

7. Vee, çeneni tutup asla ve asla ‘‘Nasıldı?’’ denmeyecek!

Mahmut, elimdeki káğıdı kaptı, yutar gibi okuya okuya gitti.

*

Bu olanlardan birkaç ay sonra Mahmut'u gördüğüm zaman çok şaşırdım. Şaşırma nedenim, Mahmut'un yine bol kıllı suratı, yeniden giydiği mor üstüne sarı-kırmızı çiçekli gömleği, arkasına bastığı yüksek topuklu pabuçları, altın zincirleri ya da pantolonunun içine sokup nazik yerlerini kaşıyan eli değildi. Yanındaki Mahmut'tan bir kafa uzun, mini etekli, sarışın dilber dilberine bakıp şaşırmıştım. Üstelik ince belli, uzun bacaklı sarışın, bizim Mahmut'a öyle bir sarılmıştı ki, kerpetenle sökmenin bile mümkünü yoktu. Mahmut beni görünce,

‘‘Sizi tanıştırayım ağabey. Bu Mehtap... Ama asıl adı İbrahim'miş.’’ dedi.

Lüle saçlı sarışın, benimkinden daha bariton bir sesle, ‘‘Memnun oldum şekerim’’ dedi.

‘‘Allah seni kahretsin Mahmut, onca emeğim boşa gitti!’’

‘‘Ne yapayım ağabey, her bir şeyleri yapıyorum ama şiirleri bir türlü ezberleyemiyorum!’’
Yazarın Tüm Yazıları