‘Vaay Fahri’ciğim, şükür görüştürene. Nerelerdesin yahu? Öyle cenazeler de olmasa hiç görüşemeyeceğiz.’
‘Vallahi işten güçten soluk alacak zaman bulamıyorum. Başın sağolsun Samet’çiğim.’
‘Dostlar sağolsun. Yalan dünya ne olacak, bugün varsın yarın yoksun... Genç yaşta gitti dağ gibi adam. İçim yandı vallahi. Onca yıllık arkadaşımdı.’
‘Allah rahmet eylesin neden öldü?’
‘Kalpten diyorlar ama, ben pek inanmıyorum. Bana kalırsa zamparalıktan gitti. Onca Viagra’ya can mı dayanır? Her gün ayrı kadınla gezerdi rahmetli.’
‘Evli değil miydi?’
‘Olmaz olur mu? İki de yetişkin oğlu vardı. İlerdeki siyah başörtülü kadın da karısı.’
‘Çok üzgün görünüyor.’
‘Tabii öyle görünecek, aslında için için seviniyordur bile.’
‘Niye sevinsin ki?’
‘Ölünün arkasından konuşulmaz ama, bizim rahmetli kadıncağıza az çektirmedi. Fakirken bütün kahrını karısı çekti, cebi üç beş kuruş görünce dağıttı. Eve uğramaz, sabahlara kadar barlardan çıkmaz oldu. Bilmez misin, rahmetli zaten kadın budalasıydı.’
‘Hiç tanışmamıştık, sadece son kitabını okumuştum.’
‘Tanımadığın halde cenazeye niye geldin?’
‘Ben aslında cenazeye değil, Sabahattin Bey’i yakalarım umuduyla geldim. Rahmetli ile iyi arkadaşmışlar. Reklamlarını bizim şirketten alıp Şok Ajans’a verdi. Görüşebilmek için kaç kere aradımsa sekreterine toplantıdayım dedirtti.’
‘Nasıl beğendin mi?’
‘Neyi?’
‘Kitabı canım. Hani okudum dedindi ya.’
‘Evet, çok beğendim. Hele adamın yıllar sonra kızıyla karşılaştığı bölümde gözyaşlarımı tutamadım. Çok iyi bir romancı.’
‘Evet, çok güçlü bir yazardı rahmetli. Olayları birbirine çok güzel bağlardı. Ama kıymeti pek bilinmedi.’
‘Bilinmedi olur mu, ben son romanının 15. baskısını okudum.’
‘Sen o baskı sayılarına kulak asma Fahri. O yayıncıların dümeni... Daha birinci baskı satılmamışken onbeşinci baskı diye piyasaya üç beş kitap sürüyorlar.’
‘Yine de genç sayılacak yaşta ölmesine çok üzüldüm.’
‘Üzülünmez mi Fahri! Hem bizim gibi dostları candan bir arkadaş kaybetti, hem de edebiyat dünyası çok değerli bir yazarını yitirdi. Sen onun bunun laflarına kulak asma. En iyi üç-beş romancıdan biriydi.’
‘Ne diyorlar ki?’
‘Güya her romanı Fransız romancılarından yürütmeymiş. Özellikle, son romanında senin gözyaşlarını tutamadığın bölüm, kelimesi kelimesine kopyaymış. Rahmetli Fransızca’yı iyi bilirdi. Çok kültürlü adamdı.’
‘Şu ağacın altında duran adam akrabası galiba.’
‘Yoo, o bizim meyhaneci Tahir.’
‘Çok üzgün görünüyor.’
‘Tabii üzülecek, rahmetli ona en az birkaç yüz milyon borç takmıştır.’
‘Hah, Sabahattin Bey’i gördüm. Bana müsaade Fahri’ciğim. Tekrar başın sağolsun.’
‘Beni mutlaka ara da bir kafa çekelim. Hasret gidermeyi cenazelere bırakmayalım.’
‘Bakın, sabaha kadar ağlamaktan gözlerim nasıl şişti. O çok büyük bir yazardı. Onun senaryosunu yazdığı bir dizide oynadığım için onur duyuyorum ve EMX TV kameralarına da söylediğim gibi hakkımızda çıkarılan dedikoduları da şiddetle kınıyorum. Aramızda sadece bir ağabey-kardeş ilişkisi vardı. Bütün bu lafları Şule Şaşmaz denen kadın kıskançlığından uyduruyor.’
‘Yani Şule Hanım sizi kıskanıyor mu?’
‘Kıskanıyor da laf mı be!.. Hasetinden çatır çatır çatlıyor.’
‘Niye?’
‘Rahmetli, dizideki başrolü bana vermişti ya... Şule de şeydeldiğiyle kaldıydı şekerim.’
‘Ama yine de cenazeye gelmiş.’
‘Tabii gelecek, televizyonlara çıkmak için gitmeyeceği yer yoktur. Geçenlerde de hiç tanımadığı halde eski bir bakanın cenazesinde gördümdü. Ama kızcağız görgüsüz olduğu için cenazeye allı güllü mini etekli kılıklarla geliyor.’
‘Sizin elbiseniz de mini.’
‘Mini ama, benimkinin rengi siyah. Paris’e son gidişimde böyle günler için tam 4 bin 500 Frank sayıp Christian Dior’dan aldımdı. Kameramanına söyle, biraz da yakın plan çeksin de gözyaşlarım görünsün.’
*
‘Başınız sağolsun Haydar Bey.’
‘Cümlemizin efendim, ne hoş sohbet adamdı rahmetli.’
‘Evet, içince çok güzel espriler yapardı, etrafı kahkahadan kırıp geçirirdi.’
‘Aaa, ben içtiğini bilmiyordum.’
‘Ohhoo, bir oturuşta bir büyük götürürdü Haydar Bey’ciğim.’
‘Fakat imkánsız efendim. Rahmetli 5 vakit namazında niyazında bir adamdı.’
‘Ben bunca yıldır bayram namazına bile gittiğini görmedim.’
‘Hatta bu yıl üçüncü kez hacca gitmeye niyetleniyordu. Ama kısmet değilmiş. Takdir-i ilahi işte.’
‘Hacca mı gitmiş? Siz kimden söz ediyorsunuz Allah aşkına?’
‘Bizim eski genel müdür, merhum Tahsin Bey’den tabii. Bir ara sizin de amirinizdi ya. Vefatını bugün gazetede okudum, koşup geldim.’
‘Siz yanlış cenazeye gelmişsiniz Haydar Bey. Gazeteyi ben de gördüm. Onunkisi Levent Camii’nden kalkıyor. Burası Teşvikiye Camii.’
‘Eee, ne yapalım ben de bu cenazeye katılırım. Kısmet bunaymış. Merhumun adı neydi?’
*
‘Eşi hangisi?’
‘Şurada duran hanım sayın başkanım.’
‘Arabaya söyleyin kapıya gelsin. Taziyede bulunup hemen dönelim de, Bakan’ı karşılamaya yetişelim.’
*
‘Hayır, rahmetli Fenerli değil, Galatasaraylıydı.’
‘Sen onun öyle göründüğüne bakma. Galatasaray Lisesi’ndeyken bile gizli bir Fenerliydi.’
‘Ne olacak bu Galatasaray’ın hali? Elde avuçta işe yarar oyuncu kalmadı.’
‘Zaten Fatih’i alanda kabahat!..’
*
‘Kabristana gidecek misiniz hanımefendi?’
‘Valla bilmem ki... Niye sordunuz?’
‘Gidecekseniz, benim arabama buyurun diyecektim.’
‘Ama ben arkadaşlarla gelmiştim.’
‘Bu sıcakta tek arabada sıkışmayın canım. Benimki hem klimalı, hem 4 çarpı 4.’
*
‘Sallantıya bakılırsa yola çıktık. Cenaze törenlerinden bunca yıl boşuna nefret etmişim. Oysa ne kadar faydalı ve eğlenceliymiş. Sayemde yıllardır birbirini görmeyen dostlar bir araya gelip hasret giderdiler. Borsacı Kenan, güzel bir kız arakladı. Ebru, bu akşam haberlerinde televizyona çıkacağı için mutlu. Reklamcı Fahri, Sabahattin Bey’i yakalayıp işi tekrar kaptı. Vakıflar bir sürü çelenk parası topladı. Ne iyi etmişim de, Samet’e o kazığı atmışım. Arkamdan söylenmedik laf bırakmadı alçak. Ama en çok Hüseyin’in cenazeme gelmesine şaştım. Küs olduğumuz için yıllardır görüşmüyorduk. Bir kenarda hiç konuşmadan durup arada bir gözlerini sildi. Doğrusu beni bu kadar sevdiğini bilmezdim. Şimdi anımsamıyorum, niye küsmüştük acaba?’