İki köşe yazarı

Çetin, belki de yaşamında ilk kez hiç konuşmadan iki kadeh rakıyı üst üste devirdi. Bu suskunluk hiç hayra alamet değildi. Derdini üçüncü soruşumdan sonra,

‘Artık okunmuyorum!’ dedi.

‘Ne yapalım, herkesin bir modası var. Ben de okunduğumu sanmıyorum. Son okur mektubumu bir ay önce aldım.’

‘Ama Yayın Müdürü geçen gün bana, Çetin Bey dedi.’

‘Ne var bunda, kibar adammış.’

‘Yıllarca Çetin Ağabey diye yırtınan adam durup dururken ne diye bey diyor?’

‘Ne diye diyor?’

‘Araya bey lafıyla resmiyet sokuyor. Çünkü yakında beni gazeteden atacak. Ama söylentilere bakılırsa seni benden önce atacak!’

Öyle bir ‘Yok yahuu!’ çekip zıplamışım ki, ortamızdaki masa zangırdadı. Meze tabakları birbirine çarptı.

Çetin’le aynı gazetenin ayrı köşe yazarlarıydık. Ve halimizden memnunduk. O köşeleri ele geçirmek için ne savaşlar verip ne taklalar atmıştık. İşe muhabirlikten başlayıp köşe yazarı olmak ne demektir bilir misiniz? Vallahi bir mahalle muhtarının bakan olması bile daha kolaydır. Bu kez efkár sırası bana gelmişti. Bu yaştan sonra Babıali’de iş arayacak ne halim, ne mecalim vardı. Çetin’in durumu benden de beterdi. Evlenip ayrılmayı spor haline getirdiği gibi, bakıp beslemesi gereken bir sürü çocuğu vardı.

Çetin’i çok severdim. Gençliğimizden beri Babıali’de derdimizi ve simitimizi paylaşmıştık. Kardeş gibi birbirimize hep arka çıkmıştık.

‘Vuruşmadan çekilmek yok!’ diye kükredim.

‘Ne yapacağız ki?’

‘En çok okunan köşe yazarları olacağız.’

‘Nasıl olacağız? Bütün fikirlerimi yüzlerce kere yazdım. Bütün esprilerimi yüzlerce kere patlattım. Hatta fıkra kitaplarından fıkra bile yürüttüm. Okurlar artık bizi ezberledi oğlum!’

Tam o sırada meyhanenin önünde kavga çıktı. Tüm meyhane halkı huryaa deyip sokağa fırladık ve çember olup kavga dövüş birbirini paralayan iki salağı seyre durduk. Hatta içimizden,

‘Kafa at lan!..’

‘Mideye çalış!..’

‘Karate yap be karate!’
diye tepişenler akıl öğretenler bile çıktı.

‘Şu bizim milletteki dövüş seyretme merakını gördün mü?’

‘Gördüm, ne olacak?’

‘Biz de dövüşeceğiz ve millet de bizi okuyacak. Tabii bu, şike bir dövüş olacak. Yani, danışıklı dövüş... Sen köşende bana giydireceksin, ben köşemde seni taştan taşa çarpacağım... Okur milleti de bizim dövüşümüzü okurken ağızlarından keyifli salyalar dökecek!..’

*

‘Sevgili arkadaşım ve köşe yazarı komşum Çetin dünkü yazısında, hükümetin ekonomik politikasını eleştirmiş. Merkez Bankası’nın dolara müdahalesini yersiz ve zamansız bulmuş. Bu sözleri okuyunca insanın gülesi geliyor.

Sayın Çetin hangi ekonomi bilgisiyle bu fetvayı veriyor? Benim bildiğim Çetin, aybaşını bile zor getiren, hesaptan kitaptan habersiz bir garibandır. Cebindeki paradan haberi olmayan birinin hükümete akıl vermesi, bana çok komik geliyor.’

*

‘Gazetemizin arka sayfalarındaki sayın köşe yazarı Oğuz, dün benim ekonomiden anlamadığımı yazmak cüretinde bulunmuş. Ben bu ekonomik fikirlerimi büyük ekonomi felsefecisi Adam Smith’e dayanarak yazdım. Oğuz acaba hayatında Adam Smith’ten tek satır okumuş mudur? Tabii ki hayır!.. Agatha Christie gibi kıytırık polisiye roman okumaktan, bilimsel bir kitap okumaya vakit kalır mı? Beni hesap bilmemekle suçlayan adam, önce bana olan 30 milyon borcunu öder. Neredeyse bir yıl oldu yahu!.. Üstelik o sırada dolar 900 bin liraydı.’

*

‘Sayın köşe yazarı Çetin, her çaresiz ve perişan kalan yazar gibi işi şahsiyata dökmüş. Benim ekonomik tezlerime bilimsel bir yanıt bulamayınca eski defterleri karıştırıp benim ona 30 milyon borcum olduğunu yazmış. İnsan biraz utanır bee!.. Boğaz’da Parodi restorandaki yemek hesabını kim ödedi?.. Hele bana kakaladığın son karın ve kayınvalidenle geldiğin Sivis Otel’deki ziyafet bana kaça patladı haberin var mı? Kredi kartı borcumu senin yüzünden hálá kapatamadım. Ama köşe yazarlığının namusu nedeniyle ben bunlardan söz etmek istemiyorum. Paranı en kısa zamanda göndereceğim. Para senin olsun, yazarlığın namusu bana yeter!’

*

‘Oğuz diye kaza ile yazar olmuş biri, dün bizim gazetede köşe yazarlığının namusundan söz etmiş. Bunları yazarken belki de çarpılmıştır. Çünkü, bu sözleri duyunca Nadir Nadi, Peyami Safa, Va-Nu gibi köşe yazarlarının kemikleri kıkırdamış, belki de yattıkları yerden nefretle doğrulmuşlardır. Demek ki köşe yazarlığının tele-volesi de böyle oluyormuş. TÜHH!..’

*

Patlıcan kızartmaya hamle eden Çetin’in gözlerinin içi gülüyordu.

‘Haberin var mı? Yayın Yönetmeni bana tekrar Çetin Ağabey demeye başladı. Çünkü gazetenin satışı patladı.’

‘Ben de iki gazeteden transfer teklifi aldım. Hem de dolarla... Ama bizim yönetmen teklifleri duymuş, maaşıma yüzde 300 zam yapınca gık diyemeyip bizim gazetede kaldım.’

‘Vay alçaklar, bana yüzde 200 zam yaptılardı.’

‘Dellenme de şükret... Senin maaşın benden fazlaydı zaten!.. Haydi kavgamızın şerefine Çetin’ciğim.’

‘Polemiğimize ve kavgamıza Oğuz’cuğum.’

‘Tırring!..’

*

‘Ey patron emriyle başbakan kuyruğunda dolaşan yazıcı!.. Sana artık yazar bile diyemiyorum. Ey Çetin!.. Pirimiz Sedat Simavi ‘Kalemini kır ama satma’ demişti ya... Sen kalemini değil, donunu bile sattın. O plastik kalemini al da münasip bir tarafına dühul eyle!.. 30 yıl yazı yazdın, sonunda ola ola da patronun iş takipçisi oldun. Zaten evlenmeden de hiçbir karıyı beceremiyordun. Sen kompleksli birisin dangalak!.. Kamışına hakim olamayan, kalemine de hakim olamaz!..’

*

‘Ey vatan haini Oğuz!..

Fidan gibi delikanlılar PKK ile dövüşüp şehit olurken, sen Boğaz’a nazır apartmanında 12 yıllık Bileyk Leybıl viskini keyifle yudumluyordun. Ülkenin minik yavruları çöplüklerde ekmek ararken sen İstanbul’da yeni açılan İtalyan lokantalarında Makaroni Bolonez ve Tramisu zıkkımlanıyordun!.. Ya Alman turistten olan gayrimeşru çocuğuna ne demeli?.. Kadın hálá çocuğun babasının sen olduğunu ispatlamak için Dışişleri Bakanlığı’nda kapı aşındırıyor hıyar!..’

*

Çetin,

‘Bodrum’da yeni bir yazlık aldım. Onun şerefine!..’ deyip rakısını kaldırdı. Ben de onun gözüne bir sağ kroşe vurdum:

‘Ulan alçak, ben ne zaman İtalyan lokantasına gittim?’ dedim. O da kalkıp,

‘Ne yapayım gitseydin’ deyip altındaki sandalyeyi kafama geçirdi. Sonra ben onun midesine en sıkı aparkatımı vururken kafama inen rakı şişesini görmediğimi fark ettim.

‘İş takipçisi!..’

‘MİT ajanı!..’

‘Namus düşmanı!..’

Hastanede gözlerimi açtığım zaman ilk sorum Çetin oldu. Çetin’de çok fazla hasar yokmuş. Sadece burnu kırılmış ve iki dişini kaybetmiş. Herif ufak tefekti ama yaman dövüşçüydü. İkimizi de aynı hastaneye yatırdıkları için Çetin odama ziyarete geldi.

‘Ah be, bu geceki kavgayı çeken bir TV kanalı olsaydı, köşeyi dönmüştük.’

‘Çekmişler, hatta bu gece oynatacaklarmış.’

‘Yarın en ünlü köşe yazarları biz olacağız.’

‘Hayır, yarın en ünlü işsiz köşe yazarları biz olacağız, çünkü patron bizi işten atmış!..’

Çetin’in morarmış gözüne bakıp,

‘Gel Türkiye’yi yine kurtaralım!..’ dedim.
Yazarın Tüm Yazıları