Bizim kuşak, abazan bir kuşak olarak yetiştirilmiştir. İlkokul biter bitmez kızlarla erkek öğrencileri hemen ayırırlardı. Sanki bir koşu çocuk yapacağız. Biz, erkek ortaokulları ve erkek liselerinde herif herife okurduk. Genç ve güzel bir hanım öğretmeniniz varsa başka sınıflara fiyaka bile yapardınız. Sanıyorum kızların durumu pek farklı değildi.
Böylece, yıllar boyu kız yüzüne ve kız sesine hasret hafızlayıp dururduk okullarda... Bir kızcağızın mucize kabilinden bir flörtü olursa, o zamanki adı konuştuğum çocuktu. Zaten konuşmaktan başka aramızda bir halt da olmazdı. İki tip çocuk vardı.
1. Bakıştığım çocuk
2. Konuştuğum çocuk.
Ben mahcup biri olduğum için ‘‘bakıştığım çocuk’’luktan ‘‘konuştuğum çocuk’’luğa bir türlü terfi edemezdim.
Böylece, Akademi'ye gelen kız-erkek her Allah'ın kulu birbirini görünce daha ilk haftada zurna gibi áşık olurdu. (Bilginiz olsun diye söyleyeyim, bu aşkların bir kısmı da evlilikle sonuçlanırdı. Örneğin Karaoğlan'ın yaratıcısı bizim Suat Yalaz'la eşi Necla 50 yıla yakındır bu Akademi evliliğini sürdürmektedir.)
Hepimiz birine áşıktık. Ama Şebnem'e en az 15 kişi áşıktı. Hatta, bu yüzden benim gibi karikatürcü olan arkadaşım Atilla ile aramızda hır bile çıkmıştı. Herif, dalgalı siyah saçları ve yeşil gözleriyle ilah kadar yakışıklıydı. Allah'tan bu ilah benim omuzuma zor geliyordu.
Biz, cümbür cemaat Şebnem'e áşıktık, ama aynı zamanda da şaşkındık. Bu kızda bizi yana yakıla áşık edecek ne vardı? Bir türlü bulup çıkaramıyorduk. Güzel denemezdi. Vücudu da öyle ahım şahım değildi. Hatta, bacakları bir miktar çarpıktı. Esmer sözcüğü hafif kalacak kadar koyu tenliydi. Tüy ve kıl konusunda da doğa ona bir hayli cömert davranmıştı.
Ama hep şen şakraktı ve şirindi. Bir de sesi güzeldi o kadar. Bu kadarcık marifet cümle álemi aşık etmeye yeter miydi? ‘‘Biz bu kıza niye tutulmuştuk yahu?’’ sorusu yıllar boyu kafamı kurcaladı durdu.
*
Akademi'den ayrıldıktan sonraki 47 yıl içinde Şebnem'i iki kez gördüm. İlk görüşüm, 4 yıl önceydi. Kenter Tiyatrosu'nda Müşfik'le yaptığım Huysuz İhtiyar oyununun provasından çıkmış yağmurlu bir havada taksi yakalamaya çalışıyordum. Önümde salon salomanje bir araba durdu. Şoförü fırladı, kapıyı açıp beni buyur etti.
‘‘Islak saç sana çok yakışıyor.’’
‘‘Ne saçı yahu, damlalar tepeme vurduğu zaman şap şap ses çıkarıyor artık.’’
‘‘Kendine haksızlık etme, gençliğinden daha yakışıklısın.’’
Şebnem'i önce sesinden sonra da cıvıldayarak gülmesinden tanıdım.
‘‘Bunca yıldır neredesin, neler yaptın kız?’’
‘‘Ohho, neler yapmadım ki... Anlatması uzun sürer.’’
‘‘Şurada bir kahveye oturalım da eskileri konuşalım.’’
‘‘Kahvede değil, bizde konuşalım.’’
İnsan, eski bir sevdiğini görünce kendi gençliğini de görmüş gibi olup seviniyor. Şebnem'in evi Bebek sırtlarındaydı ve deniz, derya ayak altındaydı.
‘‘Durumun parlak görünüyor.’’
‘‘Kocalarım sağ olsun.’’
‘‘Kaç kocan var?’’
‘‘Üçünden ayrıldım. Şimdi dördüncüsünün eli kulağındadır. Ama ona áşık oldum.’’
‘‘Bu yaştan sonra mı?’’
‘‘Biraz sonra görürsün ve bana hak verirsin.’’ Şebnem benden bir iki yaş büyüktü ve o sıralarda 65'inde filan olmalıydı. 16 yıllık İrlanda viskimi içerken,
‘‘Ben sana áşıktım’’ dedim.
‘‘Biliyorum.’’
‘‘Üstelik tipim de değildin.’’
‘‘Bana áşık olanların hiçbirinin tipi değildim zaten.’’
‘‘Nasıl beceriyorsun?’’
‘‘Ohhoo, çok kolay... Sizi mutlu ediyorum ve bensiz yapamıyorsunuz.’’
‘‘Nasıl oluyor bu iş?’’
‘‘Hatırlıyor musun sana 'Ne kadar estetik bir vücudun var... Adalelerin ince ve uzun. El Greko'nun resimlerindeki İsa gibi... Ben öyle somun gibi adaleli badi yapan erkeklerden hoşlanmam. Aslında hiçbir kadın hoşlanmaz. O enayiler halterleri boşuna kaldırıp hamallık yapıyorlar!' demiştim.’’
‘‘Hatırlamaz mıyım?.. O günden sonra pazularını şişirip yalancı pehlivan gibi ortalıkta dolaşıp hava atmak için ıkınan dangalaklarla hep dalga geçtim.’’
‘‘İşte senin işin o lafla bitti. Çünkü sen çok sıskaydın ve bundan utanıyordun. Yazın bile kısa kollu gömlek giyemiyordun. Seni güzel vücutlu bulan bir kıza áşık olmayıp da ne halt edecektin?’’
‘‘Cüce Atilla'ya da selvi boylu olduğunu mu söyledin?’’
‘‘Teessüf ederim, iki karışlık bir delikanlıya sen git basketbol oyna diyecek kadar aptal mıyım? Ona, dehaların hep kısa boylular arasından çıktığını söyledim. Napolyon'u, Aynştayn'ı örnek verdim. Hatta Alan Led'le Körk Daglıs'ın boylarının 1.60 santim olduğunu da söyledim. Biliyorsun onlar kadınların yüreklerini hoplatan yıldızlardı o yıllarda... Atilla onlardan en az bir iki santim uzundu. Tabii, namlı salakların da hep uzunlar arasından çıktığını söylemeyi ihmal etmedim.’’
‘‘Tevekkeli değil, herif bana yukarıdan aşağıya bakıp merhametle gülümseyip dururdu. Pekiyi, kızların peşinde koştuğu parlak Oktay'a ne dedin de herifi sırılsıklam áşık ettin?’’
‘‘Hiçbir şey demedim. Öbür kızlar kırım kırım kırıtırken ben Oktay'ın söylediği her lafa güldüm. Hatta kahkahalar atıp yerlere düştüm. O da sadece yakışıklı olmayıp aynı zamanda çok güzel espriler yapan zeki biri olduğuna inandı ve bensiz yapamaz oldu. Hangi erkek pohpoha dayanabilir? Analar daha iltifata dayanacak herifi icat etmedi.’’ Ben,
‘‘Amanın kız, bunlar ne akıllar... Allah beni korumuş da seninle evlenmemişim’’ diye söylenirken salona Meksika dizilerinden fırlamış gibi görünen şakakları hafif kırlaşmış, yüzü solaryum yanığı, porselen beyazı dişli, yakışıklı mı yakışıklı, gençten bir herif girdi. Şebnem'le sarılıp sarmaştılar. Aşk-ı muhabbet-i sevda mırıltılarından sonra Meksika jönü bana döndü.
‘‘Ah affedersiniz, Şebnem gözlerimi kamaştırdığı için sizi göremedim. O, dünden de daha genç... Her gün daha gençleşiyor. Yakında baba kız gibi olacağız!..’’
Şebnem'in mayışmış yüzüne baktım ve içimden derin bir eyvah çektim.
*
Şebnem geçen hafta telefon edince kaldığı yaşlılar yurduna gittim. Orta halli, hatta fakirce bir kuruluştu.
‘‘Senin kıranta herif ne oldu?’’
‘‘Haluk gitti.’’
Ben, fotoroman zamparasının adının Abdülrezzak ya da Muttalip filan olduğundan eminim. Romantik olup dekorasyona uysun diye Haluk'a çevirdiğini şiddetle sanıyorum.
‘‘İki han gitti, yat gitti, hisse senetleri gitti, Bebek'teki ev de gidince Haluk da gitti. Şimdi bu kaldığım yerin 4 aylık gecikmiş ücreti var. Dün gece aklıma sen geldin. Senin ne kadar gani gönüllü, şövalye ruhlu, uzun boylu ve iyiliksever bir delikanlı olduğunu da hatırladım. Adalelerin hálá ince ve uzun.’’
Şermin'in borcunu ödeyip yaşlılar yurdundan çıkarken önce göğsümü sonra da pelteleşmiş pazumu şişirdim.
‘‘Ne kadar haklısın Şebnem...’’ deyip otobüs durağına yürüdüm.