Referandumun gösterdikleri

PAZARTESİ yazısını, ilk referandum sonuçlarını bekleyip, son dakika izni alıp yazmaya hiç niyetlenmedim.

Niyetlensem ne olurdu onu da bilmiyorum. Referandum sonuçlarını nasılsa uzun süre konuşacağız, hem de çoğunuzun düşündüğünden “daha uzun” bir süre.

Bugünden itibaren sonuçlar bin bir türlü yorumlanacak. Ben sonuçlar ne çıkarsa çıksın, Türkiye’nin düze çıkma yoluna girmiş olmayacağını düşünenlerdenim.

Bunun karamsarlıkla hiçbir alakası yok, sadece, siyaset izlemenin, sirkteki çocuk gibi her sahne değişiminde bir öncekini unutup, en ufak atraksiyonla yerinden fırlayan çocuk gibi davranmakla mümkün olmadığını düşünüyorum, o kadar.

POPÜLİZM BATAĞI

Sonucu ne olursa olsun, kaygı verici bir referandum süreci geçirdik. Referandum tartışması, Türkiye’de demokratik tartışma düzeyimizi ve demokratik siyaset anlayışımızı gözler önüne serdi. Maalesef, gördüklerimiz hiç de umut vaat edici değil.

Siyasi partiler popülizm batağında, demokrasiden ne anladıklarını netleştirmiş oldular. MHP çevresi, genel olarak, “ülkeyi böldürmemek” adına daha az demokrasi vaat etti. CHP, nihayet bu sınırı zorladı, ama aşamadı. İktidarın kendini zenginleştirmesine, yoksulluğa, işsizliğe yaptığı vurgu haklıydı ama daha fazla şey vaat etmemek için hep bu mevziye çekilmesi kaygı duyulmayacak gibi değildi.

İktidara gelince, bizzat Başbakan’ın ağzından demokrasiden anlaşılanın, “bitaraf olanın bertaraf olacağı” şeklinde özetlenebileceğini teyit etmiş olduk. O kadar da değil, Kürt açılımını yapanların, seçim meydanında Kürt meselesini nasıl, hızla tekrar “terör meselesine” indirgediğini gördük. “Hayır cephesi”nin nasıl “Apoculuk” olarak damgalandığını, yetmişlerin “anarşistler” dilinin nasıl geri gelebildiğini izledik. Yetmedi, Alevi açılımından söz edenlerin, “yargı”ya ilişkin sorunu, nasıl Alevilerin yargıyı denetlediği şeklinde algıladığını öğrendik.

Kendileri gibi düşünmeyenlere, kolaylıkla, “akıl”, “ahlak” eksikliği atfedebilen “demokrat”larımız olduğunu gördük. Muhalifini akıl hastası diye hapse ve hastaneye tıkan otoriter rejimlerin ayak seslerine kulaklarımızı tıkamakta ısrarlı bir demokrasi tartışmasının nasıl yapılabildiğini hayretle izliyoruz. Son olarak, 12 Eylül ile hesaplaşma türküsünü çalan “Fareli köyün kavalcıları”nın peşine takılmaya nasıl türlü gerekçe bulunabileceğini gördük.

BUNLARI KONUŞALIM

Sonuçlar ne olursa olsun, bu duyduklarımızı, gördüklerimizi mesele yapmadan gideceğimiz yol demokratikleşme olmayacak. Olabilmesi mümkün, mümkün olması için oldurmak lazım. Didişmeye devam yerine, biraz bunları konuşalım artık!
Yazarın Tüm Yazıları