İNSANSIZ, romantik olanlarımızın hayalleri, gerçekçi olanlarımızın temennileri var. Olmazsa, sanat olmaz, bilim olmaz, siyaset olmaz, geleceğimiz olmaz. Ama, temenniler ve gerçekler arasında dengeyi kaçırsak da siyaset olmaz. Tüm bunları, CHP’deki son gelişmelere ilişkin değerlendirmeler için söylüyorum.
Son olaylar bir yana, herşeyden önce, CHP’ye ilişkin bazı yaygın kanaat ve değerlendirmeleri fevkalade yanıltıcı bulduğumu belirtmek istiyorum. Bunların başında, CHP’nin başarısızlığının nedeninin, ‘gerçek anlamda sosyal demokrat bir parti’ olmaması olduğu iddiası var. Siyaset alanında, sol ve sosyal demokrat siyaset vurgularının eksikliğini en çok duyan, temennileri bu vurguların ağır basması yönünde olan biriyim. Ancak, temenniler başka, gerçekler başka. * * * Seksenli yıllardan bu yana, tüm dünyada siyaset, sağ ve sol siyasetin dilinden uzaklaşarak, kimlik-kültür eksenine yerleşti. Siyaset alanında, zaten bu türden ayrımların önemini koruduğu bizim gibi toplumlarda, bu dönüşüm daha keskin oldu. CHP’nin sosyal demokrat kimlikten uzaklaşıp, laikliğin temsilini öne çıkarması, sadece kendi tercihi değil, bu türden bir sürecin sonucudur. Hal böyleyken, hâlâ yetmişlerin Ecevit örneğini verip, iktidara giden yolu sosyal demokrasi vurgusunda görmek/göstermek fazla anlamlı değil. Keşke, sosyal politikalar toplumda daha fazla karşılık bulsa, ama durum bu değil. Yani, CHP daha fazla sosyal politika vurgusu yaparak, AKP seçmeni bir işçiden oy alacak değil. İktidar partisi, bunu bildiği için, ana muhalefete sürekli burayı işaret ediyor diye düşünüyorum. İkinci önemli husus, CHP’nin temsilciliğine öncelik verdiği laiklik konusunda katı tutumunda ısrar etmesinin yarattığı sorundur. CHP’nin laiklik tanımının esnemesini en çok temenni edenlerden biri benim. Bu esnemeyi gösteremeyen CHP, toplumsal gelişmeleri, talepleri görmezden gelerek kendini dar bir yere mahkum etmekle kalmayacak, Türkiye’de demokrasinin önünde sürekli engel teşkil edecek, toplumsal gerilimleri arttırmaktan başka siyasi bir katkı sunamayacak. Son resepsiyon krizinde bunu bir kez daha gördük. * * * Bu esneme ancak sağlıklı, sağduyulu bir laiklik ve demokrasi tartışma ve muhasebesi çerçevesinde olabilir. Baykal döneminde ve Gürsel Tekin’e maledilen, ‘Çarşaf açılımı’ gibi tuhaf yöntemler ile olmaz. Her şeyden önce, muhafazakar iktidar ile samimi ve ciddi bir diyaloğun kapısını açmakla olur. Sonuçta, her şeye rağmen, sosyal devlet anlayışından giderek uzaklaşan Türkiye’nin, sosyal demokrat siyaset diline şiddetle ihtiyacı olduğu doğrudur. Siyaset alanında, sosyal demokrat politika çizgisini, demokratik bir laiklik anlayışı ile buluşturabilen CHP’ye şiddetle ihtiyaç var. Bu hususu ciddiye alan bir dönüşüm, Türkiye’de siyasetin seyrinde tesirli olma şansı yakalar. Hızlı ve sığ iktidar hesapları adına yola çıkan değişim hesapları ise, sadece CHP’yi değil, Türkiye’de siyaset dengesini de daha fazla batağa saplamaktan başka işe yaramayacak. * * * Unutmayalım, Türkiye’nin en önemli siyasi gündemi olan Kürt meselesinin çözüm şansı da, ana muhalefet partisinin daha fazla yıpranmasına değil, toparlanarak katkı vermesine bağlı olarak gelişebilir. Benim görebildiğim kadarıyla, BDP bu gerçeği görüyor, umarım CHP ve iktidar partisi de, artık görmeye başlar. Kısacası mesele, Kılıçdaroğlu-Sav kavgası, kişisel çekişme falan değildir, daha büyük, daha ciddiye alınmaya değer bir meseledir, daha doğrusu bir meseleler manzumesidir. Bakın, bir dönem CHP’ye ilişkin sorun Deniz Baykal etrafında özetlendi, durdu. Baykal gitti, ama sorun çözülmedi. Aynı kafada gidilirse, Önder Sav gider ama sorun bitmez.