Geçtiğimiz pazartesi Sinan’ın okulu açıldı. Zaten çorba oldu ya bu açılış tarihleri, neyse ki ben, bizim okulun tarihinin ileriye atılmadığından emindim.
O yüzden panik olmadım. Bir hafta öncesinden açıklanan kitap, defter ve kırtasiye listemize göre eksik olanları tamamladım. Yakın arkadaşım Megi’yi uğurladıktan sonra koca bir gecemi ağlayarak defter kaplamasıyla geçirdim. Sinan arada yanıma gelip, “Hâlâ ağlıyor musun?” deyip yanımdan kaçıyordu. Bir ara yardım etmeyi düşünüp düşünmediğini sorduğumda benim kadar iyi beceremediği için yardım etmemesinin daha doğru olacağını söyledi. Asıl derdi ağlayan annesini görmemekti. Oğlum sanırım bu konuda anneme çekmiş. Annem de sıkıntıdan, sorundan kaçar, yokmuş gibi davranırdı. Sinan da yıllar önce ne zaman yüzümü asık görse yanıma yaklaşır, “Anne iyi misin?” diye sorardı. İyi olduğumu söylediğimde “Peki benimle de iyi misin?” derdi. Özellikle onunla iyi olduğumu bastıra bastıra söylerdim ben de. Esasında düşünmüşümdür. Bu soruyu sorması gereken insanlar sormuyor da, küçücük çocukların aklına gelip çekinmeden sorabiliyorlar. İşin komiği, ben ağlayıp defter kapladığım sırada babası aramış ve “Annen ne yapıyor?” diye sorduğunda, “Ağlıyor!” diye cevap vermiş. “Yahu Sinan, öyle söylenir mi! Bari neden ağladığımı da söyledin mi? Yanlış anlamasın” dedim. “Söyledim” dedi ama emin değilim. * Çocukların bu düz mantıkla gelen soruları, yorumları veya cevapları çok hoşuma gidiyor. Geçen gün birlikte olmaya başlayan iki arkadaşım için “Ne zaman takılmaya başladı onlar” deyince kalakaldım. Daha da komiğini anlatmak istiyorum size... Çok yakın eşcinsel bir arkadaşım var. Akşam beni aradı ve onunla 2-3 dakika telefonda konuşup kapattıktan sonra Sinan bana döndü. “Anne senin XXX ile aranda bir şey mi var? Sen babamdan başka erkeğe aşkım demezsin, böyle canımlı konuşmazsın!” dedi. Koptum. Kahkahadan cevap bile veremedim bir süre. Sonra ona arkadaşımın eşcinsel olduğunu, dolayısıyla bir kız arkadaşımla konuşur gibi konuştuğumu söyledim. Sağolsun bazı filmler sayesinde eşcinselliğin ne olduğunu da ufak ufak öğrendiklerinden durumu anladı. Rahat bir şekilde “Tamam” dedi... * Evet bu yaz Sinan’ın çenesi açılmış. Ne var ki ortada okunmuş adamakıllı bir kitap yok. Hâlâ çizgi romanlar ya da küçük notlardan oluşmuş bilgi kitapçıklarıyla devam ediyoruz okuma alışkanlığımıza. Ama kültür sıfır! Hadi, pek roman okumuyor. Ödevini yapmıştır belki? Neredeee! Zaten, bulmaca kitabı gibi kolay ve pratik bir kitapçık vermişlerdi koca tatil için. Otursa iki günde bitirebilirdi. Ama üçte birini bile yapmadı. Yaptıklarını da cevaplardan baktığından şüpheliyim. Tamam, o da yok. Eh, dördüncü sınıfa geçiyor. Artık çarpım tablosunu ezberlemiştir değil mi? Babası dedi ki 28 Temmuz’da; “Bir ay içinde hallet tabloyu, ne istersen alacağım.” Ve yine ezberlemedi. Yarım yamalak her şey. Zaten bir çarpım sorduğumda iki saniye bekledi mi, şansı bitti demek. O da yok! Neyse ki anaokulu sahibi bir arkadaşımın da Sinan’la yaşıt oğlunun hâlâ çarpım tablosunu ezberlemediğini öğrenince rahatladım. Bir tek biz değilmişiz, diye! Evet, koca bir yaz ne yaptık? Neyse ki bir dönem yaz okuluna ve kampa gitti. Onun dışında güzelce tembellik etti. Son geceye kadar erken yatmasını bile istemedim ondan. Tek ricam vardı: “Bak, seni adam yerine koyuyorum. Sen de beni anla. Bu senen zor. İyi başla, iyi gitsin. Ben yine sana çok karışmayacağım. Ama sen de bunu suiistimal etme!” Bakalım ne kadar anlamış beni, yakında göreceğiz...